Paylaş
İster, geniş ya da dar katılımlı konferanslarda, istek ikili sohbetlerde, sorulan iki soru şu?
En basite indirgeyerek –Amerikalılar fazla sofistikasyon gerektirmeden, en basit ve kestirme cevapları talep edecek şekilde soru sorarlar- iki ana soruyu böyle ifade edebiliriz.
27 Nisan’da bir “askeri müdahale”ye maruz kaldığımız gerçeğini göz ardı etmediğiniz takdirde, bu sorulara da “basit ve kestirme” cevaplar veremiyorsunuz.
Şu “karşı-sorular” da geçerli: Eğer, Ak Parti, 367 ve üzeri bir sandalye elde edeceği seçim zaferi görüntüsü verirse, acaba 22 Temmuz’dan önce Türkiye “çığrından çıkarılarak” seçimlerin ertelenmesi gündeme gelir mi?
Ak Parti, 367’nin altında bir milletvekili sandalye sayısına erişse bile, rağmen bazı bağımsızların da bulunacağı bir TBMM kompozisyonu sayesinde, “kendi adayı”nı Cumhurbaşkanı seçtirecek ve anayasa değiştirecek bir konuma yerleşirse, ne olacak?
*** *** ***
Şu andaki göstergelere bakılırsa, şayet iki parti ve DTP’li bağımsızlardan oluşan bir TBMM tablosu çıkarsa, Ak Parti, 367’yi aşması ihtimali kuvvetli. İki partili TBMM’de haydi haydi aşacak. Üç partili+bağımsızlar kompozisyonunda yine tek parti hükümeti kuracak gibi gözüküyor.
Bu durumda, bugünkü Meclis sandalye dağılımına benzeyen bir sonuç, Cumhurbaşkanı seçimini zora sokacak. Anayasa Mahkemesi kararının cilvesi. Bunun ortaya çıkaracağı üç ihtimali, Mümtaz’er Türköne dün şöyle sıralamıştı:
“Uzlaşma” ile seçilemez mi?
Bir “medyatik yanılsama” yaratılarak, busözcük, adeta sihirli bir kavram haline sokuldu. Oysa, tek ve basit bir anlam taşıyordu: Cumhurbaşkanı adayı olacak Ak Parti’linin Deniz Baykal tarafından belirlenmesi. (ya da engellenmesi).
Kaldı ki, bir genel seçim arifesinde, 550 sandalyeli bir parlamentoda 353 sandalyeye sahip hangi parti böyle bir durumu kabul eder ve adını “uzlaşma” koyar? Bunu doğal olarak, “siyasetin kanunu gereği” yapmadığı için, “uzlaşmazlık” ile suçlanmak, ancak, Türkiye’nin “yavuz hırsız ev sahibini bastırır” şeklindeki siyasi kültürü ile mümkün olabilir. (Bakın, Baykal’ın “busesi” değdikten sonra Abdüllatif Şener, ne hale geldi...)
Dolayısıyla, söz konusu her “üç ihtimal”in herbiri, “kriz potansiyelli” büyük zorluklara işaret ediyor.
Seçimlerin en muhtemel iki sonucu, yani Ak Parti’nin 367 altında tek parti hükümeti de, üstünde hükümeti de, “rejim” açısından “aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık” durumunu yansıtıyor.
*** *** ***
“Çıkış yolu”’nun, 1982 Anayasası’nın tarihin çöplüğüne bırakılarak, yeni bir anayasa yapılması olduğu besbelli. Seçilecek TBMM’nin adeta bir “Kurucu Meclis” işlevi görmesi gerektiğine defalarca değindik.
Nitekim, Ak Parti seçim beyannamesinin ilk bölümü “yeni anayasa”. Her partinin yola böyle çıkması gerekiyor. Ak Parti’ninkinde şöyle yazıyor:
“Cumhuriyetimizin 100. yılına yaklaşırken, ülkemiz sivil bir uzlaşma anayasasını hak etmektedir.
Partimiz, yeni anayasanın devlet-toplum-birey arasındaki ilişkileri hak,
özgürlük ve sorumluluk temelinde düzenleyen bir toplumsal sözleşme
niteliğinde olmasından yanadır.
Yeni anayasa, Cumhuriyetimizin değiştirilemez temel nitelikleri olan
demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti ilkelerini tam olarak hayata geçirmeli,bireylerin haklarını en etkili şekilde korumalı, temel hak ve özgürlükleri'İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin ve 'Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin getirdiği ilke ve standartlarda güvence altına almalıdır.Hazırlanacak yeni anayasa, kısa, öz ve açık olmalı; yasama, yürütme ve yargı erkleri arasındaki ilişkiler parlamenter sistem esas alınarak açık, net ve anlaşlılabilir bir şekilde belirlenmeli; bu çerçevede Cumhurbaşkanının konumu ve yetkileri yeniden tanımlanmalı; temsili demokrasiden katılımcı demokrasiye geçiş sağlanmalıdır. Yeni Anayasa en geniş toplumsal uzlaşmayla hazırlanmalıdır.”
Tek sözcüğüne itiraz etmeyeceğimiz bu satırlarda, eski CHP’li, sosyal demokrat düşünceli, anayasa hukuku otoritesi Prof.Dr. Zafer Üskül’ün “parmak izleri”ni farkedip, rahatlayabilirsiniz.
“Askeri darbe” ihtimali?
Unutmadık. Ama, o, “ABD’siz” olamaz. Yarınki yazımızın konusu…
Paylaş