Paylaş
Sendikalar, farklı saatlerde, farklı sayılarda da olsa Taksim’e geldiler. Kıyamet kopmadı. Böylece, 12 Eylül’ün bir ipoteği de kaldırıldı. Gelişme “sembolik” de olsa, Türkiye’nin demokratikleşmesi doğrultusunda anlamlı.
Gerçi, Cihangir’de Dolapdere’de, Şişli’de, Mecidiyeköy’de yani Taksim’e giden çeşitli güzergahlar üzerinde “mini-kıyametler” koptu; taşlar, misketler, molotof kokteylleri, biber gazı, coplar vs. kullanıldı, gözaltına almalar, hafif yaralanmalar oldu ama “olacak o kadar” cinsinden oldu. Berlin ile Hamburg’a baksanıza, bizdekinden daha şiddetlisi oralarda oldu.
Solun bazı örgütlerinin, Sovyetler Birliği’nin sona ermesinden sonra giderek marjinalleşmesiyle, “küresellik karşıtı eylemler” ve 1 Mayıs gibi vesilelerle küçük çapta şiddete başvurmak, bunların “varoluşsal” davranış kalıbı haline geldi. Washington’da, Prag’da, Cenova’da son 10 yıldır gerçekleşen “küreselleşme karşıtı” gösterileri ve ne ölçüde “mini-şiddet”e başvurulduğunu hatırlarsak, bizde de “yasaklı 1 Mayıs’lar”da neler yaşanmış olduğunu göz önüne alırsak, dün olan-bitenin “kabul edilebilir” ölçülerde olduğuna hükmedebiliriz.
1 Mayıs 2009 ile hatırlanacak olan, Cihangir’de, Mecidiyeköy’de, Şişli’de, Dolapdere’de ne olduğu olmayacak.
Ne olacak?
1 Mayıs’ın bir “Emek Bayramı” olarak tatil günü haline ilk kez gelmiş olduğu ve Taksim’e işçi temsilcilerinin barışçıl biçimde 1977’den beri ilk kez çıkmış oldukları.
Bu, önemli bir kazanımdır.
Ayrıca, 1 Mayıs’ın “Emek Bayramı” olarak ilk kez kutlanması, dünya ile birlikte soluk alıp verdiğimize, en azından böyle bir niyet taşıdığımıza işaret eder ki, bu da çok önemli bir kazanımdır.
*** *** ***
Geçen yılın 1 Mayıs’ının ne derece utanç verici sahnelerle yaşanmış olduğu belleklerimizden silinmedi. Geçen yılın 1 Mayıs’ının birkaç gün sonrasında bir arkadaş evinde bir grup meslektaş Başbakan Tayyip Erdoğan ile biraraya gelmiştik. Ak Parti’ye kapatma davasının açılmasından birkaç hafta sonra. Haliyle dikkatler orada ne konuşulduğuna çevrildi. Bir “basın toplantısı” olmadığı için, konuşulanlar bir miktar sızdıysa da, katılanlar tarafından yazılıp çizilmedi.
O gün 1 Mayıs olayları da konuşuldu. Yemek masasında İçişleri Bakanı Beşir Atalay da vardı. Aramızdan bazıları 1 Mayıs’ta Taksim’e çıkılmasına şiddetle karşıydı. Başbakan, aramızdaki tartışmayı ilgiyle izliyordu. Bir ara, ben, “Niye Taksim’e çıkılmasın? Taksim’e çıkılmaması, 12 Eylül asker rejimiyle birlikte gelen yasaklardan biridir. O rejimin getirdiği yasaklara nasıl karşı çıkıyorsak, o yasaklar nasıl teker teker kalkıyorsa, Taksim’de 1 Mayıs kutlanmaz, Taksim’de yürünmez yasağı da kalkar” dedim.
Tartışmayı izleyen Başbakan’ın ağzından, “Benim de Taksim’de yürümüşlüğüm vardır” cümlesi dökülüverdi. Zihni belli ki gençlik günlerine gitmiş, tartışmanın doğallığı o anki içindeTaksim’in “kutsallığı olmayacağı”na ilişkin duygusunu içtenlikle dışa vurmuştu.
Aramızda yüksek sesle ve hararetle süren 1 Mayıs tartışmasının bir yerinde, doğrudan Başbakan’a dönerek şöyle dediğimi nakletmeliyim:
“Eğer kalkıp, 1 Mayıs’tan 15 gün önce 1 Mayıs’ın ‘Emek Bayramı’ ilan ettiğinizi ve resmi tatil gün yaptığınızı hükümet kararı olarak ilan etseydiniz ve sendika liderleriyle pazarlık yapacağınıza ‘1 Mayıs’ta elimde çiçeklerle Taksim Meydanı’na giriyorum. İsteyen sendikacı arkadaşım bana katılabilir’ gibisinden bir açıklama yapsaydınız, Türkiye’nin bugünkü fotoğrafı çok değişik olabilirdi.”
Tekrar hatırlatalım; kapatma davasının karabulutlarının bizzat Tayyip Erdoğan ile Ak Parti üzerine çöktüğü günlerdi.
Başbakan, bu sözlerime bir tepki vermedi. Gözlerinin dalgın bir ifadeye büründüğünü gördüm ama.
Tepkiyi o vermedi de, topluluktan biri Danıştay Daire Başkanı’nın cenaze törenini, orada Başbakan’a yönelik hakaretlere ve provokasyonlara dikkat çekti. “Orası Ankara, o cenaze töreni oyun kurallarını başkalarının koyduğu bir alandı. Burası İstanbul. 1 Mayıs oyun kurallarını Başbakan’ın koyacağı ve Taksim’e elinde çiçeklerle gireceği bir durumda aynı şey olmaz” karşılığını vermiştim.
Sözü edilen cenaze töreni ve benzeri kitlesel toplantıların, Ergenekonculuğun Tayyip Erdoğan’a yönelik darbe ortamı hazırlama girişimleriyle ilişkisini son bir yıl içinde, kim ne derse desin, öğrendik.
O sohbetten bu yana geçen bir yıl içinde, o gün orada konuşulanlar dün tümüyle gerçekleşmese de, büyük oranda gerçekleşti.
Evet, önemli olan Taksim’e 1 Mayıs günü işçi temsilcileri, bayraklar, pankartlar ve çiçeklerle girdiler. 1 Mayıs ilk kez “Emek ve Dayanışma Günü” olarak, bir “bayram” gibi yaşandı.
*** *** ***
Kimileri, 1 Mayıs’ın bu yılla birlikte “yeniden” bayram olarak kutlandığını söylüyor. Doğru değil. İlk kez oluyor. Hükümetin hakkını verelim.
1 Mayıs’ın tatil olduğu yıllar oldu ama “Bahar Bayramı” olarak. Gençlik yıllarının biz “enternasyonalistleri” onun “İşçi ve Emek Bayramı” olduğunu ve dünyanın dört köşesinde öyle kutlandığını bilir, ona göre kutlamaya çalışırdık. Ama, ülkemiz insanlarının ezici çoğunluğu için 1 Mayıs, pikniğe gitmek için organizasyonlar yapılan “Bahar Bayramı”ndan başka bir şey değildi.
Ankara’da üniversite öğrenciliğimin ilk yıllarında biz sosyalist öğrenciler de birlikte şehir dışına pikniğe gider, orada şarkılar, marşlar söyler, kendimizce hem “Bahar Bayramı”nı ve hem de “İşçi Bayramı”nı kutlardık.
1 Mayıs’ı daha da “anlamlı” kılmak için, iki kez ta Tuzluçayır ve Yenimahalle’nin ötesindeki Alevi gecekondu semtlerine gidip, oradan Aşık Kul Ahmet ile Aşık Kul Hasan’ı toplayarak, yine uzun bir yol katederek Dikmen Öveçler’de tanıdık Alevi dostların gecekondularına konuk olduğumuzu hatırlıyorum. Akşama kadar Aşık Kul Ahmet ile Aşık Kul Hasan’ın sazından Pir Sultan Abdal ezgileri söyleyerek, belirgin bir Anadolu köylü ortamında “İşçi Bayramı” kutlamanın yani “görev yapmanın” hazzını edinmiştik.
12Mart’ın (1971) ardından sürgün yıllarımda en keyifli 1 Mayıs’ı İsviçre’nin Cenevre kentinde yaşadım. Bir süreliğine bir lokantada bulaşıkçılık yapıyordum. Mutfak şefimiz bir Fransız, benim dışımdaki tüm işçiler ise İspanyoldu. 1 Mayıs günü tatildi ve yürüyüşe katıldığımda mutfaktaki “meslektaşlarım”ın her birini görmekten dehşetli mutlu oldum. İşte “işçi enternasyonalizmi” buydu ve ben de “uluslararası işçi sınıfı”nın bir mensubu. Bayram, bizim bayramımızdı!
Talih, bana bir de Moskova’da –tümüyle rastlantı- bir 1 Mayıs izleme şansını verdi. Kızıl Meydan’da 1 Mayıs 1980. Daha sonra aynı yerde izlediğim Ekim Devrimi törenlerinden pek az farkı vardı. Rejimin uyguladığı disiplin ve düzen içinde, görkemli bir “devlet töreni.”
Ben, 1975 ve 1976 yıllarında Taksim’e yürüdüğümüz, bizim başıbozuk 1 Mayıs törenlerinin görkemini Moskova’dakine değişmezdim.
Gazeteci sıfatıyla ilk izlediğim 1 Mayıs ise, 1977’deki “Kanlı 1 Mayıs” oldu.
Dile kolay, aradan 32 yıl geçmiş; Taksim’de 1 Mayıs’ı özlemişiz.
Taksim’e 1 Mayıs nedeniyle 32 yıldır“makul” ölçülerde de olsa, dün ilk kez girildi.
1 Mayıs, Türkiye’de dün ilk kez “Emek ve Dayanışma Günü” olarak kutlandı.
Fena mı oldu?
Paylaş