Paylaş
Aradan birkaç gün geçmedi ki, “gerçekçilik” umudun yerini aldı. “Yeniden seçim” ya da bir “erken seçim”in kaçınılmazlığına ilişkin en ufak bir kuşkum olmadı.
Bir “koalisyon”un kurulacağını sananlara, ayrıca arzulayanlara –yerli ya da yabancı-, koalisyonun kurulmasının mümkün olmadığını nedenleriyle izah ederek, “kategorik” biçimde şu görüşü ifade ettim:
Türkiye, 2015 Kasım ayında bir kez daha seçim yaşayacak!
AKP-MHP koalisyonu ihtimalini hiç mümkün görmüyordum. Nedenlerini 7 Haziran’ın hemen ertesinde yazdım. AKP-MHP koalisyonu aynı seçmen tabanı üzerinde rekabet eden ve “birbirlerinin cebindeki cüzdana göz diken” iki kişinin ortaklık kurması gibi olurdu. Böyle bir ikilinin seçim hükümeti kurması bile “gerçekçi” olamazdı.
Nitekim, Ahmet Davutoğlu’nun “seçim hükümeti” girişimi böle böle sadece MHP’yi böldü. Tuğrul Türkeş ismi üzerinden, “türdeş kardeşler”den AKP’li olanı, MHP’li olanında “çatlak” oluşturmayı başardı.
AKP-CHP koalisyonu da bir dizi farklı nedenden ötürü asla “gerçekçi” ve mümkün değildi. Ahmet Davutoğlu’nu hükümeti kurma görevi verildikten sonra olan-bitenin tam anlamıyla bir “tiyatro” olduğunun farkındaydım.
“Senarist” ve “rejisörü” aynı kişi olan “tiyatro oyunu”, doğru dürüst ezberleyemediği rolünü, sürekli olarak kendisine “sufle” edilen “replikler”le oynayan bir “geçici başaktör” ile oynandıktan sonra bitti. 1 Kasım’da yeniden seçim yaşayacağız.
7 Haziran’dan sonra Kasım 2015’te yeniden seçime gidileceğini görebilmek için, 7 Haziran sonuçlarını doğru okumak ve Tayyip Erdoğan’ı anlamak, neyin ne olacağını anlamak için yeterliydi.
7 Haziran’ın birbiriyle içiçe geçmiş iki çok anlamlı sonucu oldu:
1. HDP, “Kürt temsili”ni çok büyük ölçüde sağlayarak ve Türkiye demokratlarının desteğini de elde ederek, yüzde 10 barajını yüzde 13’le aştı. 80 milletvekilliği kazandı. TBMM’ye girdi;
2. Bu sonuç, AKP’yi 2002’den bu yana ilk kez “tek başına hükümet” kuramayacağı sayının altına, 258 milletvekilliğine düşürdü. En önemlisi, seçim kampanyasının başında AKP için 400 milletvekili isteyen, daha sonra bunu 330 dolayına çeken ve en sonunda 276’ya rıza gösterebilecek hale gelen Tayyip Erdoğan’ın tüm “siyasi projesi”nin yani “Sultan-Başkanlık” hesabının önüne set çekti.
Yani, 7 Haziran seçimleri, önce Tayyip Erdoğan’ın “gücünün sınırlanması” ve AKP’nin de “tek başına iktidar”dan indirilmesi sonucunu verdi.
Bu sonucun “tanınması”, AKP’nin sağlıklı bir “muhasebe” yapmasına ve dolayısıyla “koalisyon” hükümeti kurulmasına yol açacaktı. Oysa, Tayyip Erdoğan, kendisi için bir “yenilgiyi simgeleyen” 7 Haziran’ı ne yapıp edip “yok hükmü”ne getirmek istiyordu.
1 Kasım budur. Ve, ne sonuç verecek olursa olsun, 1 Kasım’da seçim yapılacak olması, “mutlak iktidarları” 7 Haziran’da ellerinden alınanların gözünde, 7 Haziran’ın gömülmesi, sonuçlarının iptali anlamındadır.
7 Haziran, bildiğimiz “aritmetik” sonuçları vermiştir; Cumhurbaşkanı’nın “kişisel amaçları” ve kaprisi ne olursa olsun, 1 Kasım seçim kampanyası, 7 Haziran öncesi seçim kampanyasından farklı bir “iklim”de ve farklı “dinamikler”le gerçekleşecek.
En önemli farklardan biri, “Çözüm Süreci”ne son verilmiş, “anaların gözyaşları”na ve “şehit cenazeleri”ne “teröristlerle savaş” gerekçesiyle geri dönülmüş olmasıdır. Bir yandan devlet ve iktidar, diğer yandan PKK, “şiddet ortamı”na geri dönülmüştür.
Hiçbir seçime böyle bir ortamda gidilmedi. 1999, 2002, 2007 seçimlerinde PKK’nın ateşkesi hüküm sürüyordu. 2009’daki yerel seçimler ve 2010 anayasa referandumu öncesinde de, PKK’nın tek taraflı çatışmasızlık kararları yürürlükteydi. 2011’deki 12 Haziran seçimlerinden önce de, varlığı sonradan ortaya çıkan “Oslo Süreci” sırasındaki “çatışmasızlık hali” ve “ateşkes” söz konusuydu.
AKP’nin 12 Haziran 2011 seçimlerinde yüzde 50 oy almasından tam bir ay sonra, “süreç” bitirildi, “savaş” başladı.
Bu geçmişe bakarak, 24 Temmuz’da sona erdirilen “Çözüm Süreci”nin, Tayyip Erdoğan nezdinde, “esas olarak”, seçim hesaplı bir “zaman kazanma manevrası” olmaktan öteye geçmediği hükmünü verebiliriz.
Anlaşılan o ki, iktidar sahipleri, 2014 Mart yerel seçimleri, 2014 Ağustos cumhurbaşkanlığı seçimi ve 2015 Haziran genel seçimlerine, “savaş ve şiddet iklimi”nde gitmeyi uygun görmemişler ve “Çözüm Süreci” adı verilen bir “ateşkes ve çatışmasızlık dönemi” yaşanmıştır.
Ne var ki, Tayyip Erdoğan’ın başkanlık sevdasına imkân vermediği ve AKP’nin “tek başına hükümet” etmesine engel olduğu, ayrıca HDP’nin güçlenmesine yol açtığı ortaya çıkınca, “Çözüm Süreci”nin “kullanım değeri” ortadan kalkmış, “kullanım süresi” ise dolmuştur.
1 Kasım seçimlerine, tüm dünyanın, içerde, dışarıda herkesin gördüğü şekilde, HDP’yi PKK ile (yani “terör”le) irtibatlayarak aşağı çekmek ve MHP’ye giden veya gidebilecek “milliyetçi oyları” AKP’de toplamak hesabıyla, “savaştan yarar uman” bir politikayla gidiliyor.
Daha önce de yazmıştık: 1 Kasım seçimlerinin kampanyası, 7 Haziran sonuçlarını iptal etmek isteyenler tarafından, “IŞİD’e karşı savaşa girdik aldatmacası”yla, PKK’ya karşı Irak topraklarında hava bombardımanları ve Türkiye’nin içinde operasyonlarla daha 24 Temmuz’da başlatılmıştır.
Türkiye’de bir seçime ilk kez bu tür bir “savaş iklimi”nde gidiliyor. Bu gidişle 1 Kasım gününe nasıl ulaşılacak bilemiyorum. Ama, tabutların içindeki gencecik bedenlerin, “şehit cenazeleri”ni bile “seçim rantı”na dönüştürecek kadar kendini kaybetmiş olanları vurmaya başlayan bir “bumerang” haline geldikleri görülüyor.
1 Kasım’a son derece güvenliksiz bir ortamda gidiliyor. Buna rağmen, 1 Kasım’ın, 7 Haziran sonuçlarından ders almamakta direnenlere, 7 Haziran’ı iptal etmek için uğraşanlara, çok daha ağır bir ders vererek sonuçlanması ciddi bir ihtimaldir.
7 Haziran-1 Kasım arasında yaşananlardan sonra, Tayyip Erdoğan ile Ahmet Davutoğlu ne diyecekler seçim kampanyasında? “Anaların gözyaşlarını dindirdik” diyebilecekler mi?
Ülkeyi kötü yönettikleri, daha doğrusu yönetemedikleri ve adım adım “kaos”a sürükledikleri için, doların 3 dolar psikolojik sınırını bile aştığı, büyüme hızının giderek aşağıya düştüğü bir dönemde, hangi ekonomik vaadlerde bulunabilecekler?
Erdoğan ve AKP, kendi açılarından, 1 Kasım’a doğru, 7 Haziran öncesinden çok daha olumsuz şartlarda yol alıyorlar.
1 Kasım, sadece 7 Haziran’ın beş aşağı-beş yukarı tekrarı olmayacak. Olmamalı. Ülkeyi bugünlere sürükleyenler, geleceğini karartanlar için daha da açık bir yenilgiye dönüşmeli.
Herşeyden önce, Türkiye’de kanın durması için, ülkenin gencecik insanlarının ölümünün önüne geçilmesi için, “anaların gözyaşlarının dindirilmesi” için, yani barış için, “Çözüm Süreci”ne tekrar ve geçmişin dersleriyle hayat verilebilmesi için...
Demokrasinin geleceğine ilişkin umutların ayakta tutulabilmesi için, “otoriter rejim” sevdasına nokta koyulması için...
Başka çare yok.
Paylaş