Paylaş
İzmir’in batısında koca bir duvar gibi uzanıyor Karaburun Yarımadası Ege Denizi’ne doğru. İzmir’in bu el değmemiş hazinesinin gelecek nesillere saklanması için önerilerimi daha önce de kaleme almıştım. Fakat korumacılık alanında alınmayan tedbirler; bizleri bölgenin kaybedilmesi ile karşı karşıya getirmiş durumda.
Geçtiğimiz hafta Karaburunlular yollara döküldü... İstedikleri aslında tek şey. Yarımadalarının koruma altına alınması. Yarımadanın bir Biyosfer Rezerv Alanı (BRA) olarak gelecek kuşaklara aktarılmasını istiyorlar. Nedir bu BRA diye sorarsanız... Bu model UNESCO tarafından, yerelin katılımına ve insan faaliyetine izin vermeyen katı/merkezi korumacılık yaklaşımının alternatifi olarak oluşturulmuş bir kavram.
Bu nedenle, Biyosfer Rezerv Alanı, biyolojik çeşitlilik ve ekosistem ile sürdürülebilir sosyo-ekonomik kalkınma ve kültürel değerlerin birbirlerini güçlendirerek birarada yaşamasına olanak sağlayan bir yapı. Bir başka deyişle, doğal kaynakların korunmasını sağlarken aynı zamanda sürdürülebilir kullanımını da getiriyor. Burada yaşanlar kendi kültürlerini koruyabildikleri gibi, aynı zamanda ekonomik olarak sağladıkları getiri ile bölgeyi bozmadan ve yok etmeden geliştirebilme olanaklarına da kavuşuyorlar.
Bu kavramın temel ilkelerinden biri, bu alanların insan merkezli işlevini daha fazla ön plana çıkarmak, kültürel ve biyolojik çeşitlilik arasında bağlantı kurmak ve sürdürülebilir kalkınma çabaları içinde geleneksel bilginin etkinliğini artırmak.
Koruyacak ne var?
Karaburun Yarımadası Doğu Akdeniz havzasında en az zarar gören alanlardan biri. Ancak bazı faaliyetler alanı tehdit etmekte. Yarımada’nın antropojenik etkilenmenin en az yaşandığı, doğal ve kültürel özelliklerini koruyabilen nadir alanlardan biri olduğu belirlenmiş. Yarımada aynı zamanda, sürdürülebilir alan kullanım biçimlerinin ve aktivitelerinin yapılarak geliştirilebileceği bir potansiyele sahip.
Yapılan bir çalışmada Karaburun Yarımadası’nın “insan müdahalesinden az etkilenmiş bir ekosisteme sahip olması, biyoçeşitlilik açısından önem taşıması ve sürdürülebilir kalkınma çabalarına örnek olabilecek olanakları sunması” nedeniyle biyosfer rezerv alanlarının üç ana kriterini hala karşıladığı sonucu çıkarılmış.
Yarımada nesli tükenmekte olan ve uluslararası düzeyde koruma altına alınan Akdeniz Fokları’nın üreme ve yaşam alanı. Aynı zamanda nesli tehlike altındaki Su Samuru ve Karakulak gibi türleri de barındırmakta. Ayrıca yarımada 200’ün üzerinde tür kuş popülasyonuna da ev sahipliği yapıyor...
Nesli tükenmekte olan Ada Martısı, Yılan Kartalı, Küçük Kerkenez, Ada Doğanı gibi yırtıcı kuşlar uluslararası ölçekte nadir/azalan kategorisindeki türler arasında bulunuyor. Aslında bu liste uzadıkça uzuyor. Bir de bu listeye tehdit altında olan, aslında ekonomik açıdan çok değerli ve tıbbi bakımıdan gerekli bitki türleri ile devam edebiliriz...
Birbiri ardına heba edilmek üzere yapılaşmaya açılmayı bekleyen cennet koylar ve bu koyların birçoğunda bulunan doğal yaşam ciddi tehdit altında...
Yaklaşık 560 kilometrekarelik yarımadada yaklaşık 7 bin kişi yaşamakta. Genelde yaşlılardan oluşan ve ekonomik olarak sıkıntı içinde olan bu nüfus; maalesef arazileri yatırımcılara satarak bölgenin yok olmasını da hazırlıyor. Yerelin katılımını ve alanların sürdürülebilinir kullanımını içeren Biyosfer Rezerv Alanı uygulaması, bölge için hakikaten bir kurtuluş reçetesi olabilir.
Geçtiğimiz hafta Başbakan Tayyip Erdoğan Ege ve Akdeniz kıyılarındaki yapılaşmadan şikayet ederek; buraları için bir önlem planı hazırladıklarını açıkladı. Karaburun’da henüz çarpık yapılaşma, doğa katliamı, bozuk düzen içinde şehirleşme ve kıyı yağması gibi olumsuzluklar en az düzeyde. Çok geç olmadan, iyi bir planlama ve disiplinli bir uygulama ile Karaburun, Türkiye’deki Doğal Yaşam Turizmi’nin merkezi haline getirilebilinir. İzmir’de her açıdan doğal bir cennet yaratılacağı gibi; bölgenin kalkındırılması ile yüksek gelir sınıfına hitap eden yepyeni bir turizm konsepti ve bölgesi de ortaya çıkacaktır.
Paylaş