Şimdi deniz kaçtı.
Yerini uçsuz bucaksız bir yeşillik aldı.
Deniz dolduruldu, uzaklara itildi. Şimdi fırtına kopsa Kordon’daki restoranlarda oturanlar umursamıyor. Artık denizin yerini Kordon Kanunları almış.
Ama bunlar kanunsuz kanunlar...
Yetkililer Kordon’da iki metre branda için kavga ediyor. Diğer tarafta isteyen istediğini yapıyor. Her şey mobil sistem üzerine kurulmuş. Yani kaydırılabilir, genişletilir, büyütülür ve ilave edilir cinsinden. Özellikle hafta sonuna doğru başka bir yoğunluk yaşanıyor. Tabii buna paralel olarak da kendilerine ayrılmış alanların dışına taşıyor restoranlar.
Kordon akşam altıdan sonra günbatımının yaklaşması ile yaşamaya başlıyor. Yetkililer aynı saatte paydos ediyorlar...
Araçlar ise tam bir usulsuzlük içinde ya kapanın elinde kalıyor ‘valet parkı’ adı altında ya da kaldırımları, yolları işgal ediyor.
Eh artık İzmir tam bir turizm destinasyonu oldu diyebiliriz... Gelenlerin bir kısmı otobüslere tıkılıp, koşa koşa gidiyorlar dünya tarihinin en eski şehirlerine. Efes’e, Bergama’ya; medeniyetin kaynağına hayran olmaya gidiyorlar.
Bir kısmı da yeni medeniyetleri keşfetmek için kendini Kordon’a atıyor.
Yavaş yavaş yürüyor sahilde. Farklı ne bulabilirim diye. Bilmiyorlar ki, kale duvarları gibi Kordon’a set çeken yeni medeniyetin simgesi dev binaların hemen ardında yayılıyor tarihinin tanığı eski “Punto Mahallesi”. Bir kısmı yıkılmış da olsa, hala daracık sokakları, cumbalı evleri ile eski Rum Mahallesi Punto hemen oracıkta. Arada kiliseleri, eski eğitim kurumları ile bekliyor turisti. Rue de Pera (Pera Caddesi/diğer eski adıyla Mesudiye Caddesi) bekliyor müşterilerini yavaş yavaş, salına salına Agora’ya kadar taşımak için. Ama bir tek işaret, bir tek yönlendirme yok ki buralarda. Bir tabela koymuşlar ‘Kıbrıs Şehitleri Caddesi’ diye. Ama eskiye dönük bir tek hatırlatma yazısı, tarihe ışık tutacak bir belge görünürde değil. Eski ile ilgili satır yok. Turist neden gezsin ki, burada.. Yeniyi görmek için mi? Zaten burada da turist için bir düzenlemeyi, ne belediye, ne de mağaza sahipleri düşünmüyor.
Dünya’nın belli başlı turistik şehirlerinde sabah erkenden açar esnaf dükkanını. Etrafını bir güzel temizler ve bekler erkenden turisti. Tabii, turisti yönlendirenler de yol gösterirler buraya gitmeleri için. İzmir’in Arkeoloji Müzesi, Kültürparkı nerede? Diğer müzelerine nasıl gidilir? Var mı yol gösterenimiz?
Gidiş-dönüş yolu
Oysa gidiş-dönüş yolu misali; gidişler Pera’dan, dönüşler Kordon’dan yapılsa.
Alsancak’ın kalbinden ‘Sevgi Yolu’na doğru uzanır Pera. Saint Paul Kilisesi’ni sağınızdan selamlayıp, ilerlersiniz Kemeraltı’na doğru. Sağa sola saparsanız, Dome Kilisesi’ni, Hollandalı Denizcilerin Kilisesi’ni ve daha nicelerini görürsünüz. Biraz ilerde buyur eder sizi Kızlarağası Hanı, Hisar Cami, Başoturak Cami, Şadırvanaltı Cami, Kemeraltı Cami ve sonunda bana göre en güzeli Salepçioğlu Cami.. Aralarına serpiştirilmiş Sinagoglar. Yansıtır İzmir’in kültürünü turiste. Kalın kafalı Avrupalı’ya ince ince mesaj verir gibi:
Geçtiğimiz günlerde özellikle Gıda Çarşısı bölümünün dev bir alışveriş merkezine dönüştürülmesi için bazı fikirler ortaya atıldı.
İzmir’in gıda ve inşaat malzemelerinde önemli ticaret merkezi olma özelliğini taşıyan bu iki çarşıya ulaşım, maalesef ilkel yollardan yapılıyor.
Çevre yolları ile İzmir’e gelen kamyonların, kuzey aksından çarşıya girebilmesi için öncelikle bir benzin istasyonunun içinden geçmesi, arkasından da kervanlardan kalma dar bir köprüyü aşıp ulaşması lazım.
Çarşının güney ucundaki girişin kamyonlar tarafından kullanılması ise neredeyse imkansız. Zira şehrin içinden geçip daha sonra iki önemli hastanenin yanından uzanarak, bu çarşıya girmek hem zor, hem de zahmetli...
Keşmekeşlik diz boyu
Diyelim ki, girdik. Karşımıza çıkan manzara ise tam bir keşmekeşlik. Düzensiz ve nerede ise çarpık denecek kadar başıboş bir yapılanma içinde işhanları, dev toptancı mağazaları ve bunların önlerine yığılmış koli koli, sepet sepet, palet palet ürünler...
Aralara serpilmiş bankalar, küçüklü büyüklü kulübe cinsi kaldırımı veya yolu işgal etmiş köfteciler ile sandviç büfeleri.
Büyük bir ticaret limanı olmasının yanı sıra ticaretin getirdiği zenginlik; şehri bir kültür, sanat ve hatta sosyal boyutta bir moda merkezi haline getirdi. Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren ise özellikle geçmişten gelen zengin ticaret kültürünün Anadolu’ya yayılmasına öncülük etti.
İzmir ekonomisinde serbest ticaret her zaman önemli yer aldı. Nitekim, son yıllarda İzmir’de bölgesel olarak yaşanan en hızlı gelişme Ege Serbest Bölgesi’nde kaydedildi. Bu bölgenin kurucusu ve işletmecisi konumunda olan ESBAŞ ise yaptığı çeşitli yatırımlarla sadece üretim ayağında değil, sosyal ve girişimcilik alanlarında da birçok ‘ilk’e imza attı.
Bardağın dolu tarafı
Bundan 20 yıl önce dümdüz bir tarladan başka birşey olmayan bu arazide şimdi yüzlerce fabrika ve işyeri bulunmakta. 236 işletme ESBAŞ’ı da faaliyette bulunurken yıllık 4 milyar dolarlık bir ticaret hacmi yaratılıyor. 17 bin 500 kişi bu bölgede istihdam edilirken; toplam 400 milyon dolarlık yatırım da bu bölgeye yapılmış durumda.
Bütün bunları ESBAŞ’ı övmek için söylemiyorum. Sık sık dile getirilen “İzmir’de yatırım yapılmıyor”, “İzmir geriliyor” söylemlerine karşı bardağın dolu tarafını da göstermeye çalışıyorum.
ESBAŞ’ın Türkiye’ye kazandırdığı en önemli gelişmelerden biri ‘Havacılık ve Uzay Kümesi’dir. Serbest bölgede yatırım yapmaya ikna ettikleri havacılık firmalarının yarattığı çekim alanı; birçok yerli ve yabancı havacılık firmalarının da bu noktaya doğru hareket etmesini sağladı.
Ege Ekonomiyi Geliştirme Vakfı’nın ESBAŞ ile birlikte yaptığı girişimler sonucunda ortaya çıkarılan ‘Türkiye Uzay ve Havacılık Kümesi’ önümüzdeki on yıl içinde ülkemizin dünyada stratejik olarak kabul edilen önemli bir sanayi dalını daha kazanmasında önemli bir rol oynayacaktır.
Turizm Bakanı Sayın Ertuğrul Günay, İzmir’den milletvekili adayı olduğundan beri yıllardır bir türlü el sürülmeyen hatta raflarda bekleyen-bekletilen projeler birbiri arkasına gündeme geldi.
Şimdiye kadar İzmir’in bir ‘turizm destinasyonu’ olması ile ilgili yapılmış en büyük ve belki de en kapsamlı proje; kruvaziyer turizmi için ayakbastı ücretlerinin İzmir Ticaret Odası tarafından ödenmesi oldu. Bu destek İzmir’i Doğu Akdeniz’de hakikaten önemli kruvaziyer limanlarından biri haline getirirken, rakamsal ve oransal olarak da bir gelişimin yanı sıra büyük bir sıçramayı da beraberinde getirdi.
Bu yıl 600 bin kruvaziyer yolcusu İzmir’de bir gün geçirecek. Hedef; İzmir’i geceleme yapılan, yolculuğun başlangıç noktası haline getirmek.
Son günlerde merak ettiğim, İTO tarafından ödenen ayakbastı paralarının artık verilmemesi durumunda karşımıza nasıl bir tablo çıkacağı.
Acaba İTO’nun bu gayreti arabanın tekerleğini döndüren ilk itici güç misali ayakbastı parası verilmese de yoluna devam eder mi?
Gemiler yine de gelir mi?
Yoksa hemen yarın tüm seferler iptal edilerek İzmir kruvaziyer destinasyonu olmaktan çıkarılır mı?
2020 EXPO’nun yapılmasının planlandığı alan ise 2015 EXPO adaylığımız döneminde yapılan detaylı araştırmalar sonucunda ortaya çıkan İnciraltı Bölgesi. Konum olarak incelendiğinde şehrin batı uzantısında bu kadar büyük bir organizasyonun yapılabilmesi için çok uygun bir alan. Gerek denize yakınlığı, gerek ulaşım bakımından güzel bir noktada.
İzmir bugüne kadar Alsancak semtinin ortasında bulunan Kültürpark içinde fuar aktivitelerini gerçekleştirdi. Büyükşehir Belediyesi yaptığı proje ile bugün için yetersiz olan Kültürpark içindeki fuar alanının, Gaziemir’e kurulacak bir ‘Yeni Fuar Alanı’na taşınması yolunda girişimlerde bulundu. Yaklaşık 350 bin metrekarelik arazi üzerinde yapılması düşünülen Yeni Fuar Alanı için kamulaştırma tamamlandı, projeler hazırlandı ve inşaat aşamasına gelindi.
Buraya kadar bir sorun yok gibi görülse de benim birbirine bağlayamadığım iki nokta var.
Gaziemir’de yapılacak ‘Yeni Fuar Alanı’, İzmir’in önümüzdeki 10 yılını şekillendirecek 2020 EXPO Projesi ile hiçbir alanda birleşmiyor, kesişmiyor.
Diğer bir deyimle, İzmir’e iki yeni fuar alanı yapılacak ve bunların hiçbir şekilde birbirleri ile bağlantısı yok veya birbirine katkısı olmayacak. Birlikte bir sinerji yaratmayacaklar.Öncelikle burada biraz daha iyi planlamaya ihtiyaç var kanısındayım.
Milano’nun farkı
2015 EXPO yarışında kazanan Milano şehrinin çok önemli bir söylevi vardı:
GEÇTİĞİMİZ hafta sonu İzmir’in yazlık sahil kasabasında Türkiye’nin en büyük limanının temeli atıldı. Havai fişekler, balonlar ve büyük büyük laflar ile attık temeli... Çandarlı artık hiçbir zaman eski Çandarlı olmayacak.
Limanın yapım aşamasının dokuz yıl olacağı ve üç aşamada tamamlanacağı söylendi. İlk aşama 2.5 kilometre uzunluğunda mendirek yapımı.
Çandarlı her ne kadar bir körfez görünümünde olsa da aslında açık deniz sayılabilecek bir bölge. Doğal korumanın olmadığı bu noktada limana gelen gemileri, mitolojinin denizler tanrısı Poseidon’un insafına bırakmamak için bu devasa mendireğin inşa edilmesi şart.
Yapım süresi üç yıl olan bu mendirek ile ilgili küçük bir karşılaştırma yaparsak; İzmir Alsancak Limanı’ndan, Konak Vapur İskelesi’ne kadar olan mesafe yaklaşık 2 bin 500 metre. Yani körfezin ortasına dev bir mendirek yapılacakmış gibi hayal edebiliriz. Sonraki üç yıl içinde yanaşma iskeleleri, depolama alanları birinci kısım, sonraki üç senede ise ikinci kısım inşaatları sürecek.
Dokuz yılın sonunda ortaya ne çıkacak? Türkiye’nin en büyük limanı... Yıllık ilk etapta 4 milyon, tam kapasite ile çalışınca 12 milyon konteyner kapasiteli bir liman. Yani diğer bir deyimle günde 11 bin 250 konteyner bu limandan yüklenip boşaltılacak. Önce her gün 11 bin 250, tam kapasite ile çalışınca 33 bin 400 TIR kamyonu bu noktaya gelecek ve buradan ayrılacak.
Bu TIR’ları arka arkaya sıralarsak yaklaşık 280 kilometreye ulaşırız.
Tam kapasite ile de 835 kilometrelik kuyruk oluşur.
BUGÜNLERDE 12 Haziran Genel seçimleri öncesi çılgın projeler birbiri arkasına ortaya çıkarılırken; ticari yaklaşım ve rant yaratma kapasitemizin aslında ne kadar büyük olduğunu da görüyoruz.
Peki, ya insana yatırım? Kanallar, köprüler adalar... Hepsi çok güzel, ama ya insana yatırım için önerilerimiz nerede?
Tarihsel olarak medeniyetleri incelersek, insanlığın gelişimindeki en önemli süreçlerin bilginin oluşturulması ve saklanması sonrası yaşandığını görüyoruz. Bergamalılar parşömen kağıdını icat ettikten sonra meydana getirdikleri büyük kütüphaneleri ile ün yaptılar. Bu kütüphanelerdeki 200 bin kitaplık hazine daha sonra Mısır’a hediye edildi. Bilgi yer değiştirdi. Gelişti yeni medeniyetler yarattı.
İskenderiye Kütüphaneleri Arap Alimleri’nin oluşmasına, Endülüs Kütüphaneleri Rönesans’ın başlamasına neden olmadı mı? Bugün iftiharla turistlere gösterdiğimiz Efes Antik Şehri’nin en görkemli yapısı Celsus Kütüphanesi değil mi?
İzmir, Cumhuriyet’in 100. yaşını kutladığı 2023 yılına hedefler koyarak hazırlanıyor. Bu hedeflerden biri de “bilim, kültür ve inovasyon şehri olabilmek” olmalı. Bilgi konusunda en önemli yatırımın ise insana yapılmalı.
Öğretim sistemimizin araştırmacı, sorgulayıcı bir gençlik yaratmada yetersiz olduğu sık sık dile getiriliyor. Milli eğitim sistemi içinde veremediğimiz bu ögelerin farklı ortamlarda verilmesini sağlamak zorundayız.
Batılı şehirlere baktığımızda kütüphanelerin ve kütüphaneciliğin ne kadar gelişmiş olduğunu görürüz.