Paylaş
-Sultan Veled?
Çok mühim bir sultan onu bilmeden Mevlana’yı bilmek mümkün değil.
-Sultan Veled’in kendisi Hz.Şems’ten de eğitim almış değil mi?
Evet.
-Öyle okudum, Sultan Veled’den geliyor soy değil mi?
Sultan Veled’den önce Mevlana’nın Mesnevi’yi birlikte yazdığı Hüsamettin Çelebi var. Kendileri vefat edince icazet babadan oğula, Sultan Veled’e geçiyor. O da gidiyor Hüsamettin Çelebi’ye, bu nasıl büyük bir sultan, ‘senin gibi bir mübarek ortada varken ben bu icazeti alamam, sen yaşadığın sürece babamın varisi sensin’ diyor ve bir devir Hüsamettin Çelebi idare ediyor. Vefat edene kadar, sonra Sultan Veled devralıyor.
-Mesneviyi yazan kişi?
Evet Hüsamettin Çelebi.
-Sultan Veled’den sonra Mevlana gibi o soydan inanılmaz biri gelmiş mi?
Sultan Veled’in oğlu çok büyük bir sultan. Aile sülaleden devam etmiş. Çok güzel insanlar gelmiş. Bana Esin Çelebi’nin babasını da tanımak nasib olmuştu. O da çok büyük bir öğretmendi. Yani güzel insanlarla devam etmiş. Mevlana, Türkiye’de ve Dünya’da en çok tanınan İslam mutasavvıfı ve İbn Arabi tabii. Her ikisi de Dünya’ya İslam’ı yayan ve İslam adına çok büyük vazife gören iki öğretmen.
-Şeb-i Aruz ve sema çok önemli Mevlevilikte…
Şeb-i Aruz, Mevlana’nın Allah’a kavuştuğu ve gelinin damadın elini öpmeye çıktığı gece diye adlandırdı. Sultan Veled’in de çok şükür vücuttan kurtuluyoruz dediği, hakikatine ulaştığı, ömrünce beklediği an ve gün. Sultan Veled babasının ölümünü ve kendi ölümünü önceden bildiği için çok şükür vücutlardan kurtuluyoruz diye tarif ediyor. Ondan sonra buradan da anlaşılıyor ki ölüm bir son değil, bir başlangıçtır. Mevlana şöyle anlatıyor; ‘Anne karnındaki çocuk nasıl çıkmak istemez, çünkü oh ben ne rahatım, nereye gideceğimi bilmiyorum’ der. Çıkınca da ‘vah vah, ben ne kadar rahatsız bir yerde yaşıyormuşum. İşte ölüm anı da böyledir.’ der. Çok daha geniş, çok daha rahat ve bütün vücudun arzu ve isteklerinden kurtulup, sevdiğimize kavuşuyoruz diyor. Bizim için ölüm zevk. Bir Müslüman o zevki bilir, onu bekler fakat tutturmaz öleyim diye. Çünkü yaşadığı her an idrakinin artacağını da bilir. O bakımdan Hz. Mevlana’dan biz düğün gecesi diye bunu öğreniyoruz. Hz. Mevlana semayı serbest olarak yapmıştır onu ayin-i şerif haline getiren Sultan Veled’dir. ,
-Nasıl yani?
Bugün Mevlevilikte sema ayini şerifinin her bir hareketi bir ibadettir. Abdest alınışından, selam verip çıkışlarına kadar tek tek her hareketin manası vardır. Fakat Mevlana zamanında böyle değil. Mevlana Sema’yı Hz. Ebubekir gibi yapıyor.
-Mevlana’dan önce Sema var mıymış?
Var, Sema hep var...
-Hz. Ebubekir?
Peygamberin en yakın arkadaşı ve ilk semayı İslam’da Allah’dan gelen bir hitapla onun yaptığı söyleniyor. Cebrail geliyor ve Peygamberimize diyor ki, ‘Söyle o kuluma dedi Allah, ben ondan memnunum acaba o da benden memnun mu?’ Allah diyor bunu Hz. Ebubekir için. Onun üzerine deliriyor Hz. Ebubekir, açıyor ellerini, başlıyor dönmeye.
Allah, Hz. Ebubekir ve Hz. Hatice’ye Peygamber’e yaptığı yardımlardan dolayı Cebrail (a.s.) ile özel selam yollamıştır.
Dönmenin çok büyük anlamı var. Kabe etrafındaki dönmek de öyle. Yani kalp etrafında harekete geçiyorsun, harekete geçmek diriliş anı, aydınlanma dediğiniz sizin. Merkezde Allah var, herkes o aşkla, onun hakikati etrafında dönüyor. Tabii bu dönmenin bir kıyafeti var; yokluk. Yani ölü hale geçmeden semanın faydası olmaz. Semada ellerin açılışı, kulun ancak Allah’tan nasiplenirse kula yardım edebileceğini öğretiyor. Yani kulda aslında hiçbir güç ve kuvvet yoktur, ancak Allah isterse kul hizmete döner. Bunu istemektir sema. Sema da, bu durumda bir çeşit ibadet oluyor. Zira ibadet Allah’la ilişki kurmaktır. Sultan Veled bunu anlatmış.
-O akışla irtibata geçiyor...
Aynen aydınlanma dediğiniz var ya işte o.
-Son dönemde yeni bazı makinelerle bedeni ve aurayı analiz ediyorlar. Hepsinin dönüş içinde olduğunu, dönme olmadığı zaman hastalıkların ortaya çıktığını tespit ediyorlar. Yani dönüş sırasında o kaynakla bağlantı kuruluyor...
Orada abdestin de çok büyük önemi var. Çünkü tertemiz olduğun halde ibadet etmek için yeniden abdest alıyorsun değil mi? Abdest her şeyden suyla dirilmek, organların suyla dirilmesi ve idrakin artması için, dünya ile ilginin kesilmesi için yapılan hazırlık demektir. Biz böyle yalapşap alıyoruz ya, öyle değil.
-Dünya’da herkes Mevlana’nın bilinciyle yaşasa bence hepsi Müslüman olurdu. Ya sizce?
Doğru ama Allah’a teslim olur. Müslümanlık şeklen olmasa da herkes Allah’a teslim olur. Neden? Çünkü yapanın, yaptıranın Allah olduğunu idrak eder. Mesele o. Müslümanlığı orada teslimiyet olarak algılayın lütfen.
-Kenan Rifai’den Samiha Ayverdi’ye geçti değil mi?
Devrim değil mi?
-Ona icazetini verdi yani...
Şeklen verilmiş bir icazet yok, manada... Samiha Ayverdi devrimcidir, bütün ritüelleri kaldırdı. Öyle geldin, elimi ayağımı öptün, işte şunu bunu yaptın gibi ritüellerin hepsini kaldırdı.
-Kenan Rifai’de var mıydı bunlar?
Hayır, o da minimuma indirmişti ama o devir onu istediği için şekli ibadette vardır. Samiha hanım hepsini kaldırdı çünkü Cumhuriyet kadınıydı. Bir Mevlevi Şeyhi, hocam Kenan Rifai’ye, ‘Eskiden tekkelerde demsâzdık, şimdi cumhuriyetten sonra olduk bir düdük’ demiş. Hocam da demiş ki ‘neden şimdi de kalp tekkesinde dilsâzız, kalbin etrafında dönerek aynı ibadeti yapıyoruz. İslam’da ibadetin yeri mi var?’ demiş. Yani şekilden kurtulup manaya yönelmek... Samiha anne de aynı şeyi yaptı. Kendine hiç kimseyi kabul etmedi. Öğretiler Kenan Rifai hazretlerine aittir. Dünya’da zerrece itibarım varsa hocamdandır, dedi. Eline kalemi aldı. O zaman dînî kitap yazılmıyordu, o da romanla anlattı, tarihle anlattı, makalelerle anlattı. Yayınlanmış 45 eseri var Samiha annenin. Halâ da yayınlanmakta. İnsan ve Şeytan’ı vermek isterim mesela size. Kitaplarında şekilden çok mananın etkili olduğunu yazdı ve bunu yaşayarak da gösterdi. Bir profesörler ordusu yetiştirdi. İnsanları bilime ve ilime yöneltti. Onun yanı sıra ahlak-ı Muhammediye’ye yöneltti, güzel ahlakı öğretti, yaşadı ve gösterdi. Yazdı yazdı. 80 küsur yaşına kadar hiç bırakmadan, o kalem elindeydi. O ışığın savaşçısıydı diyorum ben. Çünkü hakikaten o ışığı yaydı dünyaya. Ben de istiyorum ki onun kitapları da İngilizce’ye çevrilsin ve dua alayım inşallah.
-
Paulo Coelho diyor ki “J harfli mürşidim bana Kenan Rifai’nin sabrını anlattı ve öğretti’. J harfli mürşidim dediği Efendimizin Kanada’da yaşayan torunudur. Paulo Coelho ondan çok ders almıştır. Ben de Hocamın yazısının İngilizcesini gönderdim, böyle de bir irtibatımız var. Birçok kitabında da hocamdan bahseder.
-Samiha Ayverdi’den de size geçti.
Hayır haşa ben kim oluyorum. Annem biraz devraldı. İki vazife vardı o zaman; işin ilmî kısmı Kubbealtı Akademisinden yayıldı. Samiha anne ayrıca dernekler de kurdu. Bugün devri idare edenlerden bile ‘Biz Kubbealtı’ndan eğitim aldık’ sözünü duyduk. Yani Kubbealtı diye bir akademi kurdu ve orada her düşüncede öğretmeni davet edip, konferans vermesini sağladı. Öğrencilere de açtı, yeme içme bedava idi. Öğrenciler her konunun -mesela iktisat- en büyük uzmanından bilgi aldılar, tartıştılar. Dini konuda en büyük uzmandan bu şekilde alınan bilgiler ve tartışmalar da o devrin gençliğini yetiştirdi. Samiha Ayverdi bunun akademik olması gerektiğini bilerek, o zaman akademide yapamadığı için, bu işi böyle bir vakıfta, Kubbealtı’nda yaptı. Araştırırsanız bunları göreceksiniz. Sonra Samiha annenin vefatından sonra İlhan Ayverdi- kendi gelinleri -Kubbealtı’nı idare etti. Annem de manevi sohbetler yaptı. Şeklî bir şeyhlik kalmadığı için biz enstitülerde bunun hizmetçiliğini yapıyoruz.
-İnternette Mesnevi’yi yorumladığınız dersleriniz var galiba?
Yayınlanıyor. Hala Mesneviyi anlatıyoruz, devam ettiriyoruz. Hiç bitmez o. 6 cilt üzerine devamlı yorumlar yapıyoruz, Perşembe günleri anlatıyoruz.
-Bitmez derken bir tur tamamlandı mı?
Ben kendim de altı ayrı Mesnevi şerhini hocamın emriyle, Nermin Suner Pekin hanımefendi ile çalıştım. Dünya’daki bütün Mesnevi şerhlerini çalışmak nasip oldu. Bunların içinden tabii ki beni en etkileyen Hocamınki oldu, çünkü şerh var. Mesela ‘Padişah ata binip indi’ diyor Mevlana hazretleri. Hocam diyor ki; ‘o senin ruhundur, at himmet atıdır. Ruh bu aleme geldi, nefsine aşık oldu’ diyor. ‘İşte cariyeye aşık oldu ama cariye hastaydı çünkü cariye de kuyumcuya aşıktı’ diyor. Senin için de, ‘dünyaya aşıktı demek istiyor’. Böyle yorumlayınca hemen iş bana dönüyor. Kenan Rifai Hazretleri’ne ait birinci cildin şerhi var. Diğerleri de şimdi bir öğrencimiz tarafından doktora tezi olarak çalışılıyor. Var defterleri de, kitap haline getiremedi.
-Eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Benim anlatmaya çalıştığım bu alemde; bir kere İslam’a hizmettir. Bunun içinde hakiki İslam, yani birlik ve beraberliğe hürmet var, hoşgörü ve sevgi var, tolerans değil hoşgörü var. Batı tolere eder, alim olduğu için zorla kabul eder. Doğu hoş görür. ‘yaratılmışı severim yaradandan ötürü’ der. Yani şunu insanlar bilmeli ki, benim bir iddiam yok. Ölünce ne adım kalacak ne sanım. Ama öbür alemde kabul edilmek niyazım. Benim gözüm öbür dünyada mevkide falan değil, hiçlikte ve yoklukta. Ama bu dünya için olan bütün çalışmalarım, Allah’a hizmet etmek için. Onun için herkesi seviyorum, kimseye bir düşmanlığım yok. Bu anlayışın gelmesini istiyorum ve bütün branşların da bu anlayışı getirmelerini istiyorum. Bir örnek vereyim; bizim bölümümüz kurulalı iki üç sene oldu. Tek şikayetin gelmediği, en sevilen bölüm bizim bölüm. Rektör toplantı yapmış-rektörümüzü de çok seviyoruz. Toplantıda, ‘nasıl olur da bu kadar seviliyorsunuz. Hani hiç şikayet yok sizin bölümden’ deyince, bizim enstitü müdürümüz Prof. Elif Erhan Hanım, “Çünkü biz öğrencilere önce hiç kusur görmemeyi öğretiyoruz.’ diye cevap vermiş. Dolayısıyla kusur görmezsen, dünyaya güzel bakarsan, güzel görürsün. Aynı yeri cennet de yapabilirsin, cehennem de. O şekilde yaşamak ve bütün branşlarda ahlakı uygulamak.
-Atatürk’le ilgili hocanızın bir beyanatı var mı?
Böyle bir şaibe var. Atatürk’ün kendisine Milli Eğitim Bakanlığı teklif ettiğine dair ama çok emin değilim. Kendisinin de cevaben hürmetsizlik etmediğini, fakat din adamının siyasetçi olamayacağını anlattığını çok iyi biliyoruz. Atatürk aleyhine konuşanları da azarlardı...
-Aileniz ne kadar zamandır bununla ilgili?
Anneannem ve dedem ilk intisab edenler. Ben tasavvufu yaşayan bir evde büyüdüm. Hocamın ilmini, yaşayarak gösterdiler. Annemin hiçbir şeyden şikayet etmediğini biliyorum. 1960 senesinde babam idamla yargılandığında Demokrat Partiliydi, anneciğimin başı secdedeydi. ‘Çok şükür Hz. Yusuf’a eşlik ediyoruz’ dedi bize. Bizi böyle yetiştirdi.
-Hz. Yusuf?
O da hapise sokuldu ve senelerce zindanda kaldı. Aslında o vücut zindanıydı tabii, onu anlatıyor ama şeklen zindanda olduğu söyleniyor. Sonra kral oldu biliyorsunuz. Yani eve hırsız girdiği zaman, ‘O hırsızın çok ihtiyacı varmış, almış gitmiş çok şükür’ diyen bir annem vardı.
Kerim Güç: Biz korku filmi seyredemezdik anneannemle. Mesela Frankeştayn seyrediyorsun korkmak istiyorsun, o, ‘Ya, ne güzel Allah aşkını anlatıyor bu film, aslında arkasında şöyle hakikat var’ diyor. Korku filminin en son karesini seyrediyorsun, ‘ya adam aslında çok kötü bir şey değil, iyi yönü vardır mutlaka’ diyor. Korku filminden bir zevk alamadık yani. Her şeyden memnundu...
-Babanız milletvekili miydi?
Babam milletvekili değildi ama çok nüfuzluydu. Hem Kızılay Başkanı, hem Fatih İlçe Başkanıydı. Hem de Florance Nightingale’i ilk defa o kurduğu için Türkiye’de, yüksek hemşire okulunun Lejyon Denor nişanı vardı. Fransızlar nişan taktılar. Memlekete hizmet için yaşayan bir adamdı. Haftada bir gün bedava hasta bakar, her sene de, normal bir doktordan daha ucuza hasta baktığı için tabipler odasından ihtar alırdı. 3.5 sene hapiste kaldı, sonra doktorluğuna devam etti. Ailemin hiçbir ferdinde, hiçbir şeye itiraz görmedim. Her şeyden memnun olma zevkini bize yaşattılar.
Paylaş