Vücudumuzda bulunan en önemli proteinlerden biri olan kolajen; cilt, kemik ve eklem sağlığımız için önemli bir rol üstlenir. Kolajen, vücudumuzdaki proteinlerin yaklaşık yüzde 25’lik kısmını da oluşturur. Yaşadığımız süre içinde vücudumuz doğal olarak kolajen üretir ancak yaşlandıkça bu üretim azalır. Vücudumuzdaki tüm doku ve organlar için gerekli olan ve hastalıklara karşı kalkan görevi üstlenen kolajen, günümüzde kemik ve cilt sağlığımızı korumak anlamında önemli bir yere sahiptir. Kolajen proteininin 16 tipi bulunmaktadır. Ancak vücudumuz için özellikle 4 tipi çok önemlidir. Vücuttaki kolajenin yüzde 90'ı Tip 1 kolajendir. Organlar, bağlar, tendonlar ve ciltte bulunan tip 1 kolajen, kemikleri destekler, cilde gerginlik ve elastikiyet verir, dokuları bir arada tutar ve yaraların iyileşmesini sağlar. Tip 2 kolajen ise eklemlerde ve elastik yapılı kıkırdaklarda yer alır. Özellikle spor yapanlarda eklem ve kıkırdak harabiyetine karşı Tip 2 kolajenin yeterli olması gerekir. Tip 3 kolajen, kalp ve kan damarları ile kan dokusunu oluşturmada önemli rol oynar. Tip 10 kolajen ise eklem kıkırdakları ile yeni kemiklerin oluşumunda görev alır. Kemik kırıklarının onarımı için önemli bir proteindir. Bu özellikleri nedeniyle kolajen ile ilgili birçok bilimsel araştırmada yapılmıştır.
Kolajeni azaltan nedenler
Yaşlanma, sigara-alkol tüketimi, vücuttaki oksijen azlığı, beslenme yetersizlikleri ile güneş ve diğer dış etkenler nedeniyle 20’li yaşların ortalarından itibaren vücutta kolajen sentezi azalır. Kolajen kaybı sonucunda deri esnekliğini, parlaklığını ve yumuşaklığını kaybeder, donuklaşır, kırışır ve kahverengi lekeler başta olmak üzere renk değişiklikleri oluşur. Bunun sonucunda deride sarkmalar ve kırışıklıklar meydana gelir. Vücutta kolajen sentezinin azalmasıyla birlikte ayrıca bağlar, dokular ve kıkırdaklar esnekliğini kaybetmeye başlar. Bunun sonucunda ise osteoporoz ve romatizma başta olmak üzere çeşitli hastalıklar ortaya çıkar. Günümüzde kemik ve eklem sorunlarıyla mücadelede kolajen hidrolizatı yaygın bir şekilde kullanılmaktadır.
Günlük 10 gram kolajen
Yapılan klinik çalışmalara göre kolajen hidrolizatın olumlu etkilerinden faydalanmak içinse düzenli ve önerilen kullanım dozu miktarında tüketmek gerekmektedir. Araştırmalara göre önerilen günlük doz, 10 gram olarak belirtilmiştir. Belirlenen bu miktarda kolajen hidrolizat alımının eklem, kemik ve cilt sağlığı üzerinde yararlı etkileri olduğu tespit edilmiştir.
Cilt kusurlarında iyileşme sağlıyor
Kolajen hidrolizatının besin yoluyla alınmasının faydaları hakkında yapılan bir araştırmada, günlük oral yolla kolajen hidrolizat alımı sonrası UV-B ışınlarından zarar görmüş olan deri üzerindeki etkisi incelenmiş ve zararlı güneş ışınları ile foto-yaşlanmaya bağlı olarak oluşan cilt kusurlarında iyileşme sağlamasının yanı sıra derinin su tutma kapasitesinin arttığı ortaya koyulmuştur. Diğer klinik çalışmada ise besin yoluyla kolajen hidrolizatı alan kadınların ciltlerinin su tutma kapasitesinin, kolajen hidrolizatı tüketmeyenlere oranla arttığı gözlenmiştir.
Kemik gelişimine yardımcı oluyor
Koronavirüs ve üst solunum yolu hastalıklarından korunmak için güçlü bir bağışıklık sistemine sahip olmamız gerekir. Doğal ve bitkisel ürünler de vücut direncimizi artırmada en önemli silahlarımızdan biridir. Geleneksel Hint tıbbında sıkça kullanılan udi hindi bitkisi, adı fazla bilinmese de özellikle mikrop arındırıcı özelliği nedeniyle ciddi bir bağışıklık sistemi güçlendiricisidir. Özellikle Hindistan ve Malaya adalarında sıkça karşılaşılan udi hindi ağacı, Asya ülkelerinin birçoğunda yetişir. Udi hindi ağacı, mevsim geçişlerinden etkilenmez ve yapraklarını dökmez. Bitkinin diğer adı ise öd ağacıdır. Günümüzde modern tıpta da kullanmaya başlanan udi hindi bitkisi, doğru ve düzenli tüketilmesi durumunda bağışıklık sisteminin güçlenmesine, vücuttan mikropların atılmasına ve birçok hastalığın tedavi sürecinin hızlanmasına destek olur. Udi hindi, diğer bitkilerden biraz farklı olarak daha çok yağ ve toz halinde tüketilir.
Udi hindinin faydaları
Vücut direncini arttırır: Bal ve zencefil ile birlikte karıştırılıp, tüketilmesi durumunda, vücut direncini artırmaktadır.
Enfeksiyonlara karşı faydalıdır: Özellikle toz haline getirilmiş udi hindi bitkisi, balla karıştırılarak tüketilmesi halinde antibiyotik özelliği kazanır.
Vücuttan mikropların atılmasını sağlar: Antioksidan özelliğine de sahip olan udi hindi, düzenli bir şekilde kullanılması halinde vücuttan mikropların atılmasında oldukça yararlıdır.
Pandemi nedeniyle 2020 yılı tüm dünya için çok zorlu geçti. Hastalanma korkusu, sokağa çıkma yasakları ve saat sınırlamaları derken bir yılı daha geride bırakıyoruz. Bu sene salgın nedeniyle geçtiğimiz yıllardaki gibi otellerde ve restaurantlarda yılbaşı programları olmayacak. Ancak, evlerde de olsak sevdiklerinizle birlikte kurulacak sofralarda, sınırsızca sağlıksız yiyecekler tüketilecek. Tüketilen bu besinler ise yeni yılın ilk gününde birçok kişide pişmanlık yaratacak. Ancak, böyle bir pişmanlık yaşamadan bu özel gecenin tadına varmak da mümkün. Dilediğini yiyip içerek yeni yılı karşılayanlar, yapacakları detoks uygulamaları ile bir önceki gecenin kaçamaklarını telafi edebilir, aldıkları toksinlerden arınabilirler.
Pişman olmamak için detoks yapın
Yılbaşı sofralarında yemekler, gece geç saatlere kadar tüketilmeye devam eder. Bu durumdan ise vücudumuz olumsuz etkilenir. Yılın son gecesi diyerek, alacağınız fazla kaloriler ve tüketeceğiniz alkollü içecekler, maalesef ki vücudunuzda yağ olarak depolanacaktır. Eğer bu yağları ertesi gün yapacağınız detokslarla dışarı atamazsanız kalıcı olma ihtimaliyle karşı karşıya kalacaksınız demektir. Bu nedenle yeni yıla sağlıklı bir şekilde girebilmek ve bir önceki gün tüketilen besinlerden pişman olmamak için, yeni yılın ilk gününde yapacağınız arınma detoksu sağlığınız açısından faydalı olacaktır.
Yeni yıl sofrasında porsiyonlara dikkat!-Akşam çok yemek yiyeceğinizi düşünerek, gün içerisinde aç kalmayın. Bu durum metabolizmanızın yavaşlamasına neden olacaktır. Bu nedenle günlük yemek düzeninizi bozmayın.
-Yılbaşı gecesi sofralarda daha uzun oturulacağı için tabağınıza az porsiyonda yiyecek alın ve yavaş tüketmeye özen gösterin.
Koronavirüs vaka sayılarının artış gösterdiği ve diğer kış hastalıklarının da etkisini arttığı bugünlerde her zamankinden daha dikkatli olunması gerekiyor. Üst solunum yolu hastalıklarına karşı vücudumuzun savunma ve virüslerin giriş noktası olan boğaz bölgesinin korunması ise bu hastalıklarla mücadele büyük önem taşıyor. Yapılan araştırmalar, boğaz pastillerinin bariyer görevi görerek, virüslerin çoğalmasını engellediğini ve bu hastalıklarla mücadelede etkili olduklarını gösteriyor. Üst solunum yolu rahatsızlıklarından korunmak için en temel tedbirler, elbette ki kişisel temizlik, maske kullanımı, sosyal mesafe, kalabalık ortamlardan uzak durmak, dengeli beslenme ve yeterli uykudur. Ancak, bitkisel malzemelerle elde edeceğiniz doğal pastiller sayesinde, boğaz ağrılarını, boğaz kaşıntısını, yanmalarını ve boğaz kuruluğunu giderebilir, virüsün çoğalmasını engelleyebilirsiniz.
Boğaz pastili neden önemli?
Üst solunum yolu enfeksiyonlarına karşı boğaz bölgesinde bir set oluşturan boğaz pastilleri, virüsün akciğere ulaşmasını zorlaştırıyor. Virüsün ilk kuluçka merkezi tükürük ve boğaz hattı olduğu için bu bölgeyi korumak oldukça önem kazanıyor. Doğru pastil kullanımı ile hem virüsten korunabilir hem iyileşmeyi hızlandırabilir hem de başkalarına bulaştırma riskini azaltabilirsiniz. Bu özellikleri nedeniyle kalabalık yerlerde, toplu taşımada ve marketlerde vakit geçirirken, bitkisel boğaz pastillerinin koruyucu özelliklerinden de yararlanabilirsiniz.
Boğaz pastili nasıl kullanılmalıdır?
-Oral yolla alınan boğaz pastilleri ağız içinde emilerek tüketilmeli, doğrudan yutulmamalıdır. Ağızda yavaşça çözünmesine izin verilerek, tükürükle birlikte yutulmalıdır.
Her yıl milyonlarca kadın meme kanseri nedeniyle hayatını kaybediyor. Türkiye'de her 10 kadından 1’inin meme kanseri ile karşı karşıya kalması ise tablonun ciddiyetini gözler önüne seriyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün araştırmalarına göre, dünyada her yıl 2,9 milyon kadın, meme kanserinden etkileniyor. Bu hastalık, sadece kadınlarda değil erkeklerde de görülebiliyor. Her 100 meme kanserinden biri, erkekte ortaya çıkabiliyor. Ancak, hastalık erkeklerde daha agresif seyrediyor.
Erken tanı hayat kurtarır Günümüzde farkındalığın artması, erken tanı ve tedavi olanaklarının gelişmesi meme kanserinde ölüm oranlarını azaltabiliyor. Meme kanseri, erken teşhis edildiğinde tedavisi mümkün bir hastalık. Bu nedenle hastalığın erken fark edilmesi hayati önem taşıyor. Hastalığın erken tanılanmasında en önemli etkenlerin başında kadının her ay kendini muayene etmesi geliyor. Bu muayene, adet başlangıcından 5-7 gün sonra yani hormon etkisinin en az olduğu dönemde yapılmalıdır. Bunun yanında her yıl bir kez düzenli hekim muayenesi olunması, 30 yaşından itibaren meme ultrasonu ve 40 yaşından sonra her yıl bir kez mamografi yapılması, erken tanı için olanak sağlıyor.
Meme kanseri neden olur? -Meme kanserinin oluşumunda kişiye bağlı nedenler, genetik ve çevresel faktörler etkilidir. Ailesinde meme kanseri öyküsü bulunan bireylerde bu hastalığa yakalanma olasılığı diğer bireylere oranla daha yüksektir.
-Cinsiyet ve yaş: Çoğunlukla 50 yaş ve üzerinde görülen meme kanserinin 35 yaş ve altında rastlanma sıklığı azdır.
Vücudumuzdaki en önemli organlardan biri olan karaciğer, karın boşluğunun sağ üst kısmında yer alır. Karaciğer, vitamin ve minerallerin depolanması, enzim ve protein sentezi, alkol, ilaç ve toksik maddelerin vücuttan uzaklaştırılması gibi birçok hayati görevi üstlenir. Ancak karaciğer, işlevini tam olarak yerine getiremez ise ciddi hastalıkların ortaya çıkmasına da neden olur.
Pandemi sürecinde karaciğer yağlanmasına dikkat!
Pandemi sürecinde evlerde çok fazla vakit geçirilmesi ve normal yaşantıya göre daha az hareket edilmesi nedeniyle karaciğer yağlanmasında artış gözlenmektedir. Çünkü sağlıksız beslenme ve hareketsiz yaşam tarzı, karaciğer yağlanmasının ana nedenleri arasındadır. Günümüzde her 4 kişiden birinde karaciğer yağlanmasına rastlanmaktadır. Geçtiğimiz yıllarda açıklanan istatistiklere göre; Türkiye'de 19 milyon yağlı karaciğer hastası bulunuyor. Maalesef ki bunların 2.5 milyonunu çocuklar oluşturuyor.
Karaciğer yağlanmasının iltihap ile birlikte seyretmesi ise alkol kullanımına bağlı olmayan karaciğer yağlanmasına neden oluyor. Kısaca NASH (Non-alkolik steatohepatit) olarak tanımlanan bu hastalık sinsi seyrediyor ve hastalar genellikle ileri evre siroz oluşana kadar hiçbir belirti hissetmiyor. Siroz ise karaciğer nakline kadar götüren bir rahatsızlık... Türkiye'de yaklaşık 3.8 milyon kişinin NASH sorunuyla karşı karşıya olduğu ve önemli bir kısmında da karaciğer sirozu gelişeceği tahmin edilmektedir. Vücudumuzdaki işlevini yerine getirmediği zaman ciddi sorunlara neden olan karaciğerimizin sağlığını koruyabilmek içinse öncelikle beslenmemize çok dikkat etmemiz gerekir.
Karaciğer dostu doğal besinler
Doğal gıdalardan zengin bir beslenme tarzı, sağlığımız için çok önemlidir. Özellikle toksik yükün arttığı, hareketin azaldığı, doğal gıdalara erişim şansımızın kısıtlandığı bir ortamda, karaciğer dostu gıdalarla beslenmek ve bu besinleri düzenli tüketmek ayrı bir önem kazanıyor.
İşte size karaciğerinizin sağlığını destekleyecek bazı besinler...
Çin, Amerika ve Avrupa'da yıllardır kullanılan ve alternatif tıpta da önemli bir yere sahip olan dulavrat otu, insan sağlığına oldukça yararlı bir bitkidir. İçerdiği etken maddelerin antioksidan, ateş düşürücü, antimikrobiyal ve idrar söktürücü özelliklere sahip olması nedeniyle dulavrat otu, birçok hastalığın tedavisinde kullanılır. Papatyagillere ait bir çiçek türü olan dulavrat otu, dikenli bir bitkidir. Yaz aylarında mor çiçek açan bu bitkiyle yol kenarlarında sıkça karşılaşabilirsiniz. Ancak doğal bir antibakteriyel olmasına karşın bu otun bazı durumlarda tüketilmesi zararlı olabilir. Bu nedenle kullanılmadan önce mutlaka bir fitoterapi uzmanı hekime danışılmalıdır.
Dulavrat otunun faydaları nelerdir? -Yapılan çalışmalar, dulavrat otu detoksunun organ sağlığını iyileştirmeye destek verdiğini göstermektedir.
-Kanın temizlenmesine yardımcı olur. Bu özelliği nedeniyle dulavrat otu, 17'nci yüzyıl Avrupa'sında uzmanlar tarafından zührevi hastalıklarda kullanılmıştır.
-İltihap gidericidir ve vücuttaki serbest radikallerin gelişmesine engel olma özelliği bulunur.
-Dulavrat otu, ayrıca cilt derisinin elastikiyetini korumasını sağlayarak, cildi güzelleştirir.
-Dulavrat otu, inülin adı verilen çözünür ve prebiyotik bir lif içerir. İnülin, sindirimin iyileştirilmesine yardımcı olur ve doğal olarak kan şekeri seviyesini de düşürür.
Covid-19 vaka sayılarının ciddi bir şekilde artış göstermesi nedeniyle saat kısıtlamaları ve sokağa çıkma yasakları yeniden hayatımıza girdi. Hastalığa yakalanma korkusu ve sokağa çıkma yasakları maalesef ki, hayatımızı zorlaştırarak daha fazla strese maruz kalmamıza neden oluyor. Yapılan araştırmalar göre; stres yaratan durumlarla karşılaşıldığı zaman, genellikle zararlı yiyecek seçimlerine yöneliyoruz. Mesela daha fazla kahve tüketiyor, su içmeyi ihmal ediyor, fast food tarzı besleniyor ve tatlı tüketimini artırmak gibi hatalı seçimler yapıyoruz. Ama bu durumu tersine çevirebilir, sağlıklı besinler tüketerek, stres ile baş edebilirsiniz.
Vücudumuz strese nasıl tepki verir?
Strese girdiğimiz zaman vücudumuzdaki her organın bu duruma tepki verdiğini söyleyebiliriz. Öncelikle organlarımız aşırı bir şekilde çalışmaya başlar. Kalbimiz daha fazla atar, kan şekerimiz yükselir. Bütün kaslarımız kasılır. Beynimize daha fazla kan gider, aşırı bir heyecan ve panik durumu yaşarız. Baş edebileceğimizden daha fazla ve uzun süren stres durumunda ise bedensel ve ruhsal hastalıklarla karşı karşıya kalırız.
Stresin beraberinde getirdiği hastalıklar
-Stresli durumda baş ağrıları sıklaşır.
-Aşırı gerginlik sonucu; mide ülseri, reflü ve hazımsızlık görülebilir.