Paylaş
Denizi gördüğün an, içine girmek için yaratılmışsın sanki. Girmezsen ölecekmişsin gibi. Mayon zaten dün geceden beri üzerinde. Hazır ve de nazır. Baban duymaz ve durmaz, sen kahrolursun. Ufukta her deniz göründüğünde sabır talimi yapmaktan yorulursun. Ama yazlığa varır varmaz yeni bir dünya serilir önüne.
Birbirinden tuzlu, birbirinden mavi kapılar açılır. Sen anlamadan kayış gibi olur derin. “Marsık gibi karardın” der annen. Sen marsığın anlamanı bilmeden. Saçların oksijen yağmuruna tutulmuş gibi sararır. Yaz dediğin zaten kendinden tatil. Hafif. Aşkların en samimisi. Hayatın içinde hayat gibi. Hatta hayatın en çiçekli ön bahçesi. Ama gel gör ki, o bile içinde deniz anaları barındırır. Deniz kestaneleri batar ayaklarına ayaklarına. Cildin haşlanmış patates gibi soyulur. Şişme botun üzerinde Don Kişot gibi rüzgarla savaşırken, gelip seni fır hattından balıkçılar kurtarır.
Mutlaka, mutlaka zıtlıklar olacak ki bu hayatta, iyinin güzelin değerini bilesin. Geceyle gündüz, sağlık ve hastalık, yaz ve kış gibi. Bak ve şükret. Hayat seni nerelere sürükledi. Hayatında ilk kez artık yazlıkçıların olduğu yerde kışlıkçısın. Seni gidi bilmiş! Artık yazın içinde kış, kışın içinde yazlar olduğunun farkındasın. Hiç bir mevsimin 3 aylık bavulun içine tıkıştırılamayacağını çoktan anladın. Bak ne güzel uyandın bu sabah. Cem, kankaları Efe ve Can’la fısır fısır rüzgarlara çalışırken. Güneydoğudan esen keşişleme, kuzeybatıdan esen karayel miydi? Acaba bu kropi mi yoksa camadan bağı mıydı? Onları da artık Foça Yelken İhtisas Kulübü’ne teslim ettiniz. Eti sizin kemiği bizim dediniz. Çıkarsın çocuklar yazın tadını. Kendilerini rüzgarlara bıraksın. Orsa, apaz, pupa ne demekti? Dertleri hep bu olsun.
Paylaş