Paylaş
Onlarca farklı mesleklerden gelen her birimize. İzmir Özel Saint-Joseph Lisesi’nde. Kiminin masasında kocaman “endüstri mühendisi” yazıyor. Kimininkinde “avukat.” Benim masamdaysa “gazeteci.” Ve bak şimdi: Her bir masayı dükkan gibi düşün. Her bir meslek mensubunu da heyecanla müşteri bekleyen dükkan sahibi. Ve tabii müşteriler de öğrenci. Masaların arasında dolaşıyorlar. İlgilerini çeken mesleği bulduklarında tak diye karşımızdaki boş sandalyeyi çekip oturuyorlar. Ve başlıyorlar ileride seçmeyi düşünebilecekleri meslekle ilgili, gençliğin kendinden ateşli, turbolu sorularını sormaya. Her biri filtresiz. Hepsi de zehir gibi.
BİZİM EKSİĞİMİZ NE?
İlk birkaç dakika bildiğin sinek avlıyorum. Tek bir siftah yok. Elimi ayağımı nereye koyacağımı kestiremiyorum. Tavana bakıp tesadüfen buradaymışsın ve umurunda değilmiş gibi ıslık çalsan olmaz. “Gazeteciye geliiiiin gazeteciyeeeeee” diye semt pazarcısı gibi çığırsan yakışık almaz. Zaten beynimin fonunda Fleetwood Mac’tan “You can go your own waaaay!” çalıyor ne hikmetse. Ben de fonumdaki müziğe mi uysam? Gülümseye gülümseye, yandan yandan minik bale hareketleriyle, bir koşu tuvalete gidiyormuş gibi yapıp, okulun arka kapısından kaçıp, şarkıdaki gibi kendi yoluma mı aksam?
Göz ucuyla bakıyorum psikoloğun masasının önü tıklım tıklım. Al ve nazarlardan sakla maşallah. Çatlarsın. Sanki yıl sonu yüzde 50 üzerine bir yüzde 50 daha indirim yapmış, bu öldürücü şok darbeyle kapısında kuyruklar oluşmuş. E şehir planlamacı ve diğerlerinin de öyle. Moralim yerin altında eksi yüzlerde. Peki ya benim mesleğimin eksiği ne?
Alıp kalemi elime, masamdaki kartonun üzerinde yazılı “gazeteci” sıfatını karalayıp, çarpıyla çizsem? Altına, “youtuber, bloggır, animeytır, snepçetır, dijitıl dayrektır” mı eklesem? Ya da Steve Miller’dan “I’am a grinner, I’am a lover...” diye sıfat üzerine sıfat sıralayan The Joker şarkısını mı söylesem? Onların meslekleri her daim klasik de, bizimki neden ezim ezim eziliyor, eskimiş kalıyor her gelen yeni teknolojinin tekerleklerinde? Her yeni çıkan aplikasyonunun dev dalgalarının köpüğünde.
NELER NELER SORUYORLAR
Sonra lüle lüle saçlı liseli kız dikiliyor önüme. “Merhaba” diyor. “Ben aslında yazı yazmayı çok seviyorum. Ve bu gazeteciliği kapsar mı bilemiyorum.” Kapsamaz mı? Sana onlarca başka mesleğin kapısını da açar. Dört elle sarılıyorum bu fikre. Sonra arka arkaya gelmeye başlıyor başka birileri. Hepsi birbirinden genç ve birbirinden liseli. Ve öyle, öyle güzeller ki.
Laflar lafları açıyor. Dakikalar dakikaları hızla kovalıyor. Dünya, hayat vesaire. İşte her şey olduğu gibi zaten çırılçıplak önümüzde. Kimse kimseyi kandıramaz. Hele bir liseliyi lolipop verip yollayamaz. Neler neler soruyorlar bir bilsen. İçinden demokrasi, sansür, ifade özgürlüğü ya da cezaevi kelimeleri de geçen. Tarihe tanıklık etmek isteyenler de var. Çok insan tanıyıp, yolculuklar yapıp, çok hikaye dinlemek ve aktarmak isteyen de. Kiminin moda editörlüğü yapmak var hayalinde, kiminin aklı ekonomide. Bir gazete ya da bir televizyon kanalı yerine, daha çok artık farklı mecralarda ve internet üzerinde. Gazetecinin de televizyoncunun da tanımı değişti günümüzde.
Daha önce İstanbul’da Koç Lisesi ve ENKA’ya da ama “televizyoncu” kontenjanından davet edilmiştim. ENKA’daki bir ortaokullu, kendi sorup, kendi 4 işlemde Acun Ilıcalı’nın bir ayda kazandığı tahmini parayı bulmuştu. Ne televizyoncusu, sana yetki verseler, al bu çocuğu uluslararası bir bankanın CEO koltuğuna oturt. O denli hesap, kitap üstadı.
Demem o ki sevgililerden sevgili beğen ey okur, bu genç insanlar, bir meslekte kazanılan - kazanılmayan paraları, işsizlik riskini, iş ararken amca-yeğen ilişkisini de sorguluyorlar. Mesleğin getirdiklerini, farkettirmeden ya da söke söke götürdüklerini de.
SEVDİĞİN İŞİ YAP
Dedim ki onlara “ne yaparsanız yapın, sevdiğiniz bir işi bulmaya çalışın.” Çok bilmiş, sanki bunu onlara kimseler söylememiş bir komşu teyze edasında. “Yoksa eziyet olur bu hayat size. Seversen işini, farketmezsin zamanın nasıl güzel uçup gittiğini. Şaşar kalırsın üstüne bir de para verdiler diye.” Ama içten içe de bilmiyorum var mı öyle bir meslek bu yeryüzünde? Mesela gazetecilik dediğin bizimkini yemelere doyamazsın, dünyanın en kremalı tatlısıdır. Ama her lokmasından sonra midene bir de hançer saplanır. Bak işte gençler senden çok daha iyi biliyorlar mesleğinin artı ve eksilerinin neler olduğunu. Zaten yeni şeyleri sen değil, hep gençler söylerler sana. Bu gençler alır seni “update” ederler. Tutamadığın kayıp giden zamanın ruhunu avucuna verirler. Naftalinlerden çıkarıp, geleceğe götürürler.
Masamı ziyaret eden gençlerin her biri, ruhumu merhemledi. Üstelik müdür Jacques Augereau bana bir teşekkür belgesi verdi. Halbuki ben vermeliydim onlara. Çok teşekkür ederim Saint Joseph Lisesi sana. Kalbime ektiğin umut tohumları adına. Alkışlar, alkışlar bu farkındalığı yüksek genç insanlara. Ve umarım bizim getirmeyi bir türlü beceremediğimiz, onların getireceği güzel yarınlara.
Paylaş