Bilge Egemen

İzmir yağmurlarıyla yıkanan erkek bedenleri

21 Aralık 2017
ŞU sıralar şakır şakır yağan İzmir yağmurlarıyla duş alıyorlar.

 

Kaslı, bronz, kusursuz bedenlerinden süzülüp akan yağmur suları, kaldırımlara akıyor. Yağmurdan sonra bazen güneş açıyor tepelerinde. Gökkuşağı düşüyor saçlarının üzerine. Sanki aniden parlayan güneş yüzünden önce kamaşan gözlerini kırpıştıracaklar sonra da kanatlarını çırpıp biriken suyun ağırlığından kurtulacaklar... Sanki heykel değil de “insan”lar. Üstelik kusursuzlar. Hepsi erkek, bazıları kanatlı. Her biri, insan bedeninin mükemmel temsilcisi.
Çağımızın yaşayan en önemli heykeltıraşlarından Meksikalı Jorge Marin’in heykellerini hala görmediysen karalar bağlama, Folkart’ın iki kulesi arasına koşarak git. Folkart Gallery’nin kamusal alandaki bu güzelim sergisi tabii sonsuza kadar sürmeyecek, bunu da bil. Bu arada Bayraklı’da çalışıyor ya da yaşıyorsan her işe-eve giriş çıkışta, öğlen arasında, kahve molasında karşılaşmak çok güzel olmalı bu yakışıklı heykel adamlarla. “Peki sizce benim heykellerimi hangi şairin şiirleri anlatırdı?” diye sordu bir de tanıştığımızda Marin. Ben gözüne far tutulmuş bir tavşan gibi kalmışken, pat diye “Lorca” cevabını verdi Folkart Gallery Genel Koordinatörü Fahri Özdemir. Düşün; Lorca’nın şiirleri gibi heykeller, Marquez’in Yüzyıllık Yalnızlık romanının geçtiği Macondo gibi bir yerde ta Uruapan’da doğmuş bir heykeltraşın elinden çıkıp sana gelmişler.
Gözlerine ve ruhuna ziyafet vermek üzere. Kıymetini bil.

DÖRT GÜN BUDA
ÜÇ GÜN ZORBA
BİZ daha öğrenci - çömez muhabirimsi bir şeylerken milattan bin yıl falan kadar önce Yeni Asır’da, Ünal her hafta şahane röportajlar yapardı gazeteye. Ağzımız beş karış açık, hayranlıkla okurduk röportajlarını.

Yazının Devamını Oku

Belediye otobüsünde bikinili kadınlar

14 Aralık 2017
BİKİNİ, terlik, kolunda havlu. Biniyor belediye otobüsüne. 2-3 durak sonra plajın önünde inip, atlıyor denize. İyi de kim bu? Ve nerede?


Biz de aynı soruyu sorduk dünyanın öbür ucundan yeni gelen arkadaşımız Betül’e. “Tabii ki kadınlar ve Avustralya’da canım...” dedi Betül Ergen. Tahmin etmiştin tabii sen de. Sahil kasabası olsa da Ege’den Akdeniz’e imkanı yok, böyle bir şey olamaz bizim memlekette. Bırak plaja giderken mayoyla otobüse binmeyi, sokakta pek göremezsin Ayşe’yi. Batıdan doğuya tararsan Türkiye’nin saçlarını patır patır Ahmet’ler Mehmet’ler düşer omuzlarına. Tıpkı siyasetteki gibi, kamusal alanlardaki ezici çoğunluk erkeklerdir. Kadınlarsa, görünmezdir. Ayşe’ler genellikle kapalı kapılar ardında, dört duvar arasında yaşar. Oldu da sokağa çıktıysa aman dikkat çekmesin, rahatsız edilmesin diye görünmezlik hapı yutar. Rahatsız edilirler çünkü. En azından pis bakışlar gelip konar, yapışır üzerlerine.


Çık İstanbul’da Eminönü, Ankara’da Kızılay’a, Erzurum ya da Trabzon’da meydana... Yoldan geçen 10 kişiden 3’ü kadınsa alnından öperim. Ama bana göre, İzmir tam tersi işte. İzmir’in kadınları cam arkasında değil, saç tellerinin arasında güneşi ve rüzgarı, yağmuru ve lodosu hissederek yaşar. Bak, tam da biz Avustralya’yı konuşurken Alsancak’ta oturduğumuz restoranda bütün masaları cıvıl cıvıl kadınlar doldurmuş... Say bak. Kaldırımdan geçen 10 kişiden 8’i kadın. Ara sıra İstanbul’dan İzmir’e geldiğimde Karşıyaka ya da Alsancak’ta şöyle kısacık bir tur atmak yeterdi bana. Çünkü burada sokaklar korku değil, huzur verir kadına.
Sonra Nazım Abi dedi ki “Kalkın hadi gidiyoruz, Konak Belediye Başkanı Sema Pekdaş’a. Röportaj yapacağım onunla.” E kırar mıyız? Biz de fasulyeden gittik yanında. Gazeteci Nazım Alpman’ı tanırsın canımın içi. En kötü ihtimalle İZ TV’de hazırladığı birbirinden ballı börekli belgesellerinden. Mısır’da başlayan 20 yıllık dostluğumuz Kosova savaşından tut nerelere, bak işte Konak’a kadar geldi.

ÇAT KAPI PEKDAŞ’DAYIZ

Yazının Devamını Oku

Mahallenizin çok bilmiş ablası geldi

7 Aralık 2017
MAHALLENİN her şeyi bilen ve çok da tatlı dilli ablası vardır hani. Sen de Mualla, ben diyeyim Şengül abla.

 


Fıkır fıkırdır, şen şakraktır. Kahkahaları büyük imparatorluklar gibi yayılımcıdır. Seni iki saniyede hop yörüngesine alır. Farkına varmadan başlarsın etrafında 7-24 dönmeye... Hayatın tüm dallarıyla ilgili tavsiyelerini dinlemeye... Artık ona danışmadan hapşıramazsın bile. En iyi kuru patlıcan dolmasının tarifini de o verir sana. Hangi otomobilin tork değeri nedir diye merak edersen, şıp diye rakamları tek tek döküverir masana. Bazen falcı, bazen mühendistir. Bir gün NASA’da şef, ertesi gün obezite konusunda baş öğretmendir.
Tersi de terstir ama... Ve fakat, yine de bu hayat sınavında, 3 tatlılık 1 tersliği götürüyorsa, korkunu atarsın bir kenara. Sonunda Mualla ablandan ağır bir fırça gelecek olsa da yine de danışırsın ona.
Böyle bir abla hiç bir zaman olamadım bu hayatta. Ama yazıdan yazıcıklar, kutucuklar çıkarmaya meyilliyim bu hafta. Sana ballı kaymaklı tavsiyelerde bulunmaya...

OKUMAN İÇİN:
BAŞIMA BELALAR YAKAR ATEŞ BÖCEKLERİ

Yazının Devamını Oku

İzmir sen hep kazan ol ben de kepçe

30 Kasım 2017
İZMİR sen hep kazan ol, ben de kepçe... Şöyle dedim kendi kendime: “Madem yıllar sonra tekrar İzmirli oldun, hakkını ver bu durumun! Kaldır üşengeçlik panjurlarını, lodosun kollarına bırak gezgin ruhunu.” Sonra evden çıktım. Ve senin için sepetime, birbirinden lezzetli elmalar topladım.

 

BİR PORTAKAL GİBİDİR, BENİM ŞEHRİM
İlk durağım Karşıyaka. Vapur İskelesi’nin karşısında turuncular giymiş insanlar, turuncu balonları gökyüzüne bıraktı. Oh içim açıldı. Biliyorsun, kadına yönelik şiddete son verilsin diye dünya şehirleri turuncuya boyanıyor. Biz de eksik kalmayalım. 5 yılda 1500 kadının öldürüldüğünü, her 2 kadından birinin fiziksel ya da cinsel şiddete maruz kaldığını unutmayalım.
Bak, 10 Aralık saat 14.00’te İzmir Büyükşehir Belediyesi de, Cumhuriyet Meydanı’nda “Turuncu Yürüyüş” düzenliyormuş. O gün isteyen gökdelenini, isteyen saçının telini turuncuyla kaplayacakmış. Sen de sür turuncu rujunu dudaklarına, at turuncu şalını omzuna, tak portakal çiçeğini saçına, buluşalım Kordon’da. Üstelik muhteşem gün batımıyla İzmir’in en büyük destekçimiz olduğunu unutma. Sulu ve şekerli bir portakal gibidir İzmir. Turuncu renk konusunda asla pinti değildir. Gösterelim dünyaya.

DENİZLE KONUŞAN BİR KAFE
Sonra Karşıyaka’nın sahil boyundan yürüye yürüye vardım KSK Yelken Kulübü’ne. İzmir takımları yarışacak bugün. Cem’in devam ettiği Foça Yelken İhtisas Kulübü’nün çocukları da var aralarında. Destek vermek lazım onlara.

Yazının Devamını Oku

Arkadaş

23 Kasım 2017
BİLİRSİN bazı arkadaşlar vardır hani, gerçekten arkadaşınmış gibi poz poz, 2.80 boy boy, bir sağ, bir sol profilden, şrik şrak görüntü verirler yanı başında, ama aslında fesatın, kıskancın önde gidenidirler.


İşlerin ters gider mesela, diplerden diplere vurup, ah ne zor günler yaşarsın... Hayata tutunmak için içe çekecek tek bir nefes, tutunacak tek bir cılız dal ararsın. Zannedersin ki, arkadaşını da karalar bağlayacak, ağıtlar yakacak yanı başında, halbuki bir bakarsın, zil takıp oynamadığı kalmış zillinin. Yan yan çarpık gülümsemelerini yakalarsın, içe içe göndermeye çalıştığı. Ama Bruce Willis’inki gibi dışa dışa taşan. İstemsiz kaslar gibi tutamaz çünkü gülümsemelerini. Zapturapt altına alıp bastıramaz, senin mutsuzluğundan kaynaklanan gözlerindeki o simli pırıltılı mutluluğu.


Bazen de bir kara film tadındaki bu hayatta, tatlı bir piyango vurur sana. Minik de olsa. Sanırsın arkadaşınla tıpkı bir müzikaldeki gibi tatlı tatlı atışıp, karşılıklı şarkılar söyleyecek “tap dance”ler edeceksiniz. Tamam sesin kötü, o zaman en kötü ihtimal, bir çiftetelli, bir zeybek oynayacaksınız. Yahu, ne zeybek ya da ne sirtakisi? Bak arkadaşın yemekten tırnaklarını bitirdi. Senin mutluluğundan kaynaklı mutsuzluğundan bir deri bir kemik hale gelip, eriyip gitti.
İtiraf et, senin gibi bir cingözün bile hasbelkader böyle en az 2 arkadaşı olmuştur bu hayatta. Olmadıysa demek ki, bizim gezegenden değil, başka galaksilerdensin. O zaman sana kolay gelsin...
Ama bizim gezegende bazı arkadaşlar da vardır ki, eline gülün dikeni batsa senden önce yanar ciğerleri. Sanki, sen onun arkadaşı değil de çocuğusun. O kadar otomatik pilota bağlamıştır seninle olan empatisini.
Ve öyle bir sevinir ki, mutluluğun ya da başarına. Tıpkı kendi başarısı ya da mutluluğu gibi...

Yazının Devamını Oku

Bir taşınma gurusundan altın kıvamında tavsiyeler

16 Kasım 2017
AL telefonumu, bak rehberime. Listemde en fazla bulunan meslek grubu nakliyeciler. Bir de kolayıma mı gelmiş ne, nakliyeci yazmak yerine direk kamyoncu diye geçirmişim listeme.


Dolayısıyla “K” harfine gelirsen eğer afakanlar basar, böğrüne böğrüne. Kamyoncu Süleyman, kamyoncu İsmail, kamyoncu Cengiz... Uzar da gider.
Şaban taşıdı bizi en son 3-5 gün önce. İllallah etti... Bir sen varsın dedi, bir de karım, “Böyle sizin kadar üşengecini, tembelini görmedim. Acı halimize de kalk iki el at bari.”
Çalışkan insanları seyrederken yorulursun ya hani... Ay dersin bu ne ya, başım döndü. İşte Şaban ve ekibi de öyle arı gibi çok çalışkandı. Ama hayatımda hiç kimseden fırça yemedim nakliyecilerden yediğim kadar canımın içi. Ama hiç kimsenin de bu kadar kaprisini çekmedim. Kimi geldi eşyaları beğenmedi, onu at, şunu bırak diye tutturdu. Kimi iş bırakıp, başta anlaştığımız ücreti yükseltmek istedi. Bilsen neler, neler...
Diyorlar ki, her taşınma bir travmaymış. Vay halime, o zaman benim bütün hayatım, duvarımdan duvarıma travma. Mayın tarlası gibi bombalar döşenmiş ruhumun her bir damlasına.
Ve benim bu güzelim travmalarımı sallayan tek bir nakliyeci yok. Bebekliğimden bu yana taşındığım evleri saymaya kalksam sana inan, “Hadi yürü git” dersin bana.

 


Yazının Devamını Oku

Bodrum’a bir koşu temizliğe gittim

9 Kasım 2017
ANNEM her temizlik yaptığında, komşular kapının önüne toplanıp kıkır kıkır gülerlermiş. Sonunda annem dayanamayıp “Ne gülüyorsunuz yahu?” diye sorduğunda, “Ayol deli kadın..” demişler, “Neden temizlik yaptığını bir türlü anlayamıyoruz. Niye yoruyorsun ki kendini, temizlediğin yerler zaten tekrar kirlenmeyecek mi?”


Bak bu hikaye, masal değil. Ben henüz bir bebekken, babam başka bir ülkenin pek de gelişmemiş izole bir bölgesinde doktorluk yaptığı için biz orada yaşarken gerçekleşmiş. O bölgede insanlar temizlik nedir bilmeden pislik içinde yuvarlanıp gidermiş. Genellemeleri sevmediğim için ülkenin adını vermeyeceğim. Çünkü her ülkenin temizliği önemseyen insanları olduğu gibi maalesef doğayı hırpalayıp, dünyayı koca bir çöp sepeti gibi görenleri de var. Tıpkı bizde de olduğu gibi...
Öyle vicdansızlar, öyle vurdumduymazlar ki şaşarsın bu rahatlıklarına. Sokakların, güzelim doğanın saçını başını öyle bir yolarlar ki inanamazsın yüreklerinin nasıl sızlamadığına. Nereden bakarsan bak olmaz. Aklın bir türlü almaz. Nasıl, nasıl atmışlar bu çöpleri kıyıp da güzelim doğaya?

KIYILAR ÇÖP YIĞINI
Bak işte ben de sinir olduğum bu mevzu üzerine, sırf çöp toplamak için Bodrum’a gittim. Aras Kargo 2014’ten beri Deniz Temiz Derneği (TURMEPA) ile birlikte Samsun’dan Van’a, Büyükada’dan Fethiye’ye Türkiye’nin kıyılarını tek tek temizliyor. Yılın son temizliğini Bodrum’da yapacaklarmış. Temizliği yapanlar kim diye soracak olursan, Aras kargo çalışanları ve çoluk çocuk tüm aileleri...
Biz bir grup gazeteci de kendimize “Süpürgeler” adını takıp, onlara yardıma gittik ve Gümbet Limanı’nda sadece birkaç saatte yaklaşık 1 ton çöp topladık. Aman neler neler atmışlar, anlatsam “Yok artık!” dersin. İnan bol keseden çöpün bin bir halini kıyılarımızda görebilirsin.

SOKAK HAYVANLARINA DA

Yazının Devamını Oku

Kaç İzmir var İzmir’in içinde?

2 Kasım 2017
ABİM Adil, heyecanla İzmir körfezinde balina gördüğünü söylediğinde “Ufak at da civcivler yesin” bile diyemedik. Ailece sarsıla yarıla gülmekten tabii. Hatta “Allah belamı versin balina gördüm!” diye diretince, makaraları iyice saldık. Gülmeyi kesebilsek kimbilir daha neler söylerdik bu fareli köyün hayalperest kavalcısına.

 

Ertesi sabah gazeteleri açtığımızda yüzümüzün, insan suratından allı güllü, morlu pembeli kumaşçılar çarşısına ışık hızıyla nasıl dönüştüğünü tahmin edemezsin. Sen kalk 18 metrelik 30 ton endamlı Finli balina podyuma çıkan manken edasında körfeze gir... Güzelyalı’dan Susuz Dede’ye salına salına, cilveli, sürmeli pozlar kes... Fıskiyeni 7-24 açık tut... Fışkırtacak, püskürtecek suyunu esirgeme... Ve tabii gazetelere çarşaf çarşaf konu ol... (Yıllardan 1995, kuzum)
İşte bu yüzden Adil’e “İzmir” dediğinde aklına balinalar da gelir. Çünkü yalan mı? Onun İzmir’inde balina da kendine yer edinmiştir. Bizim Melda’ya “İzmir” desen, emin ol, devasa bir söğüş resmi canlanır kafasında. Of, of onun İzmir’i söğüşçülerle doludur. Ve sırf söğüş hasretine dayanamadığı için yıllar sonra İstanbul’dan İzmir’e döndüğü doğrudur. Mesela ben her ne kadar İzmir’i beton beton görüp hüzünlensem de, annemin İzmir’i ağaçlarla çiçeklerle doludur. Sanırsın annem Babil’in asma bahçelerinde yaşamaktadır. Tek tek bilir Kültürpark’taki ağaçları. Hangi bahçede, hangi mevsimde, hangi çiçekler açtığını.

BENİM İÇİN YEMEK
Benim İzmirimi anlatmaya kalksam sana... Atletli babalarla yapılan balkon kahvaltıları da gelir aklıma, sabah yürüyüşü sırasında kordonda rastladığım zıplayan yunuslar da... Kış aylarında Alsancak’a çöken kömür kokusu günümüzün gökyüzünde muhtemelen kalmadı ama, hala sıcacık tütmekte benim burnumun ucunda... Benim İzmir’im biraz da Melda gibi yoksunluk ve yemek kaynaklı. İzmir’in börülcesini, sabah kumrusunu, kuzu kulağını, kazandibi ve dönerini özlemekle geçmedi mi İstanbul’daki ömrüm? Geçti. (Zincir restoranlardan önce kazandibi ve döneri çok farklıydı İstanbul’un. Bu konuda beni kandıramazsın.) Ama en çok da Manisa Kebabı’nı özlemelere doyamadım. Tamam tabii ki Manisa Kebabı Manisa’nın. Ama ben hep İzmir’de yemiş olduğum için İzmir’le özdeşleştirmişim ne yapayım? Diyelim ki 3 günlüğüne İzmir’e gelmişim. 3 gün boyunca Manisa Kebabı yerdim. O kadar yani. İçimden Manisa Kebabı tarlaları çıkacak, üç kıtayı doyuracak kadar...

NASILSA ATLAMIŞIM

Yazının Devamını Oku