SERT yapılı, fazla gülmeyen babamın hiç ağlamadığını ve hiçbir zaman ağlamayacağını düşünürüm.
Bir gün babam ağladı.
Bir cenaze töreninde, Urfa’nın eski mezarlığının kenarındaki taş duvarın üzerine oturdu ve ellerini yüzüne kapatarak ağlamıştı.
O gün babamı daha çok sevdim.
Çünkü ben çabuk ağlarım.
Babamın ağladığını da görünce, aramızdaki fark azalmış, biraz daha ona benzemiş, biraz daha yakınlaşmıştık.
*
Önceki gün gazetelerde haber vardı:
"Komutan ağladı..."
Son günlerde cami avlularında, mezarlıklarda şehitlerimizin cenaze törenlerinde sık sık görüyorum:
"Asker ağlamaz" deyiminin boş bir laf olarak uçup gittiği, dıştaki yaldızlı üniformanın içindeki "insanın" öne çıktığı yer orası olmalı.
Ama ben en çok ağlayan o komutanların omuzlarındaki dayanılmaz yükün ağırlığını düşündüm:
Bir yandan laik cumhuriyeti korumak ile demokratlık arasında sıkışıp kalmaları... Bir yandan başkomutanları Mustafa Kemal’in vasiyeti ile koşmak istedikleri o Batı uygarlığına karşı birer suçluymuş gibi gösterilmeleri... Bir yandan kimi kendi devlet adamlarının ve kimi kendi aydınlarının ihanetine uğramaları...
Ama asıl:
İç-dış güçler elbirliği ile ellerini-kollarını bağlarken, dış destekli terörün yırtıcı kuş gibi arada bir dalıp çocuklarını birer birer alıp götürmesi...
Bence canını yaktı komutanın.
Ve komutan ağladı...
*
Sert yapılı babamın ağladığını gördüğüm gün, onun gözündeki yaştan daha ziyade, yüzünün arkasındaki duygulu insanın farkına varmıştım.
O günden bu yana ben ne zaman ağlayan bir asker görsem, onun içindeki dayanılmaz insani duyguların, tüm kuralları yıkıp, tüm komutları aşıp, üniformayı bir kenara atıp ortaya çıktığını düşünürüm.