Malatya cinayeti ne ilk, ne son. O zaman arkası kesilmeyen cinayetlere bakarak birisinin sorması gerekir:
"Yoksa katil biz miyiz?.."
(.....)
Okul günlerimizden aklımızda kalan bir tek Türk büyüğünün barış ve sevgi üzerine sözcüğü yok.
Ama çatal uçlu kılıçlar var.
Kelleden yapılan kaleler.
En ağır gürzü bilirim ben.
Tekrar bakın; Osmanlı’nın devlet düzeni, istikrarı ve sürekliliği neye bağlıydı; padişah kardeşlerinin saray mahzenlerinde ellerinin bağlanıp kafalarının kesilmesine...
Böbürlenerek anlatıldı bizlere ve bizler böbürlenerek tekrarladık birbirimize.
*
Tarih bir yana, doğduğumuzda "kan akıttıkları" gibi, ilk diploma alındığında da "bir kan akıtmak" kültürümüz var bizim.
Ehliyet alana "Kan akıt, hiç olmazsa bir horoz..." dediler mi, demediler mi?..
Her zaman arabaya Osman bindi, horoz canından oldu.
İyi ahlak demek olan inanca gelince; en büyük ibadet ise evin bahçesindeki kuzuyu yatırıp kesmekti. Bizler yıllardır, "Can almak dindarlığın şartı ise insan ile kuzu kesmenin arasında ince bir çizgi vardır" desek de demesek de...
*
Hepimiz biliyoruz ki Malatya’da üç kişinin domuz bağı ile bağlanıp boğazlarının kesilmesi ne ilk, ne son...
Çünkü bu toplumun çocukları kılıç boyları öğretilen okullarda, bahçesinde ibadet diye kuzuların kesildiği evlerde, devletin atisi için kardeş kellesinin kesilmesinin gururla anlatıldığı kahvehanelerde-meclislerde büyüdüler.
"Önce insan" olmayı öğreten olmadı.
Bu cinayetler ne ilk, ne de son.
"Hepimiz Ermeni’yiz" gibi "önce insan" olmanın yüceliğini haykıranlara dahi "dinsiz, vatan haini" damgasının vurdular.
Aptal ve ahmak beyni ile bu toplumsal öğretilerin gereğini yapan üç-beş çapulcuya kızmak bir yana... Artık "Hepimiz mi katiliz?" sorusunu sormadan ve yanıtlarını bulmadan bu cinayetler durmaz...