AB’nin "50’nci yaş günü" kutlamaları için, Tayyip Erdoğan’ı çağırmadılar.
Ben o gün Kızılay Meydanı’nda "AB’ye girişimizi" nasıl kutladığımızı hatırlıyorum.
Havai fişekler, davullar, bayraklar altında televizyonların canlı yayın spikerleri, Brüksel uçağından inen Tayyip Erdoğan’ı "AB Fatihi... AB’ye adım atan büyük devlet adamı" diye sunuyorlardı bize.
Bizlerin "AB’nin neresine girdik?" sorusu ise, o coşku ve bayram havası içinde sadece birer cılız sesti.
Sonunda sustuk.
*
Ancak uzun süre gerçeğin üzerini yalan-dolanla örtüp "AB’ye girmişiz gibi" yapamazdık.
AB’nin yaş gününde Türkiye’yi çağırmamaları ise en belirgin diplomatik tavırdır.
Türkiye orada yok...
*
Bu Tayyip Erdoğan’ın kabahati değil.
Sizler laiklik ilkesini bile içine sindiremeyen, ılımlı İslam’ı yönetim biçimi olarak gören, Atatürk devrimlerini tekmeleyen, kendi ailesinde dahi ortaçağı yaşayan bir tutucudan bizi AB’ye sokmasını beklediniz.
İşadamları, TÜSİAD, sermaye kesimi, sırf kendi çıkarları için bu gerçeği görmezlikten geldiler.
Medya, belki de tarihinin en büyük hatası içindedir, okurlarını ve izleyicilerini kandırdı.
Akademisyenler ve bürokratlar yalakalıklarından gerçeği dile getirmeyip sustular.
O günlerde televizyonlara çıkıp, koca çeneleri ile iki saat "AB’ye nasıl girdik" diye tartışan "yanakaları" saymıyorum bile.
*
Ve bu kesimler hálá kendi çıkarları için gerçeği örtmeye ve görmemeye çalışıyorlar.
Hálá Tayyip Erdoğan ve partisini "istikrar" sayıyorlar... Hálá yeryüzünün bu en güzel ülkesine ne kadar kötülük ettiklerinin farkında değiller.
Hálá Türkiye’nin değil bir AB ülkesine, giderek bir Arap ülkesine dönüştüğünü görmezlikten geliyorlar.