Politikadan istemeyerek çekildikten sonra, her sabah kalkıp tıraş oldu, giyindi, kravatını taktı, şoförü gelmiş mi diye camdan sokağa baktı, sonra karısına "Ben gidiyorum" dedi ama gitmedi.
Evin içinde öylesine biraz dolandıktan sonra akşama kadar bir koltuğa oturdu...
Akşam oldu...
Bir gün "Ben gidiyorum..." dediğinde, o sakin karısı "Git... Git bakalım nereye gideceksin..." diye beklenmeyen bir yanıt verdi.
O, yine bir koltuğa oturdu...
Ve ağladı...
Çünkü gidecek hiçbir yeri yoktu.
Karısına, "Peki camdan baktığı araba öyle boşuna mı beklerdi?" diye sormuştum. Bana, "Araba zaten yoktu ki" demişti.
*
Özellikle böyle seçim sonrası günlerde, bir anda yalnız kalan tarafların hazin yalnızlık öyküleri başlar.
İnsanlar, kazanan tarafın etrafında toplanırlar.
Kaybedenler yalnızlaşır.
Arayan-soran azalır.
Telefonlar susar.
Kapı zilleri çalınmaz.
Eski dostlar gitmiştir birer birer.
Onlar kazanan tarafa doğru yola çıkmışlardır bile.
*
Bu hep böyle sürüp gider.
Kazananların sevinç dalgaları çevrelerinde bir baş döndürücü girdaba dönüşürken, kimi evlerde koltukta oturan birisi vardır.
Arada bir telefona bakar.
Gözü kapıya takılır.
Kendisini bekleyenler olduğunu ve acele gitmesi gerektiğini hayal eder. Ama hiçbir yere gidemez.
Ben onların böyle zamanlarda ancak insani duygularla buluştuklarını ve insanlaştıklarını düşünsem de, bu zalimce bir düşüncedir.
Çünkü...
Çünkü hepimizin bir gün susacak telefonumuz ve çalmayacak kapımız vardır.