Paylaş
Martılar “Orası bizim yerimiz” der gibi etrafımda dönüp duruyorlar. Zaten ben de martı gibi başımı yana yatırarak bakıyorum havaya.
Ankaralı gazeteci denize gittiğinde “memleketin durumunu” düşünür. Misal; şu deniz ile demokrasimiz...
Ne kadar çok benziyor birbirine.
İçine edip, sonra girip yüzmek gibi ...
*
Bütün kanalizasyonlar denize bağlıdır bizde.
Kentlerde, kasabalarda, yazlık sitelerde, beldelerde, kooperatif evlerinde...
Lavabolar-tuvaletlerdeki pislikler, emek sarf edilerek, para harcanarak, çoğu için projeler çizilerek özenle denize kadar götürüldü.
Havlusunu alıp plaja giren birisinin çişi her zaman ondan önce denize ulaşır.
Ve suda karşılaştığında genelde şöyle bağırır çişin sahibi:
“Kim yapmış bunu...”
Tıpkı demokraside; ahmakça seçimler yapıp sonra “Kim yaptı bunu?” diye bağırmak gibi...
*
Denizler bir bir bitiyor.
Artık “deniz” olmaktan çıkan Marmara’dan sonra Ege’deki kentlerin, kasabaların, beldelerin, yazlık yerleşim yerlerinin yakınlarında denizler birer fosseptik çukuru...
Geceleri yol alırken, pis koku geldiğinde bir kasabaya yaklaştığımızı anlarım.
Yine de havlusunu alıp denize gidenler...
Kendi çişleri ile karşılaştıklarında bağırıyorlar:
“Kim etti bunu?..”
*
Niçin böyleyiz biz...
Niçin bu kadar görgüsüz, bu kadar duyarsız, bu kadar akılsızız, bu kadar saygısız?..
(........)
Oturdum taşın üzerine...
Martı “Benim yerim” diyor.
Ankaralı aklım; memleketin durumu, demokrasimiz, denizin hali, pis kokular, içine ettiği denizde yüzmeye çalışanlar...
Hep aynı ses:
“Kim yaptı bunu?..”
Paylaş