TABUTLAR o kadar sıklar ki, aralarında en masum gülücükler için boşluk yok.
Peş peşe tabutlar.
Kimi zaman onların el ele tutuşup gittiklerini düşünüyorum. Hatta birbirlerine sarılıp, birbirlerinin koluna girip, birbirlerini yalnız bırakmadan.
Peş peşe...
Bizler farkına varmadan bir ulusal beceri kazandık:
En iyi cenaze kaldırma yeteneğini.
Artık biliyorum; güzergáhları biliyorum, sloganları biliyorum, protokolün yerini biliyorum, güvercinlerin nerede uçurulacağını biliyorum, kimin ne demesi gerektiğini biliyorum.
Hangi şarkı söylenecek, biliyorum...
Nasıl ağlayacağım, biliyorum...
*
Nereye gidiyor bu tabutlar?..
Peş peşe, aralıksız...
Sanki birbirlerine sokulurcasına, omuz omuza, el ele, ileride sisler içinde kaybolan bir halayın bayraklara sarılmış oyuncuları gibi birbirlerini izleyerek...
Dün Hürriyet’in internet sayfasındaki arkadaşlarımız bana İsmail Cem’in ölümünü sordular, birkaç satır orada yayınlandı:
İsmail Cem’in de aslında vurulması gerekiyordu.
O yıllarda onu "komünist" ilan etmiş, TRT Genel Müdürlüğü sırasında "vurulacaklar" listesine almış, linç işlemine başlamıştı milliyetçi (!) kardeşlerimiz.
Yine dün Uğur Mumcu’nun öldürülüşünün 14’üncü yılıydı.
Her gün...
Her gün cenazemiz var.
*
Duyguları yüce, alınları ak, yurtseverlikleri ölçüsüz, düşünceleri ve eylemleri ile insanlık için çırpınan, birer paha biçilmez değer olanları vuruyorlar, beş para etmez çapulcular.
Bu böyle gidiyor...
Bizler ulus olarak sadece bir beceri kazandık:
Cenaze kaldırma yeteneği...
Tabutlar peş peşe gidiyor, sanki el ele, omuz omuza, birbirlerini izleyerek, birbirlerine sokularak.
Ve ben artık öğrendim:
Hangi güzergáh izlenmeli, protokolün yeri neresi, hangi şarkıyı söylemeli, güvercinler nerede salınır?..