Sehpalar, uzaktan kumandalar, bir jeneratör. Bilgisayarın kılıfını alıp kaçırdığında ve ben onu kovaladığımda ayağıma takılıp beni düşüren şeyi görünce demek ki bağırmışım:
‘‘Antika masamın yarısı...’’
Oğlanlar (Pako, Rok, Gorbi) bir karlı gecede evimize gelen küçük kız Çıtır'ın elinden kaçıp saklanıyorlar, ben bu kadar yaramaz köpek görmedim.
Kilitli kapıları açıyor.
Sen gece kalk lambaları yak. Siz lamba yakıp-söndüren köpek gördünüz mü?..
Saklanıp saklanıp, misafirlerin üzerine atlıyor. Arkasını ovalayarak giden birisini görürseniz kesinlikle bizden çıkmış misafirdir.
Tabii ki o aslında oynuyor.
Ben eve girebilmek için ön kapıdan ona kafamı gösterip, cebimde taşıdığım kavanoz ya da sehpa ayağını atıp, hızla arkaya dolandığımda, onun benden önce oraya vardığını yere yuvarlanınca anlıyorum.
Bahçe gömülmüş ve üzeri kapatılmış evimizin eşyalarıyla dolu.
Siz sabahları ayakkabınızı giymek için ayakkabı dolabına gitmez misiniz?..
Ben kürek alıp bahçeye çıkıyorum.
*
Sonunda onu eğitim okuluna göndermeye karar verdik.
O gece Andree ile ikimiz hiç uyumadık. Her çocuk gibi onun da eğitimden geçmesi gerektiğini, ebeveynler olarak bunu göze almamızın iyi olacağını anlattım:
‘‘Talim-terbiye olmadan olmaz. Öğrensin, yetişsin, diplomayı aldı mı tamam.’’
Andree burnunu çekiyor:
‘‘Ama gurbet zor...’’
‘‘Önce hazırlık sınıfı, sonra kolay. Zaten leyli okuyacak.’’
‘‘Bakarsın takdirname alır...’’
‘‘Tabiiiii, gördün mü bak. İkmale kalırsa, doğru kursa. Önemli olan diplomayı alsın bakalım...’’
‘‘Seçmeli dersi ne olsun?...’’
‘‘Otur deyince, sırta çıkmama...’’
Sonra.
Sonra bu sevginin gözü kör olsun. Onun evinden uzakta talim-terbiye edilmesi yerine, her şeyimizi yemesine, üstümüzü başımızı parçalamasına razı oluyoruz.
Üstelik sanki bir suç işlemişiz gibi arada bir gidip buğulu gözlerle boynuna sarılarak: ‘‘Seni istemediğimizi sanma kızım...’’