Paylaş
◊ Salih Bey, The Bo Viera’dayız. Projenizi anlatır mısınız?
- Salih Bezci: Projemiz, Gündoğan’ın hemen bitişiğinde yer alıyor. 150 dönümlük bir arazi içinde otelimiz, 300 konutumuz ve 6-7 adet ticari ünitemiz var. Bodrum’un en büyük sahil şeridi The Bo Viera’da. Kapsam alanı olarak Bodrum’un en büyük projelerinden biri diyebiliriz. 1200 metre sahil şeridi var.
◊ Arazi çok büyük...
- Evet, burayı 7 sene önce satın aldık. Kıraç bir araziydi. Binaları tutan taş duvarlarımızı gördünüz. 5 metre genişlikte duvarlar inşa ettik. Şu anda 150’ye yakın komşumuz oturuyor. Kalan 150 konutun bu sene 100’e yakınını, sonraki yıl da tamamını bitirmeyi planlıyoruz. 1980 mezunu bir mimarım. İdealim mimarlıkta en iyisini yapmaktı. Çok şükür yaptığım işlerin hep en iyisini yaptım. Yaptığımız konutların hepsi uluslararası areneda ödül aldı. Bir ödül de sizin yaşadığınız Los Angeles’tan geldi. Burada Bodrum’da da ödül alacağız, bu konuda iddialıyız.
BODRUM’DA BİR KONGRE VE FUAR MERKEZİ AÇILMALI
◊ Türkiye turizminin kalbi Bodrum için genel yorumlarınızı almak istiyorum. Size göre Bodrum’un eksikleri neler?
- Bodrum, Türkiye’nin dünyaya açılan kapılarından bir tanesi. Diğeri de İstanbul. Bodrum dünyada henüz hak ettiği değeri kazanmış değil. Bunun için biraz daha çalışmak ve bazı aktiviteleri Bodrum’da yapmak lazım.
◊ Açalım mı bu konuyu Salih Bey?
- Fransa’nın Cannes şehrine gidiyoruz, fuarlara katılıyoruz. Bodrum’da bir kongre ve fuar merkezi olsa, burası kış turizmini de alır. Bu büyük bir eksiklik. Bir kongre merkezi kesinlikle Bodrum’a gelmeli. Cannes’da film festivali olan yerde gayrimenkul fuarları oluyor. Aynı zamanda başka fuarların da ev sahipliğini yapıyor. Bodrum’da da böyle bir merkez olursa hem film festivali olur hem de başka kültürel etkinlikler yapılır. Altyapılarının güncellenmesi ve yenilenmesi lazım. Bu arada Türk turizmi açısından son yıllarda en iyi dönem diyebilirim.Doğru politikalar üretiliyor.
‘SALİH BENİM’ DİYORUM KARŞIMDAKİ İNANMIYOR
◊ Salih Bey en başa dönelim. Bugünlere gelmek eminim kolay olmadı. Başarı hikâyeleri her zaman ilgimi çekmiştir, sizin hikâyeniz nedir?
- Annem ve babam Kızılcahamam’ın Binkoz köyünde yaşamış ve Ankara’ya göç etmişler. Babam ilkokul bile okumamış, çünkü annesi ve babası o çok küçük yaştayken ölmüş. İki kardeşi babama kalmış. Onlara bakmak gerektiğinden okumamış. Evlendikten sonra “Ben köyde durmam, Ankara’ya gideceğiz” demiş. İlk gittiğinde amelelik yapmış. Amelelik babamı kesmemiş, “ustayım” diye çıkmış ortaya. “Sıvacı ustasıyım” demiş ve işe girmiş. Hatta bir hikâyesi var; işteki ilk gününde sıva malasını alıyor, “Atıyorum alçı yapışmıyor, atıyorum alçı yapışmıyor” diyor. Tabii işten anlamadığı anlaşılıyor. Akşam olunca yevmiyesini verip işten çıkarıyorlar. İnşaat işini öğrenmesi bu şekilde başlıyor. Sonra gecekondu yapmaya başlıyor. İki odalı gecekondular yapıyor. Annem ve amcam birlikte çalışıp satıyorlar.
Ben de herhalde onlardan etkilenip mühendis olmak istiyordum, çünkü o yaşta mimarın ne demek olduğunu bilmiyordum. Ta o yıllardan binaların resimlerini çizer, babama gösterirdim. Üniversiteye başlarken tek tercihim mimarlıktı. En yüksek puanı alarak girdim. 1977 yılında 3’üncü sınıf talebesiyken proje çiziyordum. Ama imza yetkim yoktu. Çizdiğim projeler öğrenciyken yapılmaya başladı. Hem çiziyor hem de uygulamasını yapıyordum. 1980 yılında mezun oldum. O dönem Türkiye’de şartlar kötüydü. Anarşi çok fazlaydı. Mesela okulda 500 metre gittim, arkadan bir bomba atıldı, iki kişi öldü. Çok zor yıllardı. Bir arsa vardı, satılık. Kazım Karabekir Caddesi’nde. O gün için bizim çapımızın çok üzerindeydi. Babama “Bu arsayı biz alalım” dedim. Aldık arsayı ama bir şey yapamıyoruz, çünkü para yok. O arada askere gittim geldim. Askerden geldim, bankadan kredi alamıyoruz. Oturduğumuz evi tefeciye ipotek ettik, tefeciden para aldık ve kat çıktık. O ara Allah bize müşteri gönderdi, iki tane dükkân sattık. Bir müşteri daha gönderdi, ona da iki dükkân sattık. Sattığımız 4 dükkân 100 daireye bedeldi. Biz kefeni böyle yırttık. Orası Kazım Karabekir Caddesi’ndeki Sütçüoğlu İşhanı.
Hemen arkasından bir yer daha yaptım. Daha gencim, yeni mezunum. İsmim sektörde duyuluyor. Bir gün biriyle konuşuyoruz, “Salih Bey” diye adım geçiyor. Karşımdaki konuştuğum, “Salih Bey koca göbekli bir adam” diyor. “Kardeşim Salih benim” diyorum, inanmıyor. Nihayetinde kimliğimi gösterdim, inandı.
◊ Bu kadar genç bir delikanlının bu işleri yapabileceğine inanmadı yani...
- Ankara’da çok inşaat yaptım. Galleria AVM, Armada AVM, Panora AVM ve daha niceleri. İki tane devlet projesi yaptım. TBMM’nin önündeki kavşak mesela. Proje bir türlü Anıtlar Kurulu’nu aşamıyormuş. Anıtlar Kurulu’na gittim, nedenini sordum. “Şu ana kadar gelen projelerin hepsi Meclis’in önünü kapatacak şekildeydi” dediler. Haklılardı. “Tamam” dedim, projemi getirdim. Uzun lafın kısası proje başladı, belediye “Burayı ne kadar süre kapatacaksın?” dedi. 3 seneyi gözden çıkarmışlardı. “Yol açık kalacak. Binayı yukarıdan aşağı yapacağım” dedim. Amerika’da görmüştüm yukarıdan aşağı yapılan bina. Görünce nasıl yaptıklarını çözdüm. Trafiği bir gün bile kapatmadan inşaatı yaptım.
Elif Bezci: Resim yaparak dinlenirim
Besa Holding Yönetim Kurulu Üyesi Elif Bezci, The Bo Viera’nın içinde yer alan otelin sanat direktörlüğü görevini yürütüyor. İş insanının resme olan tutkusu artık işi.
“Beni heyecanlandıran, aynı zamanda da çok korkutan bir iş teklifiydi otelimizin sanat direktörü olmak. Babama ‘Kızın olduğum için mi, yoksa benim tarzımı beğendiğin için mi bu işi teklif ettin’ diye sordum. ‘Gerçekten yapacağına inandığım için’ dedi. Yıllardır her türlü el sanatını yaptım.
Babam projenin sahibi olsa da Hilton’un onayından geçmem gerekiyordu. Benden üç örnek oda istediler, hazırlayıp onaya sundum. Onay alındıktan sonra işe koyuldum ve 6-7 ay içinde 450 tane tablo yaptım” diyor Elif Bezci.
Sanata olan tutkusu gençlik yıllarına dayanıyor: “Üniversite okurken öğle aralarında herkes restoranlarda dolaşırken ben arabamda oturup resim yapardım. Bana verilebilecek en güzel hediye boya ve fırça. Hayatta beni en mutlu eden şeyse kirli fırçayı görmek, resim, tuval ve boya kokusu almak. Sanat benim olmazsa olmazım. Hatta Türkiye’de ilklerden olduğumu da söyleyebilirim. Kendi kendime bir Amerikalı ressamı takip ederek epoksi reçine tablolar yapmayı öğrendim. Bir proje olsun ya da olmasın sanki ertesi gün sergim varmışçasına resim yapıyorum. Kimi insan uzanarak dinlenir, ben resim yaparak dinleniyorum.”
Paylaş