Paylaş
GEÇEN hafta Nedim Abi’nin köşesinde sorduğu, “İbrahim Yazıcı’yı neden şeflikten aldınız?” sorusu çok konuşuldu. İzmir Devlet Senfoni Orkestrası’nda (İZDSO) şeflik yapan Yazıcı’nın görevden alınması için Orkestra Teknik Kurulu, bakanlığa yazı göndermişti. Bugüne kadar suskunluğunu koruyan Yazıcı ile yeşillikler içinde buluştuk. Açıkçası kalbi çok kırılan şef Yazıcı ile röportajdan çok bir içini dökmeye benzedi sohbetimiz...
Çok şey konuşuldu ama aslında ne oldu?
Yurtdışında bulunduğum bir sürede orkestradan teknik kuruldaki iki arkadaşımız benimle ilgili bir dilekçe vermişler. Bununla alakalı da teknik kurul çok hızlı bir şekilde toplanmış ve karar almış. Üstüne basarak söylemek durumundayım, teknik kurulun başkanı olarak da ben bulunuyorum. Aslında benim olmadığım zaman toplanmaları usulen doğru bir şey değil. İki dilekçeyi de gözümle görmediğim için bir şey söylemem mümkün değil. Onları göstermediler açıkçası. Ama, “İbrahim Yazıcı orkestramıza faydalı mıdır? Faydası olmadığı kanaatindeyiz. Bundan sonra da bir faydası olmayacağı kanaatindeyiz” diye bir netice çıkmış. Oylamışlar, hepsi fikir birliğine varmış.
Sizin nasıl haberiniz oldu?
Yurtdışındayken bir şekilde haberim oldu. İnsan şaşırıyor. Orkestra ve şefin ilişkisini bir evliliğe benzetecek olursak her evlilikte hoş olmayan şeyler olabilir, ama eğer bir birlikteliği bitirmek istiyorsanız da bunun farklı yöntemleri var. Karşılıklı konuşabilirsiniz. Bu kişiler sadece benim mesai arkadaşım değil. Birlikte yemek yediğimiz olurdu, dışarı çıkardık, evlerimize giderdik. Böyle bir samimiyet tesis edilmişken bir karşılıklı konuşma beklersiniz. Bu neye benziyor? Aynı yastığa baş koyuyorsunuz. Sabah evden çıkmışsınız hiçbir şey yok, akşam eve geliyorsunuz elinize bir tebligat veriliyor. “Boşanmak istiyorum” diye. Bunu bana söyleyebilirsiniz. Şaşırdığım tek şey bu oldu açıkçası.
Tepkiniz nasıl oldu?
Bir reaksiyon gösterdim mi? Hayır. Döner dönmez konserim vardı. Salim kafa ile en doğrusuna karar vermek için o konseri yapmak istiyordum. Bir gerilim olmadan o konseri yaptık. Arkasından benimle konuşmak istediler. Yönetim Kurulu toplantısında “Böyle böyle bir karar alındı, ne diyeceksiniz” dediler. Söyleyecek bir şey olmadığını böyle bir durumun bana tebliğ edilmesini beklediğimi belirttim. İnatla önce sözlü olarak tebligat yapmak istedi arkadaşlarımız. Hukuken bunun geçerli olmadığını izah etmeye çalıştım. Hiçbir şey söylemediğim için insanlar da spekülasyonlar yaratmışlar. Bakanlığın görevden aldığını söyleyenler, hükümete suçu yükleyenler... Böyle bir şey mevzu bahis değil. Zaten görevden alınmış da değilim. Ancak görevde kalmamam için bu orkestranın teknik kurulu böyle bir karar almış. Böyle bir durumda da benim durmam çok doğru bir davranış olmayacak. Ancak hukuken bilmek istiyorum neden? Siz benden bir şey öğrenmek istiyorsunuz ama inanın ben de sizin kadar bilgisizim.
Yetersiz olduğunuz söylenmiş...
Bir kişiyi yetersizlikle itham etmek o kadar kolay bir şey değil. Ya da bir insanın yetersiz demesiyle, yetersiz olmuyorsunuz. Ya da yetersizseniz en çok tuhafıma giden şey şu: Almanya’ya gitmeden önce konserimiz vardı. Hakkımda “Faydası olmayacaktır” diye imza atmış arkadaşlarımızın çoğu beni şef odasına gelip tebrik etti. Bir prosedürümüz vardır, böyle bir karar alınacaksa önce onun görev aldığı konser ya da provalarda rapor tutulur. Aldığım duyumlara göre faydasızlığımdan da öte insanlara hakaret ediyor olduğuma ilişkin sözler söylenmiş. Çok yumuşak bir insan olmayabilirim ama hiç kimseye hakaret etmeyecek kadar da iyi aile terbiyesi almış bir insanım.
Bundan sonra ne yapacaksınız?
Faydamın olmadığı bir orkestrada konser yapmanın doğru bir davranış olmadığını düşünüyorum. Müzik yapıyoruz. Müzik böyle yapılmaz zaten. Bundan sonra hayatımı nerede ne şekilde idame ettireceğimi düşünecek kadar zaman istiyorum.
Bir de imza kampanyası var...
Bunlara üzüleyim mi sevineyim mi bilemedim. Yönetmem gereken konserleri o tarih itibari ile istemediğimi idareye bildirmiştim. Bunun üzerine yardımcı şefimiz Ender Sakpınar konserleri üzerine aldı. Bu arada benim Fransa’dan arkadaşlıktan da öte hocam Jean Bernard Pommier’in konseri vardı. Beraber yapacaktık. Rahatsız olduğumu zannetmiş. Kendisine izah ettim. O da “Benim misafirim olarak gel” diye ısrar etti. Halk da orada yıllık kitapta gördükleri için neden konseri yönetmediğimi sordu. Bir şey söylemedim. Kulislerden ne olduğunu öğrenmişler. Kendi başlarına bir imza kampanyası başlattılar. Bunu yurtdışında menajerime söylediğim zaman hayret etti. Birçok büyük şefin de başına benzer olaylar geldi. Ama hiç kimse için böyle bir kampanya düzenlenmedi. Demek ki İzmirlilerle aramızda güzel bir bağ oluşmuş. Hatta orkestradan imza kampanyasını durdurmam için baskı geldi. “Başlatan ben değilim durduramam” dedim.
Geriye dönüşü var mı?
Bütün İzmir halkı imza da atsa ben geri gelmeyeceğim. Kalbimi çok çabuk açarım insanlara. Özellikle de müzik yaptığımız an en çıplak olduğumuzu hissettiğim an. Bütün iç dünyamı açıyorum, birlikte müzik yapıyoruz. Zorba’yı yöneteceğim zaman kitabını okudum. Çok güzel bir lafı var Kazancakis’in. Yaşlı bir Türk Kazancakis çok küçükken onu kucağına alıp, “Bak oğlum Tanrı o kadar büyüktür ki yedi kat göğe sığamamış. Yedi kat yere sığamamış ama insan kalbine sığmış. O yüzden sen sen ol hiç kimsenin kalbini kırma. Çok büyük günah alırsın” der. Benim kalbim de öyle. Bir kere kırıldığında onarılması çok güç. Affetmek mi? Affedecek bir şey yok ortada. Ama geriye dönmeyecek kadar da kırıldım.
Paylaş