Zekeriya Gülüm... Kısaca, ‘Zeki Abi’ diyorlar. Alsancak Limanı yolcu çıkış kapısının önüne gittiğinizde onu turistlerle yukarı giderken Fransızca, aşağı gelirken İtalyanca konuşurken görebilirsiniz. Gülüm, tam 8 dil biliyor. 6’sını çok iyi, 2’sini çat pat. Tek eksiği var, okuma yazması yok. 12-13 yaşında başladığı ayakkabı boyacılığı ve seyyar satıcılık sayesinde şakır şakır İngilizce, Almanca, İtalyanca, Fransızca, İspanyolca, Yunanca konuşabiliyor. İngilizlerle İngiliz İngilizcesi, Amerikalılarla da Amerikan İngilizcesiyle anlaşabilecek kadar iyi düzeyde üstelik. Bir de her ülke insanının tipik mimiğini unutmuyor. İtalyanların sempatik mimiklerini, Fransızların kibarlığını, İspanyolların rahatlığını yüzüne yansıtıyor. Kürtçe’yi az biliyor, Romence’yi kendi dili diye saymıyor.
Gülüm, son 7 yıldır limana yanaşan gemilerden faytonculara yolcu buluyor, istenirse rehberlik yapıyor. Büyükşehir’in tur otobüsleri için de ücret almadan yardımcı oluyor. Binlerce turist gemilerden inince yetişmekte zorlanan İZELMAN personelinin de rehberliğini yapıyor kısaca. Polis memurlarından, gümrük çalışanlarına kadar herkesin tanıdığı, yüzünden gülümsemesi eksik olmayan Gülüm, hayatının aslında hiç de o kadar kolay olmadığını zorluklarla mücadele ettiğini söyleyerek anlatıyor hikayesini. Ve en büyük hayalini ekleyiveriyor o hikayeye: “Bir gün gemiyle yurtdışına gitmek!”
Ayakkabı boyarken öğrendim
Doğma büyüme İzmirliyim. Buca-Gediz’de oturuyorum. Ailem Selanik’ten göçerek gelmiş. Adapazarı’nda da akrabalarım var. 12-13 yaşlarında ayakkabı boyacılığı yapmaya başladım. Okula gidemedim, okumam yazmam yok. Ama bu işe başlayınca NATO gemileriyle gelen Amerikan askerleri ve turistlerle konuşa konuşa dil öğrenmeye başladım. 30 - 35 sene ayakkabı boyacılığı yaptım. Bir de yanında İzmir’e gelen farklı ülkelerden turistlere kartpostal, nargile gibi ufak tefek işporta hediyelik eşya sattım. Ondan bir kelime, bundan bir kelime öğrendim. Ancak okuma yazma öğrenemedim. “Bir lisan bir insan” diyorlar bana, ama okuma yazma bilmemek hep karşıma çıktı. Öğrenmeye çalışssam da birleştiremeyince, yapamayınca kızıp bıraktım. Yeğenlerim öğretmeye çalıştıysa da bir türlü öğrenemedim. Ne kadar uğraştıysam olmadı. O yüzden de sigortalı bir işim hiç olmadı. Hep okuma - yazma sordular. Bazen bana, “Sen bize dil öğret biz de sana okuma-yazma” diyenler oluyor.
Vicdanım rahat alnım ilk günkü gibi açık
TÜM dikkatlerin 15 aydır üzerinde toplandığı İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne yönelik çete ve yolsuzluk davasının ikinci perdesi, 17 tutuklu sanığın tahliyesiyle sonuçlandı. Mahkeme Heyeti, yalnızca Genel Sekreter Pervin Şenel Genç’in tutukluğunun devamına karar verdi. Başkan Aziz Kocaoğlu’nun 44 yıllık arkadaşı Genç, avukatı Atilla Ertekin aracılığıyla Hürriyet’in sorularını yanıtladı.
Pervin Şenel Genç’in, duruşma salonundan tek başına döndüğü Yeni Şakran Cezaevi’nden ilk sözü, “Şu hayatta çoluğum çocuğum yok. Kendimi çalışmaya, işime adamış bir insanım. Bu kadar büyük bir organizasyonun başında olduğum söyleniyor ama mal varlığım ortada. Cezaevine ilk girdiğim zaman nasıl ‘Vicdanım ve alnım açık’ dediysem, şu anda da aynı şeyi söylüyorum. Mücadelem devam edecek” oldu.
18 sanıktan yalnızca kendisinin cezaevine dönmesini nasıl karşıladığını sorduğumuz Şenel, “Sağlığım dışında hiçbir endişem yok. Beni merak etmesinler, moralim iyi. Dimdik ve sapasağlamım. Bu tahliyeler benim açımdan sevindirici ve umut verici” yanıtını verdi.
Pervin Şenel Genç, Tülay Azeri’nin tahliye oluşuyla koğuşta yalnız kalıp kalmadığıyla ilgili soruya ise, “Azeri’ye selam söylüyorum. O benim sevdiğim bir dostum. Tahliye oluşuna çok sevindim. Tülay gitti ama burada başka koğuş arkadaşlarım da var. 7-15 kişi arasında değişen koğuşumuza iki kişi geldi” karşılığını verdi.
Avukatı itiraz edecek
Pervin Şenel Genç’in avukatı Atilla Ertekin, bu hafta tutukluluğa itiraz edeceklerini söyledi, şunları kaydetti: “Diğer kişilerle arasında hiçbir fark yok. Eşit konumda olduğu kişiler tutuklu değil. Burada eşitsizlik söz konusu. Pervin Hanım son derece dirayetli ve dimdik duran bir insan. Bu kararın ardından da aynı tavrı devam ediyor. Karardan sonra cezaevinde asla demoralize değil. Sapasağlam. Yaptığı her şeyin hesabını veren ve verebilecek durumda olan bir insan.”
PORTRE
İzmir’de AVM krizi gittikçe büyüyor. Siyasiler ve oda başkanları da tartışmanın içine girdi... Ancak, Alsancak Limanı’na yapılması planlanan dev AVM en çok esnafı ilgilendiriyor. Hatta endişelendiriyor. Esnaf zaten yıllardır Hipermarket Yasası’nın çıkmasını bekliyordu, AVM’lerden yana dertliydi. Tüm bu tartışmalar sürerken, kentteki esnafın temsilcisi, İzmir Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği Başkanı Zekeriya Mutlu ile konuştuk. Sözleriyle AVM krizine yeni boyut getiren Mutlu, esnafın tepkilerini de dile getirdi.
Alışveriş merkezleri, esnafın hep yakındığı, mücadele ettiği rakibiydi. Bir de bir türlü çıkmayan yasa var. Üzerine, İzmir’deki tartışmalar eklendi...- Esnaf teşkilatının sorunlarını sıraladığımız zaman “Alışveriş merkezleriyle (AVM) ilgili kanunun bir an önce Meclis’ten çıkarılması”nı en başında söylüyoruz. Uzun yıllardır AVM’lerin bağlı olacağı bir kanunun olması gerektiğini ve herkesin de buna göre hareket etmesi gerektiğini anlatıyoruz. Bir çalışma yapılıyor, ama hala çözülmüyor. İzmir özeline geldiğimizdi, son zamanlarda bir alışveriş merkezi çılgınlığı aldı başını gidiyor. Alsancak Stadı’nın bulunduğu yere, Alsancak Limanı’na, Gürsel Aksel Stadı’nın bulunduğu alana, Üçkuyular Pazaryeri’ne, Çiğli OSB’deki Tariş’in arazisine, Bayraklı’ya AVM yapılacağı konuşuluyor. Son olarak da EXPO alanına yapılacağı söyleniyor. Bir AVM sempatisi mi desem, isteği mi desem... Bir çılgınlıktır gidiyor.
İstemezükçü” değiliz
* Sizin yasadan beklentileriniz nedir?
- Otomobil lastiğine, çilingire, oto yıkamaya varıncaya kadar, aklınıza ne gelirse gelsin esnaf teşkilatının uğraşmış olduğu dalların tamamı AVM’lerde var. AB’ye girmeye hazırlanan bir ülkede, Gümrük Birliği imzalayan bir ülkenin esnaf teşkilatı olarak, AVM olmasın diye bir düşüncemiz yok. Bir kanun kapsamı, yönetmelik kuralları içerisinde, girmek istediğimiz AB’de normlar, yöntemler nasılsa, bizde de öyle olsun istiyoruz. Bizde de şehir içinde değil, dışında bir bölgede yapılsın. Vatandaş, Bakkal Hasan Ağa’dan, Manav Ahmet’ten alışveriş etmek istiyorsa oradan etsin. İstiyorsa AVM’ye gitsin. Tercihini kullansın. AVM’lere karşıyız derken “İstemezükçü” de değiliz. Bir kentin AVM’lere karşı bir planı ve bu plan doğrultusunda görüşü olması gerektiğini düşünüyorum. Kent yöneticilerinin de planları yaparken herkesin ortak görüşlerini alması lazım. Yoksa bu devam eder gider...
2002’de CHP Aydın Milletvekili oldu. 2007’de önseçimden birinci çıkarak tekrar Meclis’e girdi. 2009’da CHP milletvekili iken istifa etti ve Aydın Belediye Başkanı seçildi. Çerçioğlu’nun başkanlığı döneminde CHP, Aydın’da birinci parti oldu. Şartların kendisini siyasette bu noktaya taşıdığını söyleyen Özlem Çerçioğlu, ailesindeki siyaset geleneğini, “Babam koyu bir Adalet Parti’lidir. Teşkilatlarda da görev yapmıştır. İsmet Sezgin ve Aydın Menteşe’yle çalışmışlardır. Böyle bir geleneksel aileden geliyorum. Ancak uzun yıllar sivil toplum örgütlerinde çalıştım. 10 senedir aktif siyasetin içindeyim. Bir taş üzerine bir taş koymak istiyorsanız bunu siyasette yapabiliyorsunuz” sözleriyle anlatıyor. Çerçioğlu, Aydın sokaklarında gezerken neredeyse herkesin ilgisiyle karşılaşıyor. Siyasetteki erkek geleneğini yıkan sayılı kadınlardan biri olan Özlem Çerçioğlu’yla kentte başlattıkları Altın Çağ’ı ve incirle zeytinyağının sarısını simgeleyen altın rengindeki belediye binasında başladığımız sohbeti, Aydın’ın sokaklarında sürdürdük...
Bir Gökçek bir de ben
Genelde Türkiye’de siyasetçiler önce yerel yönetimlerde görev alıp sonra Ankara’ya, Meclis’e gidiyor. Sizde ise tam tersi oldu. Yedi yıl vekillik yaptınız. Bir karşılaştırma yapıyor musunuz?
- Milletvekilliğini bırakıp yerel yönetime geçen iki kişi var Türkiye’de. Biri Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, ikincisi de ben. Aydın halkının teveccühüyle parlamentoda yedi yıl onların adına kentin sorunlarını, problemlerini aktardım. Aydın’ın tüm sıkıntılarını biliyorum. Yedi yıl boyunca üzerine yoğunlaştık. Her ikisi de çok gurur verici bir şey. Ama ben yerel yönetimi daha çok seviyorum. Çünkü bire bir hizmet etme şansınız var. Kentler 24 saat yaşıyor. Daha fazla hizmet etme şansı yakalıyorsunuz.
Peki, Aydın’ın en büyük sorunu ne?
- Aydın’ın ekonomisinin yüzde 50’si tarıma dayalı. Aydın bir tarım kenti ama bunun yanında tarıma dayalı yan sanayi de hızla ilerliyor. Ortaklar OSB’ye baktığınızda, dolmuş durumda. İzmir’e, havalimanı ve limana yakın olması yatırımcı için tercih nedeni. Aydın hızla yıldızı parlayan bir kent. En büyük sorunlardan biri istihdam ama bu tüm Türkiye’nin sorunu. Biz de tüm yatırımcıları Aydın’a bekliyoruz, her türlü desteği vermeye hazırız. Onlar otururken biz tüm bürokratik işlemleri tamamlarız. Yeter ki, Aydın’ı tercih etsinler, gelsinler.
Kadın olduğunuz için işiniz daha mı kolay yoksa zor mu?
GEÇEN hafta Nedim Abi’nin köşesinde sorduğu, “İbrahim Yazıcı’yı neden şeflikten aldınız?” sorusu çok konuşuldu. İzmir Devlet Senfoni Orkestrası’nda (İZDSO) şeflik yapan Yazıcı’nın görevden alınması için Orkestra Teknik Kurulu, bakanlığa yazı göndermişti. Bugüne kadar suskunluğunu koruyan Yazıcı ile yeşillikler içinde buluştuk. Açıkçası kalbi çok kırılan şef Yazıcı ile röportajdan çok bir içini dökmeye benzedi sohbetimiz...
Çok şey konuşuldu ama aslında ne oldu?
Yurtdışında bulunduğum bir sürede orkestradan teknik kuruldaki iki arkadaşımız benimle ilgili bir dilekçe vermişler. Bununla alakalı da teknik kurul çok hızlı bir şekilde toplanmış ve karar almış. Üstüne basarak söylemek durumundayım, teknik kurulun başkanı olarak da ben bulunuyorum. Aslında benim olmadığım zaman toplanmaları usulen doğru bir şey değil. İki dilekçeyi de gözümle görmediğim için bir şey söylemem mümkün değil. Onları göstermediler açıkçası. Ama, “İbrahim Yazıcı orkestramıza faydalı mıdır? Faydası olmadığı kanaatindeyiz. Bundan sonra da bir faydası olmayacağı kanaatindeyiz” diye bir netice çıkmış. Oylamışlar, hepsi fikir birliğine varmış.
Sizin nasıl haberiniz oldu?
Yurtdışındayken bir şekilde haberim oldu. İnsan şaşırıyor. Orkestra ve şefin ilişkisini bir evliliğe benzetecek olursak her evlilikte hoş olmayan şeyler olabilir, ama eğer bir birlikteliği bitirmek istiyorsanız da bunun farklı yöntemleri var. Karşılıklı konuşabilirsiniz. Bu kişiler sadece benim mesai arkadaşım değil. Birlikte yemek yediğimiz olurdu, dışarı çıkardık, evlerimize giderdik. Böyle bir samimiyet tesis edilmişken bir karşılıklı konuşma beklersiniz. Bu neye benziyor? Aynı yastığa baş koyuyorsunuz. Sabah evden çıkmışsınız hiçbir şey yok, akşam eve geliyorsunuz elinize bir tebligat veriliyor. “Boşanmak istiyorum” diye. Bunu bana söyleyebilirsiniz. Şaşırdığım tek şey bu oldu açıkçası.
Dünyanın sayılı sörf merkezleri arasında bulunan Alaçatı bundan 10 sene önce pek de bilinmezken, 2000’li yılların başından itibaren hızlı ama düzenli bir yükselişe geçti. Bu yükseliş model olarak gösterildi. Çünkü turizm cennetlerinin gözde olmasıyla birlikte başlayan curcuna Alaçatı’da öne çıkmadı.
Belediyenin korumacı anlayışla getirdiği ‘Alaçatı Yasa’ları, Alaçatı’yı korudu. Planlı gelişen, kuralları bozulmayan bir cennet oldu. Plastik masadan tutun da renkli şemsiyeye, yüksek sesli müziğe, hanutçuluğa kadar birçok şey Alaçatı’nın olmazları, taviz verilmeyen özellikleri olarak kabul edildi.
33’üncü ilçe olalım
Ancak bugünlerde Alaçatı’da bir hareket, bir itiraz var. Önümüzdeki günlerde TBMM gündemine gelmesi beklenen, 13 ilin büyükşehir ilan edilmesini de içeren Büyükşehir Yasa Tasarısı, Alaçatı’yı hareketlendirdi. Son yasa tasarısında Çeşme’ye bağlanacağı konuşulan Türkiye’nin dünya turizmde marka haline gelen beldesi Alaçatı, İzmir’in 33’üncü ilçesi olmak için harekete geçti.
Belediye Başkanı Muhittin Dalgıç, beldenin sekiz yılda geldiği noktaya dikkat çekerek, ilçe olmayı çoktan hak ettiklerini söyledi. Yaz nüfusunun 150 bine ulaştığını belirten Dalgıç, “Yasa çerçevesinde yaklaşık bin 21 belediye kapatılacak. Biz de bu süreçte Alaçatı niye ilçe olmalı diye anlatmaya çalışıyoruz. Alaçatı, Side, Göcek, Belek, uluslararası marka olma değeri taşıyan beldeler. Ülkenin tanıtımı için itici güç olanların kapatılmamasını söylüyoruz. Bunları anlatmaya çalışıyoruz hükümet nezdinde de” dedi.
Yapılanlara yazık olacak
İlçe olmak istediklerini kamuoyuna anlatmaya devam edeceklerini kaydeden Başkan Dalgıç, sözlerini şöyle sürdürdü: “Alaçatı’da da herkes, sivil inisiyatiften siyasal kesimlere, vatandaşa kadar bu işin arkasında. Alaçatı, kaçak yapılaşmanın olmadığı, butik otelleri, restoranları, taş evleri, yel değirmenleri, festivalleri ve binlerce dönüm turizm gelişim alanlarının yanı sıra aynı çapta turizm yatırım alanlarının bunulduğu bir yer. Port Alaçatı Projesi de dahil, rüzgar sörfü için dünyanın en gözde merkezi olması ve diğer artılar gözetildiğinde Alaçatı kesinlikle ilçe olmayı hak ediyor. Özel ya da kamuda kimseye de tek kuruş borcumuz yok. 30 odadan 3 bine çıkan konaklama kapasitesiyle Alaçatı, gelişiminin yüzde 40’ını tamamlama aşamasında. İlçe olursak bu gelişim şahlanır ve Türkiye’de örnek oluruz. İlçe adayı yerleşim merkezleri, model olarak alabilecekleri bir yapıyı görürler. Hatta mevcut ilçeler bile bizim izlediğimiz yolda ilerleyebilir. Bu örnek, turizmci için büyük bir fırsat. Eğer başka bir belediyenin mahallesi konumuna düşersek tüm bu yapılanlara yazık olacak ve bir marka kaybetmiş olacağız. Kapatılırsa Türk turizmi büyük emeklerle elde edilmiş uluslararası üne sahip bir merkez ortadan kaldırılmış olacak. Bu, markalaşma sürecini
2003’e kadar Tekel’e bağlı olarak Birinci, Bafra, Yeni Harman ve Tekel 2000 sigaralarını üreten Alsancak Sigara Fabrikası, kapatıldıktan sonra Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’na devredildi. Binanın kültür merkezi olması düşüncesi ise ilk kez 1990’lı yıllarda ortaya atıldı. Ancak kentin göbeğindeki binanın boş kalmasından rahatsızlık duyan eski valilerden Yusuf Ziya Göksu, en çok çaba harcayan isimlerden oldu. Göksu, binanın Kültür ve Turizm Bakanlığı’na tahsisini talep etmiş, Ankara’da konuyu yetkililere birkaç kez iletmişti. Dönemin Maliye Bakanı Kemal Unakıtan da binanın Kültür ve Turizm Bakanlığı’na tahsisinin gerçekleştiğini müjdelemişti.
Tam 20 gün boyunca
Bir dönem Arkas ve İzmir Ticaret Odası’nın da kültür kompleksi yapmak istedikleri yapıda, bu yıl ilk kez 26. Uluslararası İzmir Festivali’nin etkinlikleri yapılacak. Terk edilmiş halde bekleyen Reji Binası ilk kez İzmirlilerle dolacak, eski duvarlarında müzik yankılanacak. Festivalin, The Philharmonia Orkestrası’yla açılış konseri ve bugün ile 24 Haziran arasındaki “Re-Rite Ses ve video Enstalasyonu” gerçekleştirilecek. Etkinlikte, İgor Stravinsky’nin “Bahar Ayini” eserinin “Ses ve Video” yerleştirmesi, 20 gün boyunca İzmirlilere dünyanın en iyi orkestralarından biri olan Philharmonia’nın kadrosuna dahil olup, onlar gibi hissetmek, onlarla birlikte çalmak imkanı verecek.
Hiç şef oldunuz mu?
26. Uluslararası İzmir Festivali’nin bugün açılış konserinin ardından eski Tekel Sigara Fabrikası Reji’de devam edecek etkinliği RE-RITE “Ses ve Video Enstalasyonu”, Türkiye’de bir ilk.
Her akşam iş çıkışı önünden geçerken hazırlıkların sürdüğünü gördüğüm Reji’de, son aşamada ekibin çalışmalarına tanıklık ettim. İlk girdiğimde binanın mis gibi çiçek kokan bahçesinden ayrılamadım bir süre. Sonra, o ahşap dev kapısı çekti içeri doğru. Film karelerindeki gibi tavanları, duvarları uzun uzun inceleyerek girdim. Burnumda eski, rutubet ve hafif bir tütün kokusu da harmanlanıyordu bu arada. Üst kattan gelen müzik ve muhteşem akustik öyle davetkardı ki! Merdivenleri müziğe doğru hızla adımladım...
Projenin kreatif direktörü Richard Slaney’le tanıştık önce. Onlar son hazırlıklar için hummalı bir çalışmanın içindeydi. Binanın ikinci katındaki tüm bölmeleri dolaştık. Slaney, her bir bölümde dakikalarca orkestrayı nasıl yaşayabileceğimi anlattı. Her bölümde, odada kurulmuş dev ekranda, orkestra ve müzisyenlerle içlerindeymiş duygusu yaratılıyordu. Ekranın kenarındaki sayfa numaralarından devam eden parçanın neresinde olduğunuzu da bulabiliyorsunuz üstelik. Richard Slaney’den projenin 2009’da ondan çıktığını öğreniyorum.
Benzersiz bir deneyim
<#comment>#comment>Sonunda uygun bir güne karar verildi. Ne dava, ne soruşturma, ne dosyalar... Sadece Körfez’i konuşmaya karar verdik.
Sonucunda da Başkan Aziz Kocaoğlu’yla farklı bir gün geçirdik. Önce tekneyle uzun bir Körfez turu attık. Başkan’ın keyfine diyecek yoktu. Sonra yanaştık kıyıya, denizin dibine oturduk. Körfez’in balıkları yanımızda zıplayıp gösteri yaparken, biz Körfez’de nasıl yüzüleceğini konuştuk. Tasarım projesinin gerçekleşmesiyle İzmir’in denizle daha barışık, dolayısıyla da daha mutlu bir şehir olacağını gözümüzün önüne getirdik. Kocaoğlu’nun ilk söylediği, “Şu İzmir’in keyfini bir de biz sürelim” oldu. Sohbet keyifle başlayıp sürünce de bomba açıklamalar geldi.
Körfez olmadan olmaz
İzmir’de Körfez’le ilgili projeler her zaman en çok konuşulanlardı. Sizin de en önem verdiğiniz projeleriniz Körfez’le ilgili olanlar diyebilir miyiz?- İzmir 8 bin 500 yıllık yaşamını Körfez’e, denize ve limana borçlu. Körfez olmasaydı İzmir hayatını bu kadar sürdürebilir miydi? O ayrı bir tartışma konusu... Onun için İzmir’i Körfez’den, İzmirlileri de ne Körfez’den, ne de Kordon’dan ayırmak mümkün değil. İzmir’in doğal zenginliği Kordon’u ve Körfezi’dir. Biz göreve geldiğimizden beri, Büyük Kanal’ın da devreye girmesiyle birlikte aksayan yönlerini gidermeye yönelik birçok proje yapıyoruz. Ama bizim İzmirlilerin yüzünü Körfez’e döndüren esas projemiz Büyük Kanal’dır. Birçok başkanımızın da bu konuda büyük emeği var.