Fısıltısını duyuyorum bazı geceler. Ya da gün ortası çığlığını nefesimde. Geliyorlar bazen teke tek kalıyoruz karşılıklı zamansızlıkta.
Bazen çoklukları şaşırtıyor beni ansızın çıkışlarında. Nedir, kimdir bilmiyorum. Ama varlığı keskin, varlığı coşkun, varlığı yaşatıcı, onsuz olamayıcı!
Özlemle bekleyip dururmuş şair, uzaklara bakar ararmış kelimeleri, kimi bulduğunun farkında, kimi değil deli, kendine başka alanlar açmaya çalışıp uyuşturmuş beynini, kimi bir duvara bakıp durmuş aylar boyunca. Duvar ona o duvara, sonunda karışmışlar göz yaşlarıyla beyaz boş kağıtlara, boyalara karışmış yaşamı.
Kiminin kanı akmış tuvallere, kimi gökyüzüne bulaşmış, kendi ilim olmuş da kimseler anlamamış, kimi kulağını kesmiş yine de yaranamamış kendine. Dengesizlik denge olmuş, amaçları sonsuza ermek olmuş.
***
Yaratıcı insanlara fısıldayan ses kimin?
Hangi keskin kılıçtan darbe alıyor bu yürekler, hangi anlamları evrimine yazıyorlar diğerlerinin, bu nasıl bir fısıltıdır ki 1001 bedende 1001 çeşit olarak akıyor insanlığa?
Bu nasıl bir coşkudur ki doyamaz üreten doğurduğuna hep dahasını ister bu garip ruhlar, hep yaratmak ister, hep paylaşmak ister fısıltılı anları dert olur duymayınca, ölüm olur yaşarken umutsuzca.
Sormak isterdim tüm üretenlere, doğum öncesi ve sonrası başka hikaye. Ama ya ilk sevişme anı fısıltıyla, ilk aşk anı içlerine dökülen ilk olma halini nasıl yaşar her sanatçı?
Benimkini biliyorum. Dertli, bencil anlarımla boğulurken bazen sudan sakin bazen benden delisi olmaz. Ben bile şaşarım kendime. Tüm antenlerim açık, tam algılama hali evrenden. Aynı frekanstan veren her şey ile ilintili olma hali. Notalar sihirli başka bir gezegenden akıyorlar dünyaya. Bu boyuta inerken yaydıkları enerji buluşuyor ilgili tüm varlıklarla. Ağaçlar, çiçekler, ya da yere düşen kurumuş bir yaprak, bir bakış tanımadık bir bebekten, bir küçük taş parçası avucumda, ya da varlığı yüksek bir dağ bilmediğim yerinden dünyanın, rüzgár olup uçarlar içime.
Yankılanır bu kez fısıltı her yerimde; kelimelerimde, çizimlerimde, şiirimde, benim olan olmayan her şeyimde.
Fısıltıyla paylaşım. Paylaştıkça aşka eriş. Bütünü hissediş. Dışına çıkış olağan kürenin. Dışardan içeriye bakış. İçerdekilere dışardan fısıldayış. Alanını yaratma oyunu bu. Kendi fısıltını çığlık yapma gerçeği bu. Yarattığın bu yeni alana küredekileri alma oyunu bu. Anlayana sonsuzluk, kavrayamayana bir daha düşünme dürtüsü yerleştirme fısıltısı bu.
Yüreğini sevdiğim bir arkadaşım ‘yaratıcılık rahatsızlıktan doğar’ demişti. Bir şeylerden rahatsızsan onu değiştirmek için karşıt yaratma dürtüsü bu belki de. Belki de hayatın ta kendisi. Düşününce, ‘sanatçılar ve derin düşünen bilim insanları olmasaydı, dünya tek düze, içi boş bir küre olurdu’ diyorum. Açık yürek olma dürtüsünü kaybetmeden, yeniliklere kapıları açma zamanıdır artık. Sayıları tarihsel yanlışlıklardan dolayı az olan ülkemizde her yeni fısıltılı insanlara yolu açma anıdır diyorum.
***
Fısıltı ile konuştum dün gece. Bana nota oldu. Bana kelime oldu. Bana desen oldu. Bir ara ağladım. Gözyaşım oldu. Kendimi gördüm. Küre dışındaydım. İçerdekilere bağırdım. Duyanlar mutluluğum oldu. Fısıltıyla paylaştım, başka boyutlara baktım. Tek gerçeğin sevgi olduğunu gördüm.
Küreden dışarılara, ara sıra da olsa bakmayı unutmayın.
Sevgi ile kalın...
Not: Bu yazımı yazdıran fısıltı, bana Jolly Mukherjee Kirvani’nin ‘Badmarsh and Shri Remix’ isimli parçasını da getirdi...