‘Son su damlasını yitireli uzun zaman olmuştu. Son kum fırtınasında elimizdeki son su tanklarını da kaybetmiştik.
Görünmezlik oyunu gibi bu. Bir an karşında dururken, bir an sonrasında her şey kayıp gidiyor senden. Sanki birileri izliyor sağdan soldan, yukarıdan ya da dibinden dünyanın; ve anlık duygu değişimlerinin kurbanları olarak ağır kararların ağır cezaları bizim payımıza düşüyor. İstek dışı karar kurbanları! İşte biz buyuz.
Ne, kum fırtınasını istedim ben, ne de iklim yokoluşlarına sebep oldum varlığımla, ne dünyadaki tüm su kaynakları döngüsünü kuruttum, okyanus işgallerini yaratanlardan ben sorumlu değilim. Sera etkisi diye başlayan ve kısa sürede tamamı hızla değişen sıcaklık akışlarından ben ve benim jenerasyonum hiç mi hiç sorumlu değil...
***
Biz, bir yandan varlığımızla doğal sisteme saygılı olmak bilincini taşırken, diğer yanından şimdiki zamanın çözümsüz sonlarını yaşıyoruz. En kötüsü de bu çözümsüzlüğe mahkum olmak ve bunun hüzünlü zorunluluğunu paylaşıyor olmak. Bazı anlarında şimdiden geriye dönmeyi istiyoruz hepimiz. Geriye dönüp yanlışların üzerine artılarımızı koymayı, bilinçsiz kirletmeyi evrenin bir parçası olarak durdurmayı, geleceği yeniden temiz yöne oturtmayı hayal ediyoruz. Ama boşlukta dolaşırken şimdinin karanlıklarında, umutsuzca hayale esir olmak bir işe yaramıyor ne yazık ki. Ne yazık ki artık su yok! Aramadan vazgeçmedik. Bedenimiz ve ruhumuz son kayboluşunu yaşayana kadar bu sürecek. Kimyasal arınmış sıvılarla besleniyoruz. Doğal olmadığı için etkileri çok fark yaratıyor zaman içinde bedenimizde. Değişiyoruz. Değişim organ kaybıyla başlıyor. Farklı varlıklara dönüşüyoruz. Yavaş yavaş yok oluyoruz bir anlamda. Her bir organ eksikliği daha az sıvı tüketmek demek. Son parçamız soluyana kadar buradayız. Üzgünüm. Ben öncesi genlerimi taşıyan varlıkların dünyayı bu kadar acımasızlık bilinci ile tüketmelerinden üzgünüm.’
***
Yukarıdaki öngörülü gelecek senaryosunu niye mi yazdım? Şu anı paylaşan bizler ne yazık ki bazı önemli gerçekleri göz ardı etmek gibi kötü bir alışkanlığa sahibiz de ondan. Doğal yaşam dengesi olağanüstü kurulmuş bir kurgu. Tanrı hayranlık ötesi bir sistem kurmuş bu bir tanecik dünyamıza. Her şeyi düşünmüş ve birbirine bağlı müthiş bir denge ile yaratmış. Hiç aksamayan, hiç bozulmayan bu kurgu kusursuzlukla işliyor aslında. Tek bir varlık bozuyor bu sistemin döngüsü. İnsan!
***
Yeryüzünün yüzde 70’i sularla kaplı. Bu yetmişlik payın yüzde 97’sini denizler oluşturuyor. Yüzde 2’si kutuplarda donmuş olarak henüz duruyor. Canlı varlıkların ihtiyacı olan tatlı su miktarı dünyada yalnızca yüzde 1 oranında bulunuyor. Şimdi işin harikalığı burada yatıyor. Bu mükemmel ötesi sisteme göre dünyamızdaki sular hiç eksilmiyor ve hiç artmıyor. Döngüdeki rollerini sonsuza kadar sürdürebilir bilinçli bir su durumunla beraberiz. Negatiflik, insan kaynaklı atıklarla bu dengeyi sarsmalarında. Tarımsal kirlenme, sanayinin ağır metal atıkları, insan atıkları... Olduğu gibi yeraltı sularını ve içimizden geçen önemli nehirler ile denizlerimizi KİRLETİYOR.
***
Gelelim daha gerçekçi acıtıcı rakamlara:
Türkiye’nin son 50 yılda kaybettiği sulak alan miktarı 1.300.000 hektar. Bu rakam Van gölünün 3 katından büyük. Batı Avrupa da kirletme suçu ciddi boyutlarda. Avrupa kıtasının en önemli nehirlerinden biri olan Tuna nehrine boyutları korkutucu bir miktarda sanayi atıkları dökülüyor. Tuna’nın aktığı deniz Karadeniz. Karadeniz’e Tuna nehrinin kirli ve zehirli boşalttığı su miktarı senede 206 milyar metreküp.
Kişi başına tüketilen yıllık su miktarında 18.000 metreküp ile Amerika liste başı.
Daha ne yazayım bilemiyorum. Durum ciddi ötesine hızla geçmiş durumda. Bu hızla gidersek en başta kuruyacak yerlerin başındayız ülkece. Elimizi geleceğimize dokundurmak istiyorsak, hep beraber bilinç gerek bize. Duyarlı şimdiler, parlak gelecekler yaratır.
Gelecek dünyasındaki kötümser senaryom umarım hiç gerçekle yüzleşmez. Umarım gelecekte ışıklı olmalar bizi bulur.