Bir tuhaf rüya

‘Bir sabah uyandım; tüm insanlar ayrı lisan konuşuyorlardı. Tek kelime ile başladım gün akışına, akşam oldu çıkamadım anlayış yokuşuna. Ne söylediysem durgun yüzüme baktılar. Bildiğim her lisanı denedim ‘Ne oluyor yahu burada?’ demek için; hatta bir ara uydurmaca kaydırmaca bile yaptım dilimin üstünden, nafile kimse dönüp bakmadı. Kimse üstüne alınmadı, parçalarken ben kendimi köşelerimde, elimi bile tutan olmadı. Ortak bir kelime aradım, onlarla benim aramda. Bir küçük sözcük, söz, tek bir harf, işaret parmaklarımla, gözümle, göz üstündeki kaşımla, dans bile ettim, kıvırdım, sarıldım, yazdım, çizdim çöp adamlarla, sonunda anladım ben de bir çöptüm. Kimse beni anlamıyordu.

İşin kötüsü, kimse kimseyi anlamıyordu. Çünkü herkes ayrı lisan konuşuyordu. Ayrı gayrı olmuştu dünya üstü insanı. Dünya altı ne durumdaydı henüz bilmiyorum ama bizim halimiz berbattı!

İş güç kalkmıştı ortadan. Eğitim ve öğretim diye bir kurgu yok olmuştu. Gazeteler, basılı yayın unutulmuştu. Çünkü kimse bir diğerinin yazdığını ne okuyabiliyor, ne de anlayabiliyordu. Kimse anlaşamadığı için, sanırım herkes anlatmaya çalışmaktan yorulmuştu ve işin ucunu ortalığa salmışlardı. Anlaşamamanın verdiği sıkıntı ruhları kıtlığa dönüştürmüştü. Artık anlaşılmanın hazzını yaşayamadığı için sanatçılar hepten herkese küsmüşlerdi. Kendi kendilerine su akar deli bakar misali oyalanıyorlardı. Ressamlar neyse de, müzisyenler sonsuzluğun felaketini yaşıyorlardı. Hiç kimse hiçbirinin bestelediği hiçbir söz ve notayı anlamıyordu! Anlayamamak algısızlığa yol açmıştı. Zaman içinde bu algılamama kaosu önce kızgınlığa, sonra kavgaya, sonra savaşa, sonra beden ve vücut kıyımına, daha sonra kazanmak veya kaybetmenin bilinçsizliğine ve en sonrasında sonsuz durgun olumlara yol açmıştı. Dünya artık sonsuz durgun dönemini dingin ve algısızca soluyan ve hiç konuşmayan tuhaf bir gezegen olmuştu. Bu nasıl olmuştu Tanrım! Nasıl herkes ayrılmıştı birbirinden. Duygular nereye buhar olup uçmuştu da, insanlar böylesine kurumuşlardı. Gerçek nerede kırılmıştı? Beni kim anlayacaktı?’

Derin bir soluk aldım.

***

Bu kaos yalnızca bir rüyaydı. İyi ki diye başlayan beş cümle kurdum peşi sıra yüksek sesle kendi kendime. İyi ki dünya o garip durgunluğa girmedi. Tüm çokluğuna karşın ortak anlaştığımız kelimelerimiz mevcut hala. Tamam, savaş hala var. Anlamsız işkenceli insan kıyımları hala acının ötesinde yüreklerimizde. Tamam, bazen aynı lisanı konuşup acaba ben Çince bir şeyler mi söyledim mi ki bu insanlar beni hala anlayamadı diye düşündüğümüz anlar yok değil. Hala aynı toplumda olup da birbirimizin yüzüne anlamsız durgunluk yaratıp, ayrı köşelere çekilip ‘bizler’ ve ‘onlar’ durumu yaratıyoruz. Hala eğitimde ve öğretimde çağdaş insana yaraşır bilinçte kurgular yaratmamakta tuhaf bir şekilde ısrarcıyız.Örneğin hala aynı lisanı konuştuğumuz, aynı toprakta yaşadığımız halde köşe kapmacaları oynamaya birileri bizleri zorluyor. Hala paylaşmayı öğrenemedik. Hala az okuyoruz, az okumak o korkutucu sonsuz durgunluğu yaratır korkuyorum. Yüreğe giren notalar yerlerini yüzeysel geçici plastik notalara bırakmış hala. Derin bir soluk daha aldım. Gerçek karşısında aynı lisanı konuşmak bazen zor oluyor, anlıyorum. Ama aynı lisanı konuşmak öğrenmekle başlar. Kelimelerin aynı harflerden oluşmasından bahsetmiyorum. Ya da adı aynı olan lisan türü değil söylemek istediğim. Bahsettiğim duygu, anlayıştır. Anlamaya çalışmaktır karşındakini. Paylaşmaktır dünyayı dürüstçe. Anlamak ve anlatmaktır hayatı birbirine. Böylece konuşmaktır toplumda tüm hisleri insanca özgürce. Eğitimde ve öğretimde köşelere kapılmadan temiz yolda yetiştirmektir genç yürekleri. Kirlenmemiş gelecek, şu anımızı temizlemekle başlar. Henüz lisanlar tutuyorken, birbirini karşılıklı konuşmak ve paylaşmakla başlar. Daha çok paylaşmalı anlara.
Yazarın Tüm Yazıları