Bir varmış bir yokmuş, anneler reklam yıldızı olmuş, benim haberim yokmuş. Baskıcı reklam kampanyaları olmuş başlı başına gezici müzikal kumpanyaları.
Alma dürtüsüne endekslenmiş tüm sayfalar, kaplamış bencilcesine ekranı anneli reklamlar.Fotoğraflarda anne oldukları şüpheli en güzelinden ve incesinden mankenler, sahte anne bakışlarınla bana hediye alın diye diretiyor biz evlatlara. Sanki en büyük reklamı veren en çok hediyeyi de satar yarışması yapmışlar aralarında. Yandan gölge anne figürü yapıştırılmış vitrinlere bakmadan geçtim hızla. Zaten oldum olası vitrin fikrinden nefret ederim. Bir de üstüne anne ve hediye baskısı gelince ağır geldi bu hafta bana. İçime fenalık geldi! Düşünüyorum da; ertesinde bir anneler gününün, bir sürü ’neden’ ile başlayan sorularım oluyor kendi kendime.
Neden sahtecilik bu kadar popüler?
Neden çağdaş bir başkalaşmaya çalışmak yerine aynılaşmaya başladı bu toplum?
Neden sakince yaşamak yerine güzel ve özel bir günü, kapılıp gitmeceleri oynuyoruz hep birlikte?
Neden her şeyi ama her şeyi bu kadar çabuk tüketir olduk?
Neden Nişantaşı eski kimlikli sakinliğinin yerini keyifsiz gürültücülere bıraktı kendini aniden?
Neden... neden... neden...
Açıklaması hayli uzun. Galiba bir evrim olayı bu. Rahat bırakmak gerek. Kafamızı meşgul ediyorsa bu gibi sorular bu iyiye işaret aslında. İçinde değil dışındaki evrim dairesini yaşamak bu. En azından sakinliğimizi korumaya çalışıyoruz. Sakin sakin nedenlerimizi üretiyoruz.
***
Bir anneler gününün ertesinde huzurluysak eğer gönülden derinden, ne mutlu bize. Reklam yıldızlarına kanmadan sevgiyi dökmüşsek dilimizden annemizin kalbine ne güzel. Yanımızdalar bedenen veya değil fark etmez bence.
Anneler her nerde olurlarsa olsunlar biz evlatları her an görür, her an ışık olurlar yolumuza. Bir düşünce yeter içten. Anneler anlarlar. Hiç kaçırmazlar onlar, bizi bizden daha net bilirler. Parlak ve saydamdır bakışları. Taa derininde neler saklı, nelerin üstü örtülmüş şıp diye bilirler. Bilmeleri ne güzeldir aslında. Bizi bilmeleri, çaktırmadan hayatımızı takip etmeleri, ufak ufak öğüt vermeleri laf arasında, dişi aslan misali hiç bıkmadan korumaları ve sonsuza değin bir varlık tarafından sevildiğimizi bilme onurunu bize vermeleri ne güzeldir.
Anne olunca beni daha iyi algılayacaksın demişti bir konuşma sırasında annem. Haklıymış. Kızım doğduktan sonraki birinci anneler gününü unutmamak için yazmıştım. Cümlelerimdeki şaşkınlık, yaşadığım ilk’in heyecanı, ben artık bir anneyim demişim iki satırda bir inanamayarak kendime, gururlu genç bir annenin anne olma telaşı karışmış cümlelerime.
‘Ruhumda çocukluğum koşuşturup dursa da ben artık bir anneyim.’ Bu cümleyi hala seviyorum. Bence sır burada. Anne olmak bir bakıma büyümek ama diğer tarafında hayatın, tekrar çocuk olmak demek bebeğinle. Onu anlamak için çocuk ruhunu hiç kaybetmemek demek. Hep çocuk safınla büyük anne duygusunu dengede tutmak demek. Ve artık iki kişi için nefes almak demek. Sınırı yok bu varoluş duygusunun. Annelik bence en kuvvetli varoluş duygusudur. Hangi cins olduğu da fark etmez varlığın. Anne her cinste hep annedir işte.
***
Bir varmış bir yokmuş. Bir annelik masalı varmış. Tüm kadınlar bu masalla doğmuş. Bedenlerinde, anı gelene kadar bu masalı saklamış. Aşk gelmiş, aşk gitmiş ama annelik masalı hep kalmış. Yüreklerinde tüm kadınlar bu masalı dinler bu masalı söylermiş. Anı gelmiş masal dünyaya inmiş. Bir küçücük bedende bir evren sevgi saklıymış. Bebeğinle ilk bakıştığında kadın ağlamış mutluluktan. Bebek gülmüş; dünyadaki sağlam sevgi kucağından. Ne aşka benzer bu duygu ne başka bir şeye demiş kadın. Bu masal benim, ailemin, geçmişin, şimdinin ve geleceğin masalı. Hepsi de bu küçücük bedende saklı.
Çocukluğunu da almış koynuna, düşmüşler bebek ile kadın kendi masallarını yaratmak için yollara. Ne fırtınalar, ne dağlar yıkılmış yollarına, ne devler çıkmış hayatlarına, kimi zaman gülmüşler, kimi zaman yüreklerce ağlamışlar. Ama hep sevmişler birbirlerini. Hep sevmişler, sonsuza kadar sevgi ruhlarını hep beslemiş. Bir gün gelmiş bebek büyümüş, anne ile beraber. Zaman başa sarmış ve