Tüm ışık olmak isteyenlere duyrulur. Bir öğleden sonrasında parçalı bulutlu İstanbul’un, atölyemin dar arka girişinde not etmiştim bu satırları. Dar bir çıkmaz sokaktır bu giriş. Eni beş adımlık bir aralık. Ama bize nefes verir gün içinde. Atölyeye inen merdivenlere oturup dar aralık göğünü seyrederiz. Sıra sıra dar sokaktaki yüksek binaların arasından havayı koklarız.
Oturduğum merdivenlerin ötesine, birden hızla ve kendinden emin bir şekilde pat diye düştü ışık. Güneş bir an kendini göstermişti ve ışık seline boğulmuştuk; merdivende öylesine çay içerken. Sahnedeymişim de sanki, en önemli dönüşümü yapıyormuşum gibi bütün spotlar yuvarlak aydınlıklarınla beni işaret ediyormuş gibi oldum birden. Halbuki ben, dar aralıkların kadını olarak çay içiyordum kendi çıkmaz sokağımda bir başıma. Nerden bilirdim aniden güneşin tüm ışıklarını başımdan aşağıya boşaltacağını? Kendime baktım.
Saçlarım kızılımsı yanıyordu, çay sanki kehribar bir küre elimde, üstümdeki beyaz gömlek yüzüme yansıyan bir sihir, kirli merdivenlere biraz önce temizleme dürtüsüyle dökülen su tanecikleri yerlere saçılmış elmaslar, dar aralık binalarının yüzleri ışıkla kamufle... bir ben varım nereye açıldığı belli olmayan sokakta, bir de ışık !
Bu bir sihir. Tüm gerçek görüntüler gitmiş yerini elmasları dökülen, kehribardan küresine bakıp geleceği okuyan çok aralıkta oturan başka ben’e bırakmış. Üstelik ışık tüm bunları sessiz sedasız yapmış. Hiç söz yok, çığırtkanlık ne gezer.
Aniden gelip, aniden vurup, bir bulut istilasında aniden yok olan sihirli ışık.
Havayı tekrar bulutlar ele geçirince bir kez daha anladım ki ışık gerçek ile hayal arasında bir çeşit taşıt. Hayat karışımında bazen tuz bazen şeker oluyor ya insan. Hani bazen de taşıtı bulamıyor ya, işte aynı durum. Bir başına olmacaları yaşarken kişi, çıkmaz sokağında hep bir mucize bekler durur. İster ki hep olsun, hep kendine doğsun güneş. Hep ‘Allahım ver’ der. Daha çoğunu, iyisini, sağlığını, tatlısını hayatın. Ama çok şekerli isteklerin gerisinde ağzın yanmalı ki tuzdan biberden, o zaman öğrenmeli insan tattaki dengenin ne kıymetli olduğunu.
***
Ver demekle ışık yağmıyor ki dar aralıklara artık. Artık gönülden temizleme zamanı içimizi, gerçeğimizi, hayallerimizi. Saf halinle düşünmez ise, egoları dua yapmışsa avuçlarında ya da hepten yanlış taşıta binmişse kandırık biçimde; o çıkmaz sokağa güneş gelir mi? Biraz şüpheli! Hani yolunu seçenler vardır ya sessiz derinden ilerler ya kimselere sormadan. Bayılırım böyle insanlara. Hesapları yoktur onların başkaları ile başkalarının taşıtına da binmezler gösterişten. Bağırıp çağırmazlar.
Yüzeyden avuçları açılmaz gökyüzüne. Kalpten açılır, ruhtan konuşurlar evrenle. İşte onlara ışık hep yağar, dar sokaklarda, çıkmaz yollarda, en kuytusunda bulutlu havanın, güneş onları hep sezer, hep ulaşır. Beklenen mucize, aslında akışında yaşananların küçük şeyleri görmektir. Küçük şeylerin anlamını keşfetmektir. Küçük dokunuşları doğanın bazen ne çok şey anlatır.
Havayı koklamak gerek. Doğanın sır dolu dengesinde kim bilir kaç dar aralıklara, kaç sihirli ışık düşer, kimler kalır kendi sahtelerinde karanlığın, kimler aydınlanır çıkmazlarda aniden hiç bilinmez.