Paylaş
Kişisel olanla toplumsal olanı, derimizin tam altında hissettiğimizle ekranda yanıp söneni, geçmişle bugünü ve geleceği, çıkışsızlık hissiyle umudu, kızgınlıkla affetme ihtiyacını aynı anda, büyük iddialar olmadan anlatabilen bir oyun: ‘Beyaz Kanatlar’. Açıkçası canlı ya da kayıttan Zoom oyunu izlemeye koyulmadan önce hafiften geriliyorum. Dolu dolu bir anlatıyı, etkili bir performansı bilgisayar ekranından da olsa izlemek iyi gelen bir duygu, evet. Ama ‘dijital oyun’ diye adlandırdığımız bu türde de bir sahne/ekran rejisi arıyor gözlerimiz.
Yıl 2040, dünya aynı...
Oyunlar en baştan Zoom ya da farklı medya olanaklarını düşünerek yapılandırıldıkça ‘dijital tiyatro’ dediğimiz tür daha fazla ruh kazanabilecek belli ki. ‘Beyaz Kanatlar’ bu zorluğun üstesinden, üstte sıraladıklarımın yanı sıra içerik ve biçimi de doğal bir akışla harmanlayarak gelmiş. Burak Alıcı’nın halihazırda dijital tiyatro olarak tasarlayarak yazdığı oyunu Özgün Çoban yönetiyor. Oyun seyirciyle canlı Zoom performansı olarak buluşuyor. 2040’ta olduğumuzu sonradan anlayacağız ki bu da otomatikman bir ‘distopya’ fikrine savursa da bizi, ayaklarımızı yere basmamız da aynı hızla oluyor. 2020-2021’de yaşadığımız koşullardan pek farklı değil karşımızdaki dünya ne de olsa.
Evinden -salgından ötürü değil, kişisel gerekçeleriyle- çıkamayan 20’lerindeki Bulut ve onun bir ‘çöpçatan’ uygulaması üzerinden tanıştığı sevgilisi Rüya ile birlikteyiz.
Rüya (Berfu Aydoğan) zamanın ruhuyla dalga geçercesine ‘masal anlatıcısı’ bir kadın olarak çıkıyor Bulut’un karşısına... Bulut’un vaktiyle çekip gitmiş babası (Bulut onu sadece ekrandan görüyor), yine görüntülü aramalarla iletişim kurduğu annesi ve belki de en yakını olan, bizzat tasarladığı yapay zekâlı robot Smart diğer karakterler...
Evinden çıkmayan, tüm ihtiyaçlarını Smart’a verdiği sesli komutlarla karşılayan (bu ihtiyaçlara dilediği zaman ekranda ‘var edebildiği’ babasıyla ‘yapay’ konuşmaları dahil) bir yapay zekâ uzmanı… Ve evi kitaplarla, kalbi masallarla ve hayatla dolu bir hikâye anlatıcısı… Bu iki genç bize bir gelecek simülasyonundan sesleniyor gibi: Küçük penceresinden -o da bakarsa- sisler içindeki binalardan başka bir şey göremeyen Bulut ve arada denizi olan bir şehirde yaşadığını unutan Rüya... Oyun boyu birkaç görüşmeye yayılan ilişkilerine paralel olarak Bulut’un babasıyla ve geçmişiyle (ki bu 2020’lere tekabül ediyor) hesabına tanıklık ediyoruz.
Naif ama güçlü bir duygu
Özgün Çoban’ın rejisinin, oyuncuların inandırıcı ifadelerinin, ses tonlarının ve her ne kadar çoklukla belden yukarıyla sınırlı kalmak zorunda olsa da beden hareketlerinin doğallığı, başta bahsettiğim gerginlik hissini hızla yok ediyor (İki ana oyuncunun gerçek hayatta hiç tanışmayıp tıpkı oyunda olduğu gibi sadece ekran aracılığıyla tanışıp prova alıp oynamaları da hoş bir detay). Babanın oyuna dahil oluş şekli, Rüya’nın masal anlattığı esnada bizim ekranda aynı anda Bulut’un zihninde dolanmamız gibi küçük teknik detaylarla oyunun rejisi de ekran karşısına geçip hikâye anlatan ya da birbiriyle konuşan ‘kafalar’dan çok daha öteye ulaşmış.
Naif ama güçlü bir duygusu var ‘Beyaz Kanatlar’ın. ‘Kaç dakika kaldı’ diye bakmadan izlediğim ilk Zoom oyunu olduğunu söylememde sakınca yok. ‘Beyaz Kanatlar’ umut aşılayan bir anlatı, bana Zoom oyunlarının geleceği açısından da umut verdi. Ellere sağlık.
Paylaş