Paylaş
Seda Yüz’ün adına ilk kez sosyal medyada rastladım. Hemen her yaş ve sınıftan erkeğin dilinde hazır bekleyen; bağlaç ve bilimum noktalama işareti olarak kullanılan, kadının cinsel organından bahseden küfre bir alternatif getiriyordu. Geçen hafta, gösterisinin tanıtım videosuna (ikiz çocuklarıyla ilgilenirken bir yandan şaka yazmaya çalışan halini gösteriyordu) rastlayınca koşarak gittim izlemeye.
Duymalara doyamadığımız “Kadından komedyen olmaz”la girdiği gösteri 35 yaşındaki bir kadının genç kızlığından annesiyle ilişkisine, erkeklerle diyalogundan gündelik hallere, annelik deneyiminden eşiyle iletişime tanıdık duraklardan geçiyor.
Seda Yüz tam da iyi bir stand up’tan bekleneceği üzere bir bütünün içinden yolluyor şakalarını. “Geçen gün başımdan şöyle bir şey geçti” kopukluğunu bir an dahi yaşatmıyor, tek bir hikâye anlatıyor esasında. Hepimizi bir ‘kadınlık deneyimi’ tünelinden geçirir gibi... Gündelik olanın, yerel olanın, topluma, aileye dair olanın içindeki kanıksanmış tuhaflıkları aktarıyor. Şakaları ‘bulunmuş’ gibi değil; çok zekice bir yerden, “Yahu size de tuhaf gelmiyor mu bunlar?” diyor aslında. Bize 2020 senesinde, bu gezegende kadınların neler yaşadığını nokta atışıyla gösteriyor. Ha bir de tatlı tatlı vurguluyor: “Erkeklerden de komedyen olur!”
Adeta “Neden hepimiz feminist olmalıyız”ın abartısız ve komik bir dersini veren Seda Yüz’le bir araya geldik.
Seni stand up gösterilerinle tanıyana kadar neler yapıyordun?
Marmara Üniversitesi’nde kamu yönetimi, Studio Oyuncuları’nda oyunculuk okudum. Orada Ümit’le tanıştık, 2012’de Gri Sahne’yi kurduk. Şişli’deki mekânımız yıkılınca yeni yer arayışına girdik. Hep “Stand up yapsana” dediğim bir tiyatrocu arkadaşım vardı, ona bir şeyler yazıyordum. Bir gün “Niye ona söylüyorum ki” dedim kendime. Çıkıp bir şey anlatmak bana çok uygun, zaten oyuncuyum. Karar verdim ama iki ay sonra hamile kaldım. Sonra Tophane’deki mekânımızı bulduk, çocuklar 1 yaşına geldiğinde provalara başladım. “Bu gerçekten benim işimmiş” gibi hissetim. Arada ‘Açık Mikrofon’lara katılıyordum, stand up ekibi Tuz Biber’e dahil olmam da karantina öncesine denk geliyor. O küfür şakasının olduğu videom da orada çekildi, sosyal medyada yayıldı.
İlk başladığında içerik akışı nasıldı?
Yeni doğum yapmıştım, orayla ilgili aşırı birikme vardı içimde, doğumla, lohusalıkla, çocukla ilgili çok fazla şaka vardı. Şimdi daha karışık. Küfür şakasını yapmaya başladığımda orası daha kısa bir bölümdü, sonradan genişledi. Kadınlıkla ilgili şeyler çok fazlaydı, onunla ilgili aşırı dolmuşluktan dolayı. İlk başta komedisi daha düşüktü, daha propaganda gibiydi, hâlâ öyle kısımlar var. Şimdi sahnede daha rahatım, komik olmasıyla ilgili kaygılarım var. Küfür vs. o zaman o kadar yoktu. Şimdi o konuda da daha rahat hissediyorum.
Gösteri boyunca tek bir hikâye anlatıyorsun gibi, belki tiyatrocu bakışının da etkisiyle…
Bir zemin var şakaların hepsinde. Orada bir dert var, onun üzerine kuruyorum. Kadın olma durumuyla ilgili meseleyi çok dert etmemle ilgili... Küfür şakam da öyle. “Kadın küfrediyor” gibi bir yere çekiliyor ama orada başka bir şey anlatıyorum.
Kadınların kendi aralarındaki muhabbette erkek dünyasına bir kadın bakışı vardır, çok güleriz ama gösterinde bu şakaları bir kadın olarak yapıyorsun ve erkekler neredeyse kadınlardan daha fazla gülüyor.
“Sadece kadınların ilgisini çeker” diye düşünüyordum ama erkeklerin çok daha ilgisini çekiyor ve çok gülüyorlar. O videoya aldığım kötü eleştirilerin yanında bana “Doğru ya, biz bunu kullanıyoruz ama…” diye gelen çok fazla erkek var. Bir erkek mizah ürettiğinde tabii ki erkek bakış açısından bakacak. Bu taraftan nasıl görüldüğüyle ilgili hiçbir fikri olmadığı için erkeklere de çok iyi geliyor. Onları gömdüğüm yerlerde onlar da eğleniyorlar
Politik duruşun net; “Burada bir dert var ve bu tuhaf” diyor gibisin... Bu kafaya hayatının ne noktasında geldin?
Tek çocuğum, annem-babam tarafından kadın olduğum için bir dayatma görerek büyümedim ama uzaktan gözlemleyebildim. Bayramlarda bütün aile toplanıyor, adamlar sürekli oturuyor ve kadınlar sürekli çalışıyor! Ve o kadar rahat oturuyorlar ki, kimsede bir soru işareti yok. Bunlar beni çıldırtıyor. Laf atma muhabbeti de öyle. Bunu yaşıyoruz ve geçiyoruz, bu konuyla ilgili yapabileceğimiz nasıl hiçbir şey olmayabilir? Aşırı normal bir şeymiş gibi … Dışarıdan bakıp bütün saçmalığı görüyordum, stand up yapınca hepsi bir anda çıktı.
‘FEMİNİST DEĞİLİM DİYE BİR SEÇENEK OLABİLİR Mİ?’
Sahnede de söylüyorsun, kendini feminist olarak tanımlıyorsun.
“Feminist değilim” diye bir seçenek olabilir mi? Böyle bir lüksümüz yok… Kötü anlaşılıyor gibi düşünülüyor ya da bunu söylemen seni bir kalıba sokacak gibi bir korku var. Ama bundan korkma lüksümüz yok. Her şeyden önce “Evet, feministim” demek zorundayım. Bir yere sıkıştırmaya çalışıyorlar beni de, “Feminist, erkeklere bilmem ne yapıyor” gibi ama mesele o değil. Komedi yapıyorum ve kadın olduğum için tabii ki bu taraftan bakarak anlatıyorum.
“Sahnede feminizmin savunuculuğunu yapıyorum” gibi bir noktada da durmuyorum. Yeri geldiğinde onu da anlatıp komedi malzemesi haline getirebilirim, o benim işim. Ama bunu da hep söylüyorum; feministim, bu dünyanın en normal şeyi çünkü, öyle olması gerekiyor!
Ev içindeki erkeklik hallerini, babalık durumunu ti’ye aldığın kısımlardan eşin Ümit de nasibini alıyor…
Ümit’i çok gömüyorum (gülüyor), Ümit aslında öyle birisi değil ama ben onun üzerinden anlatmak zorundayım, sahne öyle bir şey. Yaşadığımız şeyleri biraz abartarak anlatmak… Ama Ümit normalde aşırı destek, zaten bu yoğunluk içinde öyle olmak zorunda. Çocukları genelde ona kilitliyorum… Baştan beri hep çok destekledi. Ama sahnede bunu söylemiyorum tabii (gülüyor).
Çocuklu hayatla birlikte insan kendini bir nevi, bitmeyen trajikomik bir durumun içine düşmüş buluyor. İkizlerin üç yaşında, onlarlayken yaşadığın gündelik absürd haller sahnede işine yarıyor mu?
Yarıyor ama ben onun travmasını çok yeni atlatmaya başladım. İki çocuk bir anda dünyaya geldi, “ben nasıl bir şeyin içine düştüm” kafasını o kadar uzun süre yaşadım ki… Onun şakasına gelebilmen için onu biraz aşman gerekiyor. Ama çok saçma şeyler oluyor, hayatım çok şizofrenik zaten. Düşünsene; sahneye gidiyorum akşam, çok iyi takılıyorum, komedi yapıyorum, çok havalı bir şeymişim gibi… Sonra bir anda geliyorum ve evde çocuklar çığlık atıyor, ben bağırıyorum falan… “Şu an ne yapıyorum acaba” diyorum bazen. Bazen de sahnedeyken çok saçma geliyor. Atıyorum, o gün çok az seyirci gelmiş, kötü bir gün diyelim; diyorum ki içimden “Ne yapıyorum şu anda ben, iki çocuğum evde bekliyor. Şu an burada ne işim var, evimde olmam gerekmiyor mu” falan. Şu rozeti taktığımda “A bugün gösterim var” gibi bir yere bağladık çocuklarla. Ve eve adım attığım anda “Anne!” sesi geliyor, o anda nasıl uyanmış olabilirsin?
Kadınlar olarak pek çok alanda verdiğimiz mücadeleler, görünürlük çabamız, konuşulmayanların konuşulması birkaç senedir her zamankinden daha çok gündemde. Sen feminist bir mizahçı olarak bu hareketliliğin içinde bir yerin olduğunu hissediyor musun?
Çok hissediyorum. Nedense bir misyon olarak hissediyorum bunu, sanki en büyük amacım oymuş gibi... Çok ciddi bir durum çünkü. Ve mizah burada çok etkili ve bence çok fazla da kullanılmayan bir şey. Gidip ciddi ciddi “Bakın bu küfür böyle” diye anlatsan o kadar sallamıyor olabiliyorlar ama böyle anlattığında bir sinir oluyorlar ve sinir olmak iyi bir şey oluyor bence, çünkü düşünmeye başlıyorlar. Geçenlerde Antalya Film Festivali’ndeki kadınların konuşmaları dinledim; annem arayıp haber vermişti törenin ertesi günü “Antalya Film Festivali’nde konuşan kadınları izledin mi?” diye. Aşırı yükseliyorum öyle şeyler olunca, “Evet ya, yapacağız biz bunu, başaracağız” moduna giriyorum. Gerçekten öyle bir yere doğru gidiyor bence. Bütün bunları değiştirebilecek bir güce sahibiz gibi hissediyorum.
“Kadından komedyen olmaz” klişesiyle karşılaşınca ne hissediyorsun? En son kavuk meselesinde de konuşuldu.
Her şey için “Kadından olmaz” diyorlar. İtibarlı hiçbir meslek “kadından olmuyor”. Kadından filozof olmuyor vs… Kavukla ilgili Rasim Öztekin “Kadınlara meslek olarak uygun değil, erkekler doğası gereği daha komik. Mesela bir kadının sarhoşluğu iticidir…” demişti. Bu nasıl bir cümle?
Stand up’çılık mesleğini erkekler yaratmış olmasaydı kadınlar bu alanda olamazdı gibi konuşuyorlar…
Evet de peki neden? Neden her şeyi erkekler yarattı? Biz o sırada çamaşır yıkıyor olabilir miydik acaba? Bunu varoluşsal bir yere bağlamak kadar salakça bir düşünce yapısı olamaz. Biz kadın olarak “yapamaz” olarak doğduk gibi bir düşünce olabilir mi? Bu çok yaygın, en aklı başında dediğin adamdan bile duyabiliyorsun.
Gabriel Garcia Marquez ‘Yüz Yıllık Yalnızlık’ romanını yazarken nasıl bir süreç geçirdiğinden bahsediyor, “Üç yıl boyunca ben bu romanı yazdım” diyor; iki çocukları var ve bütün ev işini karısı Mercedes’e devrediyor. Mercedes bütün evi geçindiriyor, çekip çeviriyor… Bundan bahsediyorum. Kadın yazar olamaz mı yoksa kadın orada çocuğa portakal suyu sıkmak zorunda mıydı? Bunu anlatmak bana karşındakini salak yerine koymak gibi geldiği için de dalga geçmeye başlıyorum bu sefer.
4 Kasım Çarşamba Kadıköy Aylak Bar (toplu gösteri)
14 ve 27 Kasım, Kadıköy Aylak Bar (tek kişilik)
* Gösteri duyurularını @instagram/seda.yuz’den takip edebilirsiniz. Biletler tuzbiberstandup.com’da
HAFTANIN OYUNLARI
ÜÇ ŞAHANE KADIN OYUNCU
YUTMAK / CRAFT
Oyunun içine üçü de birbirinden doğal bir ikna edicilikle yerleşmiş üç çok iyi kadın oyuncu, kısıtlı hareket alanına rağmen enerjisi yüksek bir reji ve insanın içini titreten bir oyun metni. Stef Smith’in yazdığı, İbrahim Çiçek’in yönettiği, Başak Daşman, Merve Dizdar ve Ece Dizdar’ın rol aldığı ‘Yutmak’, üç ‘tuhaf’ kadının öyküsü. Craft’ın, topluluk tarihinin en iyi oyunlarından biri, henüz görmediyseniz yakalayın. 6 Kasım Cuma, 20.30’da Zorlu PSM’de.
KÜLT BİR PERFORMANS
BİR DELİNİN HATIRA DEFTERİ / TATBİKAT SAHNESİ
Erdal Beşikçioğlu’nun 2009’da Ankara Devlet Tiyatrosu’nda başlayan ‘Bir Delinin Hatıra Defteri’ yolculuğu, kendi topluluğu Tatbikat Sahnesi’yle sürüyor. Zamanla ‘kült’ mertebesine erişen oyunda Beşikçioğlu bedeni ve sesiyle izleyenleri çarpan bir performans sergiliyor. Gogol’un bu klasik eserinde, küçük bir memur olan Aksenti İvanoviç Popriçin’in yavaş yavaş delirmeye giden öyküsünü bir vinç kafesinden anlatıyor Beşikçioğlu. Kaçırılmayacak tek kişilik performanslardan. 5 Kasım Perşembe, 20.30’da Fişekhane’de.
Paylaş