Paylaş
Yakın zamanda Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan, Sula Bozis imzalı ‘İstanbullu Rumlar’ı bu şehrin, hele ki bir zamanların Pera’sının, şimdinin Beyoğlu’sunun küçücük bir köşesine olsun heyecan duyan herkesin karıştırmasını dilerim. Araştırmacı yazar Sula Hanım’ın son çalışması bizi bu şehrin ve semtin sokaklarında 1700’lerden bugüne soluk soluğa bir yürüyüşe çıkarıyor. Çok sayıda seyahatnameden, anı kitaplarından ve sözlü tarih çalışmalarından hareketle yazılan kitabı okurken; vaktiyle konuşulan dillerin çokluğuyla ‘Babil Kulesi’ni andıran, tiyatrolarından ‘kafeşantanlarına’ dolu dolu bir kültür-sanat ve sosyal yaşamının hâkim olduğu, bir zamanların kozmopolit Pera’sı pek çok satırda gözümün önünde canlandı.
Çok kültürlü zamanlar
Yazıya bir kitabı anarak girmeme vesile olan, seyircisini ‘bir zamanların’ İstanbul’una, Tatavla’ya (Kurtuluş) götüren ‘Tatavlada Son Dans’. Şaban Ol’un ‘Eleni ve Gül’ oyunundan hareketle Sumru Yavrucuk tarafından uyarlanan, Berfin Zenderlioğlu’nun yönetiminde sahnelenen ‘Tatavlada Son Dans’, tıpkı bahsettiğim kitap gibi bizi İstanbul’un çokkültürlü, kozmopolit zamanlarına götürüyor. Ve yazarın sunuşta dediği gibi “Günümüzde İstanbul’un Rum nüfusunun sözün bittiği yerde, ‘baki kalan gökkubbede hoş bir sada’ olmaya namzet” olduğunu anımsatıyor.
Sumru Yavrucuk ve Deniz Çakır’ın sahne performansları uyumlu.
Dekor tasarımında vurgulandığı üzere ahı gitmiş vahı kalmış bir evde bizi karşılayan iki kadını, Eleni ve Gül’ü Sumru Yavrucuk ve Deniz Çakır’dan izliyoruz. Ömrünün son demlerindeki Eleni de ‘...hoş bir sada’ olduğunun, geçmişin -güzellikleriyle de acısıyla da çoktan geride kaldığının- pekâlâ farkında. Ama direniyor yine de: Evinde, mahallesinde, ailesinden -iki yetişkin çocuğu da dahil- kimse kalmadıysa da geride, o sanki Tatavla eski Tatavla’ymış, yoğurtçu kapısını tekrar çalacakmış gibi beklemeye devam ediyor.
“Oyun, İstanbul’un yakın tarihini anlatırken içimizi kıpır kıpır etmeyi de başarıyor.”
Gül ile aralarında anne-kız, abla-kardeş, ahretlik, ev arkadaşı, ev hanımı-yardımcı... Hangisini seçerseniz seçin, hepsinden öte bir ilişki var. Eleni de biliyor varyete tiyatrosunun çoktan hamburgerci, sinemaların AVM olduğunu; Cadde-i Kebir’deki dillerin gittiğini, meyhanelerin kapandığını... Yeni İstanbul’la dalga geçmesini de çok iyi beceriyor. Gül’ün ısrarla ona her şeyin değiştiğini anlatmasına gerek yok aslında. Ama ikna etmeye çabalıyor Gül, Eleni’yi; bu evde artık yalnız kalmaması gerektiğine, şu müteahhitle de bir görüşse fena olmayacağına...
Biliyorum, böyle bir özetle kasvetli, üzücü bir oyunmuş gibi tınladı kulağa. Hiç de değil! ‘Tatavlada Son Dans’ İstanbul’un yakın tarihini (elbette 1964’teki 20 dolar/20 kilo bavul şartıyla gerçekleşen Rum tehcirini de şehre karanlığı getiren 6-7 Eylül günlerini de dahil ederek) Eleni’nin öyküsü üzerinden anlatırken bir yandan da içimizi kıpır kıpır etmeyi başaran bir iş. Orijinal metni okumadım ama Yavrucuk’un uyarlaması ve yönetmen Berfin Zenderlioğlu’nun dramaturjisinin; oyunun, seyirciyi kıskıvrak yakalayan bir hale gelmesinde hayli etkin olduğu hissediliyor.
Eğlenceli ve öğretici
Eleni ile Gül’ün iğneleme dolu muhabbetleri, şarkıları, dansları, birbirlerine kızmaları bile çok güçlü kılıyor oyunu. Her iki oyuncu da çok iyi ve nefis bir uyum içinde ama sadece Sumru Yavrucuk’un etkileyici performansı için bile izlemeye değer. Öte yandan dekora yansıyan projeksiyon görüntüleri olmasa, oyundan bir şey eksilmezmiş.
Oyuna eklenmiş birkaç güncel gönderme de etkili olmuş ama bunlar olmasaymış da hem meselesini derli toplu, iyi bir reji akışıyla anlatan hem de dili ve performanslarıyla seyirciyi rahatça yakalayan, eğlenceli ve biraz da ‘öğretici’ bir oyun ‘Tatavlada Son Dans’.
Paylaş