İsmiyle ilk karşılaşmam, pandemide açık havada oyun izleyebildiğimiz döneme denk gelmişti. 2021 Temmuz’unda, Kadıköy Emek Tiyatrosu’nun tek kişilik yeni işi ‘Herkes Kocama Benziyor’u izlemek üzere Fenerbahçe Parkı’ndaydık. Oyuna, daha sandalyelere doğru yürürken dahil olduk. Önümüzde, seyirciyle her an temas halinde, hızla kalbimize yerleşen bir kadın vardı.
O hafta yazdığım yazının başlığıysa ‘Tanışacağınıza çok memnun olacağınız bir oyuncu’ydu.
Foto: Gençer Yurttaş“TÜRKÜNÜN İÇİNE DOĞDUM”
Oyunda türküleriyle de mest eden Güntürkün müziğin başköşede oturduğu bir eve doğmuş: “Kendimi bildim bileli evimizde saz çalınır, türkü söylenir. Babam ve amcam eline aldığı her enstrümanı çalar. Babamın sözleri, besteleri var. Türkünün içine doğdum.”
O oyuncu, Pınar Güntürkün, geçen hafta 24. Yapı Kredi Afife Tiyatro Ödülleri’nde Yılın En Başarılı Kadın Oyuncusu ilan edildi. Pavyonda tuvaletçi olarak çalışan Ayten’in hikâyesini gözlerinden, sesinden, bedeninden, parmaklarından bize direkt geçen bir titreşimle anlatıyordu. Hâlâ göremediğim, Tiyatro Hemhâl yapımı ‘Tırnak İçinde Hizmetçiler’i izleyenler de benzer cümleler kuruyor. Kendisini izleme şansı bulduğum bir diğer oyun, İzmir Şehir Tiyatrosu yapımı ‘Mor Şalvar’da da
Güntürkün’ün karakterinin hikâyeye dahil olduğu an sahnede iklim değişiyor adeta...
Bu böyledir, iyi oyuncular vardır, sahnede çok iyi olanlar vardır, bir de ‘bu dünyaya oynamak üzere gönderilmiş’ olanlar vardır. Pınar Güntürkün, sonuncu grupta... Afife ertesi hikâyesini daha detaylı dinlemek üzere buluşuyoruz. Doğup büyüdüğü Çorum’da geçen lise yıllarından sonra, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne giriyor: “17 yaşıma kadar sadece bir tiyatro oyunu ve sinemada da bir film seyretmiştim. Tiyatrocu olmak rüyamda bile göremeyeceğim kadar çok uzaktı” diyor. Sahneyle ilk teması, fakültenin drama kulübünde... Yapmak istediği şeyin tiyatro olduğunu hemen anlıyor.
ağdaş Türkçe yazınının üretken ve ‘hınzır’ dişi kalemlerinden biri Şebnem İşigüzel. ‘Dişi’yi ‘kadın yazar’ ifadesi vurgusu yapmak için değil, kadınlık meselelerini her seferinde farklı bakışlarla anlattığı için yazıyorum. ‘Hınzır’ çünkü kaleminin ucu hep sürprizli. Örneğin, son romanı ‘İstanbullu Amazonlar’da Osmanlı tarihinin içinde küçük bir oynama yapıp yeniçerinin bir isyan anında Esma Sultan’ı tahta çıkarmayı önerdiği seslenişini ele almış ve “Ya Esma Sultan tahta çıksaydı” sorusunun izini sürmüştü.
Geç Osmanlı döneminde kadınların saraylardaki, konaklardaki, evlerindeki, mahallelerindeki yaşamlarına kafa yoran, Osmanlı kadınları arasındaki feminist damarı takip eden bir isim İşigüzel. Bu kez ‘oyununu’ bir tiyatro sahnesi için kurmuş ve DasDas eliyle seyirci karşısına çıkan ‘Dünya Yerinden Oynar’ı yazmış.
Canlı orkestra eşliğinde...
Kadın eylemlerinin değişmez sloganından alıyor oyun ismini: ‘Dünya yerinden oynar, dünya yerinden oynar, kadınlar özgür olsa...’ Mor ve tonlarıyla ışıldayan bir sahneye, parıl parıl kostümleri ve makyajları içinde yedi kadın iniyor sırayla. ‘İniyor’ çünkü oyuncuların bir kısmı ‘uçarak’ gelecek. 320 yıl önce, Boğaz’daki bir yalıda ‘efendilerinin’ haremindeki yedi kadın karşımızdakiler. Hayriye Sultan -ki kendisi efendinin kız kardeşi olur- dışındaki altı kadın, efendinin gönlünü hoş tutmakla görevli kadınlar. ‘Nikâhlısı’ dışındaki beş kadın da Avrupa’dan, Balkanlar’dan, Kafkaslar’dan, Afrika’dan kaçırılıp, Osmanlı’da köle pazarlarında satılıp nihayet bu yalının haremine kapatılmış
EVE DÖNÜŞLER (BEŞ ÜZERİNDEN DÖRT YILDIZ)
MODA SAHNESİ
Yazan: Fredrik Brattberg Yöneten: Kemal Aydoğan
Oyuncular: Nalan Kuruçim, Caner Cindoruk, Alper Şimşek Süre: 60 dk. Ne zaman, nerede: 29 Ekim Cumartesi 16.00 ve 20.30’da, 30 Ekim Pazar 19.00’da Moda Sahnesi’nde. Bilet fiyatları: 99 ve 143 TL.
Oğlunuz ardında iz bırakmadan ortadan yok olsa... Düşünmesi bile tüyler ürpertici, sonsuz bir boşluk duygusu... İlk sahnede karşılaştığımız; kime ördüğünü bilmeden şişlerle boğuşan anneyle komşunun kaçan köpeğinin derdine düşmüş, pencereye tünemiş baba; tam olarak o boşlukta süzülen bir çift. Tek oğulları Gustav’ın cenazesini, ancak arkadaşlarının getirdiği, onu anımsatacak objeleri bir tabuta doldurarak yapabilecek kadar çaresizler.
Aylar sonra, Gustav bir mucizenin ta kendisi gibi kapıda belirir. Üstü başı harap, açlıktan bitkin... Ve başlar anlatmaya... Steril bir ev dekoru içinde yaşayan bu orta sınıf ailenin öyküsü ilk anda kulağa ve göze hayli dramatik geliyor. Ta ki oğlanın ölüp ölüp geri gelmeleri döngü haline dönüşene kadar... Karşımızdaki dramatik bir kayıp öyküsü değil, yeni nesil absürt -ama sade- bir dille yazılmış, aile ve yuva mefhumu üzerine bir tür zihin egzersizi...
Moda Sahnesi’nin yenisi ‘Eve Dönüşler’ çağdaş Norveç tiyatrosunun dikkat çekici ismi Fredrik Brattberg imzasını taşıyor. Türkçeye Ferdi Çetin’in kazandırdığı (kitabı Habitus Kitap yayımlamıştı) oyun, seyirciye -ama en çok da ebeveyn olan seyirciye- çocuk sahibi olmak, çocuklu/çocuksuz hayat, evladını yitirme ihtimali, evin ve ailenin anlamı üzerine düşünme alanları açan bir metne sahip. Metni okurken yüzümde beliren tebessüm, Kemal Aydoğan’ın rejisi, Nalan Kuruçim, Caner Cindoruk ve Alper Şimşek’in performanslarıyla yorumlanan oyunu izlerken, kahkahalara dönüştü. Aydoğan metne pek müdahale etmeden, olduğu şekilde sahnelemeyi tercih etmiş. (‘Önü kalkan’ motosiklet anısındaki, oyunun tonuna hiç uymamış ve birkaç mimikle de iyice altı çizilen espriyi saymazsak...)
Ben Anadolu (Beş üzerinden üç buçuk yıldız)
Mam’art Tiyatro
* Yazan: Güngör Dilmen
* Yöneten: Görkem Yeltan
* Oyuncu: Ayça Bingöl
* Süre: 75 dakika
* Ne zaman, nerede: Bu akşam 19.00’da Teos Antik Kenti’nde (İş Sanat Antik Sahne serisi kapsamında) ücretsiz olarak izlenebilir. 22 Ekim Cumartesi, 20.30’da ise Bursa BAOB’da (Bilet ücreti 139 lira).
Hamilelik ve annelik deneyimi tuhaf bir biçimde herkesin üzerine fikir sahibi olduğu, dahası kendinde üzerine söz söyleme hakkı bulduğu bir mevzu. Üstelik tüm söylemler; hamilelik ve anneliğin ‘kutsallık’ ve ‘ayıplı varlık’ gibi iki keskin ucun arasına yerleştirildiği bir atmosferde dillendiriliyor. Hamilelerin/annelerin çalışma hayatına katılımı ve çocuk bakım emeğinin değersizleştirilmesi kısmı, meselenin bir başka can sıkıcı boyutu. İş görüşmesine giren bir kadının “Çocuk yapmayı düşünüyor musunuz” sorusuyla karşılaşması çoktan sıradanlaştı... Oysa her ikisi de her kadının özgün hisleri ve pratiğiyle yaşadığı biricik deneyimler. Ve üzerine birileri konuşacaksa da bunu yapması gereken elbette ki kadınlardan başkası olmamalı.
Fotoğraflar: Murat Şaka
‘Bebekler aslında başrol’
3 Ekim Pazartesi akşamı, Yerebatan Sarnıcı’nın çarpıcı atmosferinde seyirciyle buluşacak bir oyun tam olarak bunu yapıyor. Yaratıcı ekiple buluşmamızdan süzülenler eşliğinde anlatacağım iş, evet, bir ‘tiyatro oyunu’... Ama motivasyonuyla, eylemi ve söylemiyle oyun olmanın ötesine geçiyor.
Annelik yolculuğunun ilk aşamasında olan üç oyuncunun, tamamı kadınlardan oluşan bir ekiple hazırladığı ‘Gebe’; Özlem Öçalmaz, Alayça Gidişoğlu ve Tuba Karabey’in hamileliklerinin son haftaları boyunca seyirci karşısında olacak. Her biri ilk gebelik deneyimini yaşayan, -tesadüfi bir şekilde aynı dönemde hamilelik sürecine giren- Mimar Sinan Üniversitesi’nden arkadaş üç oyuncu kadın sadece bir oyun sunmuyor. Evet, benzerini görmediğimiz şekilde üç hamile kadın, ‘hamile halleriyle’ ve hamilelik sürecini merkeze alan bir oyun oynayacak. Ama işin asıl önemli yönü, bu deneyimden geçmekte olan üç kadının meseleyi önce kendi içlerinde, sonra birbirleriyle ve seyirciyle tartışmaya açıyor olmaları.
Fikrin yaratıcısı Özlem Öçalmaz bu noktaya, üç sezondur rol aldığı ‘Amadeus’taki rolüne hamilelik sebebiyle ara vermek zorunda kalınca gelmiş. “Bir kadın hamile kalınca, karnı büyüdüğü için niye sahnelerden uzak oluyor ki”
sorusunun peşine düşüp ilk tohumu büyütmeye başlamış. Tek başına çıktığı yola, hamile oyuncu arkadaşları Alayça Gidişoğlu ve Tuba Karabey’i de katmış.
Fikrini metne dökmek içinse kadınlık hallerine dair enfes metinlerin yazarı Hatice Meryem’in kapısını çalmış. Kendisi de anne olan Meryem, oyuncu ekibinden kendi iç dökümlerini de yazmalarını isteyince ortaya meseleye çok içeriden bakan bir metin çıkmış. Reji için son dönemin üretken tiyatro yönetmenlerinden ve kendisi de bir çocuk annesi olan Nagihan Gürkan’a gidilmiş. Ekipteki kadınların çoğu anne veya hamile... Böylece daha baştan kadın dayanışmasının ön planda olduğu, birbirlerinin anne olarak da ihtiyaçlarını gözettikleri bir çalışma ortamı kurulmuş.
Sonbahar pek çok yeni başlangıcı müjdelerken tiyatro sezonunu da açan mevsim. Yaz boyu yazar masalarından, prova mekânlarından ve kulislerden kulağımıza gelen havadisler artık ‘oyun’ formunda karşımıza çıkmaya hazır. Pandemiyle ciddi darbe alan, mecburiyetten yönünü tek kişilik oyunlara çeviren tiyatro atmosferi bu sezon çok sayıda yeni oyunla canlanacak. Temennimiz seyircinin koltukları doldurması, bilhassa bağımsız tiyatroların ferah bir nefes alması… Ekim itibariyle salonları hareketlendirecek yeni oyunlardan oluşan bir rehber hazırladık.
Habanera Makamı/Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu: 60’ıncı sanat yılını kutlayan Ali Poyrazoğlu, tiyatro ve operayı buluşturduğu gösterisinde anılarından hareketle, Çiğdem Erken Quartet eşliğinde tiyatronun ve operanın arka sokaklarında dolaşacak. 7 Kasım’da Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda, 19 Kasım’da Süreyya Operası’nda.
Cimri/Tiyatro BeReZe: Dar kadrolu yaratıcı işleriyle bildiğimiz topluluk 16’ncı sezonuna bugüne kadarki en kalabalık oyunuyla giriyor.
Molière klasiğini Elif Temuçin’in yönetiminde, müzisyenler ve oyunculardan oluşan 10 kişilik bir kadroyla sahneleyecekler. Prömiyer ekim sonu.
Şahları da Vururlar-Ferhan Şensoy’un Anısına/Ortaoyuncular: Hem bu müzikli oyunu 42’nci senesinde izleme şansı bulacağız hem de şu sıralar ‘özgürlük’ sesleri yükselen İran’ın tarihine Ferhan Şensoy’un kıvrak zekâsıyla bakacağız. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında,
11-12 Kasım’da Ses Tiyatrosu’nda.
Alelade Âşıklardan Farkımız/İKSV: Özen Yula’nın kaleminden edebiyatımızın büyük ismi Sabahattin Ali ve eşi Aliye Ali üzerine müzikli bir dans tiyatrosu. İKSV’nin 50’nci yıl kutlamaları kapsamında aralık başında prömiyer yapacak.
Fosforlu Cevriye/İstanbul Şehir Tiyatrosu:
Dünya haritasının farklı noktalarında, dans ve oyun sahnesinde bağımsız nefesler alıp veren sanatçılar nelerle meşgul? Hangi köklü ya da güncel meselelere kafa yoruyor? Gezegende olup bitene, günümüz insanının zihninden akıp geçene nasıl bir tasarım gözü ve metinsel yaklaşımla bakıyor? Tüm bunları sahneye hangi beden ve ses diliyle aktarıyor?
Bugün itibariyle dördüncü edisyonuyla seyirci karşısına çıkan Istanbul Fringe Festival bu ve çoğaltabileceğimiz benzer sorunlara derli toplu bir yanıt vermek üzere hazır. Pandemi itibariyle dijital gösterimleri de devreye sokarak bizi yenilikçi ve bağımsız isimlerin ilham verici işleriyle tanıştıran Fringe ekibi bu sene 17-24 Eylül arasında Türkiye’den ve dünyadan tiyatro, dans ve performans disiplinlerinden alternatif işleri ayağımıza getiriyor.
Bu sene Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın katkısı, İBB Kültür AŞ’nin Şehir Sponsorluğu ve Paribu’nun resmi sponsorluğunda gerçekleşen festivalde Türkiye, ABD, Belçika, Brezilya, Fransa, Hollanda, İsrail, İtalya, Kıbrıs, Rusya, Singapur, Slovakya ve Yunanistan’dan ekipler, dördü ‘Fringe Kısalar’ başlığı altında olmak üzere toplam 18 oyun ve dans gösterisiyle şehrin farklı noktalarında olacak.
Festival ekibinden de aldığımız tüyolarla, dört oyun ve iki atölyeden oluşan bir Istanbul Fringe seçkisi hazırladık. Festival biletleri ve daha detaylı program tiyatrolar.com.tr’de.
Tek bir çorap ne işe yarar?
NAİF BEY VE YAVERİ/NAİF BEY KUMPANYASI, Türkiye
Naif Bey kardeşiyle çekmecesinden ayağına, ayağından çekmecesine gidip gelen, kendi halinde bir çoraptır. Bir gün kardeşi çoraplıktan istifa eder. Eşya mahkemesi Naif Bey’in yalnız başına çoraplık yapamayacağına hüküm verir ve onu atık eşyalar arasına sürgün eder. Naif Bey bunu kabul edemez ve kendine tekrar bir iş bulmak ister. Bir süre araştırınca, önünde zor ama oldukça keyifli bir seçenek olduğunun farkına varır. Kukla olmak! Gökhan Yılmazer, yazıp yönettiği oyunda kuklasıyla birlikte sahnede. 19 Eylül Pazartesi 20.30’da Hann Sahne’de.
Dansla içe ve dışa bakış…
Haftanın programından sizin için dört komedi oyun seçtik.
istanbulimpro’nun doğaçlama Çehov çalışmasıyla ‘olayların Rusya’da geçtiği’ ve her seferinde baştan yazılan bir hikâyeye dahil olacaksınız. DasDas’ın ‘Deli Bayramı’ sizi Devekuşu Kabare’nin efsane oyununun güncel -ama pek de değişmemiş- haliyle güldürecek. Siyah, Beyaz ve Renkli’nin ‘Fanatik’i hepimize tanıdık gelecek, eleştirisi de eksik olmayan bir aile komedisi. Kumbaracı50’nin ‘Biraz Eksik Yaz Gecesi, Biraz Fazla Rüyası’nın alameti farikasıysa perilerin en haşarısı ‘Puck’...
Kimsenin bilmediği bir Çehov oyunu
Olay Rusya’da Geçiyor/istanbulimpro: Doğaçlama tiyatro deneyimi yaşamadıysanız, bu türde uzmanlaşmış istanbulimpro ekibiyle tanışmalısınız. Klasiklerin büyük yazarları üzerine çalışarak tasarladıkları doğaçlama işlerinde, yazarın dünyasını referans alıp sıfırdan bir oyun kurguluyorlar. ‘Olay Rusya’da Geçiyor’da da Çehov’un eserlerindeki karakterleri, temaları, diyalogları ve atmosferi temel alan ama seyircilerin ve oyuncuların gerçekleşene kadar nasıl şekilleneceğini bilmediği bir oyun sahneliyorlar. Çok gülecek-
siniz. Bu akşam 20.30’da Kadıköy istanbulimpro Sahne’de.
80’lerden 2022’ye
Deli Bayramı/DasDas