Paylaş
Ya da ne yapmadınız? Bunu sormak benim en büyük hakkım. Bu fotoğrafları gördüğüm andan beri kafamda bu soru. Yalnız da değilim üstelik. Yanımda muhtemelen torunlarınız var. Torunlarınızın torunları hatta.
Biz kim miyiz? Bu şehre yaptığınız ağır şehir planlaması ve mimarlık (!) hatalarının bedelini, Levantenlere, Musevilere ve Ermenilere beslediğiniz antisempatinin bedellerini beton yığınları içinde ödeyen İzmirli gençleriz. Yaşlarımız 20 ile 35 arasında değişiyor. Eskiden çok eskiden kalmış bir unvanı yaşatmaya çalışıyoruz ısrarla. Ama nafile... “Güzel İzmir”!
3 günde yandık, 90 yılda toparlayamadık
1922’deki büyük İzmir yangınından bahsediyorum, evet.
Çünkü, bana mazeret olarak diyeceksiniz ki, “İzmir’i bir yaktılar, biz de bir daha toparlayamadık.”
Yangının çıkış nedeniyle ilgili de bir sürü şaibe var. Pek çok kaynağı bir arada okumaya çalışıyorum bu konuyla ilgili. Doğru bir kanıya varabilmek için. Örneğin; Derin Tarih Dergisi’nin Eylül sayısı. Dergi, İzmir’in geri alınışının hemen ardından, 14 Eylül 1922’de başlayan ve İzmir’in en şahane semtlerini yakıp kül eden “Büyük Yangın”ı kimin çıkardığını işlemiş. Dergideki değerli kalemler; büyük İzmir yangınını kah Levanten ailelerin şehirdeki izlerini silmeye kararlı Türklerin, kah şehirden kaçmakta olan Yunanlıların, kah Ermenilerin başlattığını söylüyor.
Ya da alın size bir kitap. İngiliz yazar Giles Milton’un “Paradise Lost – Kayıp Cennet” kitabı. (Esra Aktuğlu Delen tarafından çok güzel bir tercüme ile dilimize de çevrildi, Şenocak Yayınları tarafından basıldı) Kitabın bir diğer adı da şu; Smyrna – Hoşgörü kentinin yıkılışı.
Yazar, daha çok günleri yaşayanların günlüklerinden yola çıkarak yazmış kitabını. Yaşayan bazı tanıkları dinlemeyi de ihmal etmemiş. O günün Smyrna’sında Levantenlerin yanı sıra Yunanlılar, Ermeniler ve tabii az sayıda da olsa, Müslüman Türkler yaşıyor. Ancak, İzmir’i bir “hoşgörü” kenti yapan kültür Levanten kültürü. İşte kitap yangının çıkış nedenleri ile birlikte bu hoşgörü kentinin yıkılışını da anlatıyor. Yazara göre yangını çıkaran hem Levanten kültürünün, hem de Ermeni kültürünün İzmir’deki izlerini silmeye ant içmiş Türkler.
İzmir için çok önemli bir yazar olan Yaşar Aksoy ise, “İzmir’i Ermeni Çeteleri yaktı!” derken, tarihçi Oktay Gökdemir “İzmir’i Türkler yakmadı!” diyor.
Büyük yangının çıkışında, nereden baksanız tutarlı bir taraf yok. Herkes topu birbirine atıyor. Ama bizim derdimiz bu da değil artık. İzmir yanmış mı yanmış. Yeniden aynı güzelliği ile yapılabilir miymiş, yapılabilirmiş. Yapılmış mı, yapılmamış. İşte benim ve temsil ettiğim kuşağın sorusu bu!
“Dünya güzeli bir kenti, nasıl olur da bu kadar çirkin ve estetik yoksunu bir halde yeniden inşa edersiniz?”
Bir şehrin siluetinin çöküşü
Hadi diyelim ki, savaştan çıkmış bir Türkiye. Yangının ve aynı zamanda savaşın izlerini sarmaya çalışan mazlum bir halk. Doğru dürüst yemek bile bulamazken insanlar, nasıl aynı güzellikteki binaları bir daha inşa etsin?
Ama ya ilerleyen yıllar? 50’lerde İstanbul ve Ankara’dan başlayan ve yayılan sanayi devrimi?
Türkiye’nin kalkınmaya başladığı 70’ler? Estetik yoksunluğunun tavan yaptığı 80’ler?
Mimarlarla çalışmanın az biraz önemsenmeye başladığı 90’lar? Modern adı altında ucube binaların yükselmeye başladığı 2000’lere gelmek istemiyorum bile.
Kısacası, “Güzel İzmir” söylemi, yanmış kül olmuş bir efsanedir. Kendinizi de, bizi de kandırmayınız. Yangın sonrası şehri yeniden estetik bir görünüme kavuşturmak için değil, barınmak için bir İzmir inşa edilmiştir. İlerleyen yıllarda müteahhit zihniyetinin ve ranta dayalı inşaatçılığın ortaya çıkışı ile de dünyanın en çirkin, en zevksiz binaları bu kente yapılmıştır.
Bu şehir, bugün hala biraz olsun güzelse bu durum; havasından, doğasından ve insanından ibarettir. Nokta.
* Eski İzmir Afiş ve Fotoğrafları konusundaki araştırmalarını bana açan sevgili arkadaşım Ömer Durmaz’a ve Paradise Lost kitabını Londra’da bulup satın alıp bana gönderen sevgili okurum, Çukurova Üniversitesi Öğretim Görevlisi Cem Can’a teşekkür ederim.
Paylaş