Paylaş
Bir gencecik adam. Bir video. Bir yarım bırakılmış hayat. Ve bir de bu nokta işareti ile biten sosyal medya hesabı kaldı geride ¨Mehmet .¨
Sıradan bir ajans günü.
Kampanya var yetişecek, harıl harıl sunum hazırlıyoruz tüm ekip.
Art direktörün odasından ¨yok artık¨ diye bir nida yükseliyor.
Bir anda hepimiz odaya doluşuyoruz. Dev bilgisayar ekranında bir video.
Ne olduğunu anlamaya çalışırken açıklama geliyor.
¨Arkadaşımın arkadaşı. Mehmet. intihar etmiş bugün.¨
İzleyemiyorum videoyu sonuna kadar.
Boğazım düğüm düğüm çıkıyorum odadan. İşime de devam edemiyorum doğru dürüst, günüme de. Akşam bu kez başka bir arkadaşım, Mehmet Pişkin'in instagram hesabını gönderiyor whats app'tan. Dört yanımızın teknolojilerle çevrili olduğu bu sanal adada basıyorum linke.
Nasıl güzel bir adam. Nasıl hayat dolu. Maç izlemiş arkadaşlarıyla, seyahat etmiş. Dostlar biriktirmiş. Senin benim gibi. Açıp videoyu izliyorum bu kez.
Bana ayrılan sürenin sonuna geldik diye başlıyor. Ella Fitzgerald’la bitiyor.
İki noktanın arası bir kadeh kımızı şarap ve yalnız bir adam.
Nasıl da güzel yargıladık Mehmet’i. Bir kez de biz astık.
Ertesi sabah twitter'dan bir yorum yapıyorum üzerime vazifeymiş gibi. ¨Mehmet Pişkin'in intiharı mı sarstı bizi; yoksa bütün bekar-yalnız-bohem-beyaz Türklerin 1 gün o seçimi yapabileceği korkusu mu?¨
Şimdi, aklıma geldikçe, utanıyorum. Ötekileştirmekten bu kadar kaçarken, kendimi de içime katarak sanki bir haltmış gibi ötekileştirmenin tuzağına düşmüşüm. Silmiyorum tiviti. Kara bir leke olarak dursun kişisel tarihimde.
Her zaman herkese, birbirimize, iş arkadaşımıza, sevgilimize, sokaktaki adama yaptığımızı yaptık Mehmet’e. Anlamaya çalışmadan yargıladık. ¨İntihar’ın anlayışlı olacak nesi var, yürü git¨ dediğinizi duyuyorum buradan.
Anlayış gerektiren intihar değil.
Giderek çoğalan yalnızlığımız. İlişkilerimizin içindeki. Evliliklerimizin içindeki. Sözde dostluklarımızdaki. İş yerinin ortasındaki.
Sabah kahveni aldığın plaza kahvecisindeki. Okuduğun gazetenin manşetindeki. Havaalanındaki. Metrodaki. Kulağına taktığın kulaklıktaki.
O kadar yalnızız ki bazen, sırf bir ses olsun diye evde televizyonu, iş yerinde interneti açık bırakıyoruz. O kadar yalnızız ki bazen, o kadar marjinaliz ki, bir aile olmanın güzelliğine büktüğümüz dudaklar; şimdi aşağıya kıvrılarak bize geri dönüyor.
Hayatın kullanma kılavuzunu vermiyorlar yukardan. O yüzden kimseyi yargılama hakkın yok senin. Benim de yok. El yordamıyla yaşıyoruz bu dinine yandığımın dünyasında. Yaşadığımız her gün yanımıza kar. Boynumuza geçirdiğimiz ilmek, yaşamak isteyip de sayılı günü kalana hakaret.
Ama senin de anlamaya çalışmadığın, arkasından atıp tuttuğun, derdi varken yanına sokulmadığın her insan; ağladığını gördüğün halde durmadan yoluna devam ettiğin her çocuk; insanlık hanane eksi.
Hem, her başlangıcı ve sonumuzu emanet ettiğimiz bu güzel Allah’ın; Mehmet’e ya da dünyanın başka bir yerindeki intihara izin verişini
bana nasıl açıklayacaksın?
Paylaş