Bahar Akıncı

Melis’e hayat verirken Kızılay’a da kan verelim

21 Ekim 2013

MELİS Akbaş, 2.5 yıldır minik bedenindeki lösemi hastalığıyla mücadele ediyor. İzmir’de yaşayan Akbaş Ailesi, minik kızları için bulunacak uygun ilik umuduyla yaşıyor. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde tedavi gören 7 yaşındaki Melis, onlarca lösemi hastası gibi sağlığına kavuşabilmek için uygun ilik bekliyor. Geçen her gün hastalığında kritik evreye giren Melis için zaman daralıyor.
Aslında Melis ilik bekleyen tek çocuk değil. Türkiye’de ilik nakli bekleyen 400’ü aşkın çocuktan biri olan Melis için son dönemlerde rastlanmayan bir dayanışma örneği sergilendi. İlik için kan örneği alan merkezler bayram dolayısıyla kapalıydı, ancak bu sabah itibariyle açıldı. Melis ya da ilik bekleyen yüzlerce çocuğa umut olabilmek için sadece küçük bir tüp kan örneği vermeniz yeterli.
Melis’e kan örneği verebilmek için danışma telefonları:
Ankara: (0312 508 24 44) İstanbul: (0212 534 75 00) İzmir: (0232 390 40 29)
Not 1: İzmir’deki kan örneği Ege Üniversitesi Hastanesi’ne verilebiliyormuş, yarın sabah itibariyle orada olacağım, gelişmeleri bildiririm.

Yazının Devamını Oku

Sen istiyor dünya şehri olmak, yiyecek 40 fırın ekmek!

19 Ekim 2013

BAŞLIK Rus Türkçesi, anladığınız üzere... Moskova’dan döndüm, sinir içerisindeyim. Bugüne dek burun kıvırdığım Ruslar dünyanın en güzel şehirlerinden birini yapmış iyi mi! Sözüm belli bir kişiye ya da partiye değil. Sözüm topumuza. Malum, belediye seçimleri yaklaşıyor. 18’i devirmiş her T.C. vatandaşı altından kıymetli partilerin gözünde. Bir tanecik oyum var madem, kime harcayacağımı söyleyeyim.

Oyum bana park yapana: Bakınız sadece Moskova merkezindeki park sayısı 60’ın üzerinde! Bulduğu her meydana, köşe başına park dikmiş adamlar. Üstelik yüzyıllardır... Parkı da iki cılız ağaç bir kuru bankla bırakmamışlar. Heykeller, sanat galerileri, kafeler, bisiklet yolları gırla... (Bu ay itibariyle emlak fiyatları bakımından dünyanın en pahalı kentlerinden biri olan Moskova’da, yıkılan bir otelin paha biçilemeyen arazisine de park yapma kararı alınmış. Peeeh!)

Oyum hayat biçimime karışmayana: Asmalı’da içki içilmesin diye masaları kaldıran zihniyetle de, metroda ayar veren anonsçu belediyeyle de ve bunlara karşın başını örtenin örtüsüne karışanla da işim olmaz! Herkes ne zaman inandığı şekilde yaşayacak bu ülkede ve o ülkenin yerel yönetimleri de buna saygı gösterecek o zaman inanacağım politikanıza, siyasetinize...

Oyum rant uğruna ağaç kesmeyene: Siz biliyor musunuz ki, kıyı Ege’nin ağaçları kıyın kıyın kesilmekte. Akyaka’da, Fethiye’de, Çanakkale’de bildiğin talan var. Çaktırmadan ya da çaktırarak gidiyor ağaçlar. AKP’si, CHP’si fark etmiyor.

Oyum beni karayoluna mahkum etmeyene: Moskova Metrosu o kadar büyük ki, kaybola kaybola, “Gözünü sevdiğimin Türk metrosu” dedim içimden. Bir uçtan girip öbür uçtan çıkıyorsun. Çünkü topu topu 1, en gelişmişinde bilemedin 3 hat var. Oyum, ben anneanne olmadan bana metro yüzü göstereceklere. Deniz olan şehirlerde her yere küçük iskeleler yapsa da kabul. Püfür püfür gideriz.

Oyum bisikletime saygı gösterene: Bisiklet gezi aracı değil. Ulaşım aracı. Atina’da bisikletle makamına giden belediye başkanı gördü bu deli gönül. Daha ne diyeyim! (Aziz Kocaoğlu ile bir Perşembe Akşamı Bisikletçileri turunda denk gelmişliğimiz var, bu da bir şey... İstanbul’da ise bisiklete binmek bile hayal. Ankara ne durumdasın, ses ver!)

Oyum bana daha çok spor yapma alanı yaratana: Obezitede son viraja girmiş bulunuyoruz ey halkım! Televizyonda bangır bangır, ‘Spor yapın’ kıvamlı kamu spotları! Fatma Teyze, Hasibe Teyze’yi alıp eşofmanları geçirip kapı önünde jimnastik mi yapacak? Hadi çıktı diyelim, oksijeni nereden alacak? Biraz yer açın gözünüzü seveyim.

Yazının Devamını Oku

Moskova, zorlu bir sevgili gibi

14 Ekim 2013

BAŞTAN anlaşalım, az sonra okuyacağın yazı bir seyahat yazısı değil; Moskova’ya taze düşmüş bir “kuzey ülkesi çaylağının” ilk izlenimleri, canım okur. Fotoğrafardan ve girizgahtan da anlayacağın üzere; Pegasus Hava Yolları’nın yeni başlayan Moskova seferleri ile yolu buraya düşecek gezginlere, sıkı bir Moskova rehberi hazırlamak üzere buradayız. Biz kim miyiz? “Çok Gezenler Kulübü” üyeleri.

Ne ki bu, Çok Gezenler Kulübü
Çok Gezenler Kulübü; dinin, dilin, ırkın, rengin, yaşam alanına, başkasının fikrine saygının, kendi bulunduğumuz sınırlı ortamları (ki buna aile, mahalle, şehir, ülke dahil) terk etmemiz, diğerinin hayatını yaşamaya, anlamaya, hatta benimsemeye başlamamızla mümkün olabileceğine inanan, seyahat yazan, seyahat düşünen bir gezici topluluk. Fikir annesi kendi de bir seyahat yazarı ve blogger olan Hazal Yılmaz. Ancak dikkat! Çok Gezenler Kulübü “işimiz yok, paramız çok, sponsor da buluruz, tatile gideriz” projesi değil. Avrupa’da onbeş yaşında çocuklar diğer ülkeleri tanımak için sırt çantalarıyla yola çıkıyorsa, bizde de neden olmasın, buna belki bir katkımız olur fikrinin ön ayağı. Onların en büyük avantajı dil bilmeleri. Türkiye’de bunun kendine engel olduğunu düşünen, nasıl gideceğiz, bilmiyoruz, dilini de anlamayız cümleleriyle kendine boşuna eziyet eden insanlara “belki Türkçe içerik ve bilinenin dışında bir rehber yardımcı olur” fikri ile yola çıkan bir proje.

Kim bu kulüp üyeleri
Çok Gezenler Kulübü; ağırlıklı olarak blogger’lardan oluşuyor. Ama ben bir blog açtım, iki de şehir yazısı ve fotoğraf yükledim değil mesele. Dünyaya bir seyahat yazarının gözü ile bakabilmen gerekiyor. Mesela; 1. Meraklı olacaksın. 2. Gezmeyi hakkaten seveceksin, günde 10-12 kilometre yürümeye laf etmeyeceksin. 3. Gördüklerini akıcı bir dille aktarmayı bileceksin. 4. Senden sonra bu ülkeye gitmek isteyen insana hayatı kolaylaştırmak için elinden geleni yapacak, hatta onun için gezme rotaları oluşturacaksın. 5. Fotoğraf, video çekmeden olmaz tabii. Bir şehri anlamanın en iyi yolu resimleri. İşte, bu kriterlere uyan herkes bir gün Çok Gezenler Kulübü üyesi olabilir ve seyahatlerden birini deneyimleyebilir.
Daha ayrıntılı bilgi ve başvuru: http://hazalyilmaz.com/anlamarama/?p=11208

Yazının Devamını Oku

Bünyeye iyi gelen hareketler

7 Ekim 2013
HAVA birden bulutlanıyor bazen. Mevsimin ne olduğunun önemi yok.

Kış, fırtına yazın en sıcak gününde bile kapını çalabiliyor. Ya da bazen görünürde hiçbir şey olmuyor da, bir sabah kalbinin ya da beyninin orta yerinde bir karanlık oda ile uyanıyorsun. Kalp işleri kalbe, para işleri beyine gelip karanlık oda kurar çünkü. Sonra o odadan çıkacağım diye uğraş dur.
Böyle zamanlarda o karanlık odayı yavaş yavaş, çaktırmadan, bünyeye fark ettirmeden, tereyağından kıl çeker gibi aydınlatacak bir kaç hareket biliyorum ben. Zaman içinde öğreniyor insan. Eşten dosttan, kitaplardan öğrendiklerini de üzerine katıyor. Cebinde bir “acil durum” listesi ile yaşıyor. Siz de yapın bu listeden. Hayat, bu listeler olmadan bazen çok zor

* Dünyanın en neşeli arkadaşına sahip olun ve onu sakın kaybetmeyin.
* Bir otomobiliniz olmayabilir, ama bir bisikletiniz mutlaka olsun.
* Bir aileniz olsun. (Sizin için endişelenecek yakınlar her zaman güç verir.)
* Otobüse binip gitmeye her zaman paranız olsun. (Çok yakın bir yere olabilir, günübirlik olabilir, ama gitmek ve sonra geri gelmek her zaman olaylara dışarıdan daha berrak bir akılla bakabilmeyi sağlar.)
* Elinizden gelen bir iş olsun, bu iş hobiniz olsun (çiçek bakımı, musluk tamiri, kolye küpe yapımı, dekorasyon işte bunlar hep bunalım-savar.)

Yazının Devamını Oku

İzmir adına naçizane tavsiyeler

5 Ekim 2013
BİZ kendisine twitter’da kısaca ROK diyoruz; yani Rasim Ozan Kütahyalı.

Yayınlanan yazılarının başlıklarından inciler:

“Irkçılığın başkenti İzmir”, “Barbarlığın istilasındaki İzmir”, “İzmir ve İzmir kadınına dair gerçekler (peh peh peeh)”, “İzmir, faşizm ve Aziz Kocaoğlu”.

Saydır babam saydırıyor memleketine. Okudukça cinlerim tepeme çıkıyor.

Anlaşılıyor ki, İzmir yazılarından nemalanmaya devam edecek.

Yazının Devamını Oku

Kıyımda sıra AKYAKA’ya mı geldi?

1 Ekim 2013
GÖKOVA’nın kalbi Akyaka.

Her gidişimde orman yangınlarına kurban gitmesin diye nazar duaları ettiğim; yola çıkacağım sabahlar karnımda kelebekler uçuşturan bir sığınak benim için. Sevdiceğinizi alıp kafa dinleyebileceğiniz ya da özgürce kite sörf yapabileceğiniz bir doğa harikası.
Bu yaz başı öğrendiğim ve o süreçte seyahat yazısı formatında yazmak gibi bir sorumluluğum olduğundan bahsedemediğim bir derdi var güzel Akyaka’nın güzel insanlarının.
Akyaka’daki Gökova Özel Çevre Koruma Alanı’nın sınırları içinde kalan 19 bin 300 hektarlık nefis zeytinlik alan imara açılmak isteniyor. Hem de TOKİ yapmak için. Dünyanın hiç bir koruma alanı bölgesinde yapamazsınız bunu. Türkiye dışında.

Zeytinlik alan derken, dedenizin tarlasındaki gibi seyrek seyrek 15 adet zeytin ağacını getirmeyin gözünüzün önüne. Bu alan, bildiğiniz zeytin ormanı.
Tehlike 2 yönlü ve sonuçları Akyaka’yı mahvedecek cinsten:
1. Akyaka’nın olağanüstü güzellikteki doğası katledilecek.


Yazının Devamını Oku

Ege ve Akdeniz Mutfak Mirası Günleri başlıyor

30 Eylül 2013

BAYLAR ve Bayanlar... Sıcak sufleye daldırdığı kaşığın lezzetinden kendini alamayanlar... Gastronominin bir kültür, Ege’de yaşamanın, Akdenizli olmanın en büyük kültür mirası olduğunun bilincinde olanlar! Sözüm size. İzmir’de, daha afişi bile beni çok heyecanlandıran yeni bir etkinlik başlıyor: EGE VE AKDENİZ MUTFAK MİRASI GÜNLERİ.

Bu ne demek?
2 Ekim’den – 6 Ekim’e kadar Türkiye Fransız Kültür Merkezi’nin İzmir Şubesi ve Le Cigale Restoran tarafından hazırlanan bir yeme-içme-film-gastronomi festivali ile kentsel alanların ve kültür miraslarının korunmasına, sürdürülebilir şehirciliğin en önemli elementlerinden biri olan geleneksel reçetelerin yapılışına tanık olacağız demek.

Etkinlikte neler var
Tam 5 gün boyunca Provance’tan, Cezayir’den gelen şeflerin yaratıcılığına, Fransız Kültür’ün bahçesinde kurulacak ORGANİK PAZAR’a, Ege Köy Pazarları sergisine, konferans ve atölyelere ve mutfakta geçen nefis Fransız filmleri izleyeceğiz.

Etkinlik nerede?

Yazının Devamını Oku

Özgürlüğün sakin ritmi... KABAK VADİSİ

29 Eylül 2013
HARİTALARDAKİ ismi Gemile Koyu.

Fethiyeliler ise, Kabak Koyu takmış adını. Bakmayın siz son dönemde bu kadar popüler olduğuna. Uzunyurt Köyü’nün ilerisindeki, Fethiye’nin en uç noktası Kabak; (kimileri ona koy diyor bana göre vadi) uzun yıllardır özgürlüğün, “kimsecikler olmasın” kafasıyla tatil yapmanın, ağaç evlerin, imece usulü yemek pişirmenin, yoganın ve kamp hayatının biricik yerleşkesi. Bir kere armut piş, ağzıma düş konformizminden o kadar uzak ki Kabak; eller havaya’cı, “ben sıcak havuzumda Serdar Ortaç eşliğinde buzlu mojito’mu içerim arkadaş”çı zihniyete sahip kardeşlerimin hiç ilgisini çekecek bir yer değil.

Ulaşımı “biraz” zahmetli
Fethiye’yi, Ölüdeniz’i, Faralya’yı ve bin bir uçurumu aşıp Vadi’nin başına vardıktan sonra aracınızı bırakıp aşağıda hangi kampta kalıyorsanız arıyorsunuz. Kamp yetkilileri gelip sizi ve eşyalarınızı 70’lerden kalma nefis jeep’lerle ya da mini traktörle alıp aşağıya, kamp alanına indiriyor. Veya çadırınızı, sırt çantanızı yüklenip kıyın kıyın; kah yürüyerek, kah toto üzerinde kayarak, kah yuvarlanarak aşağıya, vadiye doğru süzülüyorsunuz.

Bu nasıl bitki örtüsüdür kardeşim?
Kabak Vadisi’nin Türkiye’de eşi benzeri olmayan bitki örtüsü zenginliği ilginçtir ki, vadinin tee “buzul çağındaki” buzlanmadan etkilenmeden bugünlere gelebilmesine bağlanıyor. Vadinin en tepesinde yer alan Faralya Köyü’nden ya da vadinin bir parçası olan antik Likya Yolu’nda yapılan doğa yürüyüşleri esnasında zirvelerden bakıldığında, koyun bir su kabağına benzediği açıkça görülebiliyor. İşte Kabak adı da buradan geliyor.

Yazının Devamını Oku