Paylaş
Duygularımın beni sürüklediği dünyalarda kaybolmayı seviyorum. Bulunduğum andan hoşnut olmadığım zamanlarda iyi geliyor. Mevcut ortamın kasvetinden uzaklaşıp zihnimin beni daha dingin ve mutlu dünyalara alıp götürmesi kasılmamı engelliyor, solgun havada baharı yaşayabiliyorum, bu da beni mutlu ediyor. Bunun farkındaydım ve içten içe hep mutlulukla kaybolmayı sevdiğim dünyaları çağırıyorum... Bilmediğim şeyleri, aklıma gelmeyecek sözleri duyuyorum, lalettayin bir canlının özgün duygularına kapılıyorum, sohbet ediyorum ama kendimle değil sohbetim. Benimle aynı seviyede canlılarla, ağaçlarla, çiçeklerle, kuşlarla yani... Bazen de suyla konuştuğum oluyor. Kendim konuşup onların adına samimiyetle kendim cevap veriyorum... Çok da keyifli... Birbirimize tercüman oluyoruz. Hem kendim rahatlıyorum hem de çiçeklerin yüzü gülüyor. Tanrıyla konuşmak gibi bir şey aslında... Onunla konuşmak için çiçeği böceği bahane edip içimi döküyorum... Ne yazık ki, insanlara anlatmaktan çekiniyorum artık... Ön yargıyla yaklaşıyorlar çünkü. Kendilerini tanrı yerine koydukları da oluyor, beni dinlerken verdikleri peşin hükümlerden anlıyorum. Onlara sığındığımı düşünüp kendilerini tanrı gibi hissetmelerine ben mi sebep oluyordum, bunu da düşündüm. Aklıma Carl Gustav Jung’un şu cümlesi geldi, “Düşünmek çok zordur, bu yüzden çoğu insan yargılamayı seçer.” İnsan, insana tutunma ihtiyacı duysa da önce kendine tutunmalı. Hiç kimse tanrılaştırılmayı hak etmiyor... Zira, tanrı ona sığınanların duygularını kendi çıkarı için kullanmayı düşünmez.
EFSANE GERİ DÖNMÜŞ ‘ÇADIR KEBAP’
Eskişehir Yolu’ndaki Varan Turizm terminalinin bitişiğindeydi ‘Çadır Kebap’. Ümitköy ve Çayyolu’nda oturanların eve gitmeden önceki mutlak uğrağı, biz şehirde oturanlar için de özellikle gidilmesi gereken lezzet durağıydı. Kebabı, salatası, hizmeti, atmosferi efsaneydi, tadı hep damağımızdaydı. Altı-yedi yıl önce kapanmıştı, üzülmüştük haliyle. Geçenlerde bir başka efsane mekan Hilal Mahallesi’ndeki ‘Çalçene’nin kapandığını duyup yine üzülmüştüm ancak üzüntümü hafifleten, yerine açılan mekanın ‘Çadır Kebap’ olmasıydı. Özlemiştim tabii ki, ilk fırsatta gittim. Dekor falan farklı olunca ilk etapta garipseniyor, eski sevdiğin mekan gibi gelmiyor. Öncelikle Şef Yavuz beyin sıcak karşılaması rahatlatıyor, eski bildiğiniz, yeni yere alışmanızı sağlıyor. Sonrasında ocağın başına kayıyor gözünüz, arkasında duran ekibi ve Tamer ustayı görünce lezzetin güvende olduğu hissi keyiflendiriyor. Kebap pişip önünüze geldiğinde ise duygular “Evet işte bu!” dedirtiyor, damak bayram yerine dönüyor. Ardından “ne çok özlemişiz, geri dönüşü muhteşem olmuş” diye Çadır Kebap efsanesini bilen dostlarınıza müjdeliyorsunuz. Bilmeyenler de gitsin öğrensin diyorum. Başta Adana ve Beyti kebapları olmak üzere, çöp şiş, yağlı kara vesaire... Haa tablacı salatasını da unutmayalım bu arada...
TUĞÇE’NİN ELMALI KURABİYESİ
Klasik bir çay saati atıştırmalığıdır elmalı kurabiye. Kadınların özellikle de genç kadınların hatta çocukların, ilk öğrendiği, en çok pişirdiği, internette bile en çok aranan ve tarifi yazılan kurabiyelerden biri sayılabilir. Benim de en sevdiklerimden olan bu kurabiyeyi özellikle aramıyorum ama bulduğumda yiyorum. Tiflis Caddesi’nden eve giderken yolumun üzerindeki ‘Yorgun Kafe’yi daha önce de yazmış, sevgili Tuğçe Yorgun’un maharetli ve lezzet barından ellerinden çıkan yiyecekleri anlatmıştım. Her uğradığımda sevgili Tuğçe, çayın yanına bu elmalı kurabiyeden koydukça müptelası oldum. Demledikleri çayı da çok seviyorum, çay bahanesiyle sık uğrar oldum. Tuğçe yanına kurabiye de koyuyor, ikincisini istiyorum, yanına bir kurabiye daha ohh değme keyfime. Şimdiler de her geçişte uğruyorum. Bilin bakalım neden? Evet doğru; çay bahane oldu, çünkü kurabiye şahane. Son uğradığımda bu nefis kurabiyeyi neden yazmıyorum diye sordum Tuğçe’ye, gülümseyerek bir tabak kurabiye koydu önüme. Bu sefer yanında çay yoktu. Reyhan şerbeti, yine Tuğçe’nin elinden...
‘TOST’ AMA LEZZETİ HATAY’DAN
Filistin Caddesi’nde yürürken rastladım başlıktaki yazıya, ilgimi çekti. Hatay’ın her şeyi mutlaka leziz olur, vardır bir hikmeti dedim içimden. Ustası ve sahibi İskenderunlu Hasan beyle tanıştık, anlattı. Hatay’da kırk yıldır tost yaptığını söyledi. Hataylıların lezzete düşkün olduklarını biliyorum. Pişirdikleri her şeyin malzemesi en iyisinden olmasına özen gösterirler. Ekmek Hatay’dan geliyor, peynir altı suyuyla mayalanmış, sertleşmiyor. Sucuk Kayseri’den dolgun döşten yapılmış, füme sucuk. Peynir Bolu’dan süt kokusu mest ediyor. Klasik sucuklu kaşarlı yedim; içindeki sosun gizemini anlattı... “Ben ne pişirdiğimi biliyorum, yiyen de ne yediğini bilmeli” dedi. Yanına Hatay usulü bahçe turşusu verdi... Yok böyle bir keyif. Çağlar Tost’a mutlaka uğrayın, Hasan bey size de anlatsın.
Paylaş