Paylaş
Önceki gece hepimiz insan değil, olsa olsa insancıktık.
Yataklarımızdan fırlarken, kimimiz balkonlara çıkar, kimimiz balkonlardan içeri koşarken, korkarak merdivenlerden inerken, dehşetle pencerelerden atlarken, mum ararken, parklarda, okul bahçelerinde, meydanlarda yığılmış tanımadığımız hemşerilerimizle yanyana titrerken, büyük bir güçsüzlük, çaresizlik ve acz duygusunu paylaştık.
Sanki doğanın ve Allah'ın karşısında birden eşit olmuş gibiydik.
Ama öte yandan o anda bile eşit değildik.
Kimimiz yere çakılıyor, balkondan uçuyor, gömülüyor, ölüyordu.
Kimimiz birkaç saat sonra gevşiyor, hatta işi eğlenceye vuruyordu.
Kimimizin evi 45 saniyede yok olmuştu.
Kimimizin evinde tabak bile kırılmamıştı. Hatta bugün Park Orman'daki Tricky konseri iptal edilmemişti, Özen Film cuma günü yeni filmlerini gösterime sokuyordu!
Evet, deprem nihayet Türkiye'nin en zengin kentini de vurmuştu. Erzincan, Hakkari, Adana gibi uzak köşelerde olup biten ve bize ulaşması imkansız bir facia olmaktan çıkmıştı.
Ama bu defa İstanbul'un eşitsizliğini kabak gibi ortaya çıkarmıştı.
Bir yanda Avcılar, Sefaköy, Halkalı...
Bir yanda Levent, Şişli, Kadıköy!
Çakallar
Bütün Türkiye'nin tekrarlaya tekrarlaya usandığı basmakalıp bir gerçekti:
Müteahhitler malzeme çalıyordu.
Müteahhitler deprem ve heyelan etüdü yaptırmadan bina yapıyordu.
Müteahhitler ruhsat almadan kat üzerine kat çıkıyordu.
Geçen hafta Büyükşehir Belediye Meclisi'ne bir tasarı sunulmuştu. 10 kattan yüksek binalara ruhsat almak için ‘‘artık’’ müteahhidin bir deprem araştırması yaptırıp sağlam raporu alması gerekecekti.
Artık! Ve 10 kat!
Çünkü eğer olması gerektiği gibi kaç kat olursa olsun bütün binalara bu zorunluluğun getirildiği bir tasarı hazırlansaydı, Büyükşehir Meclisi'nin bunu reddedeceğine inanılıyordu!
Meclis'tekiler ‘‘alıştırıla alıştırıla’’, ‘‘okşana okşana’’ yola getirilecekti ancak!
Biz yoksa bu felaketi hak mı ettik?
Ölenlere Allah rahmet eylesin.
Kalanlara Allah sabır versin.
Ve hepimizin aklını başına getirsin.
Paylaş