Paylaş
İTÜ öğretim üyesi Prof. Dr. Celal Şengör, deprem nedeniyle çok meşhur oldu. İTÜ'nün bu eğitim yılında açış dersini o verdi. Çarpıcı, düşündürücü bir metin: Akıl, bilim, deprem, insan üzerine...
Bu açış dersinde bir de anekdot anlatmış. Özetleyerek veriyorum:
‘‘İnsanın deprem karşısında duyduğu korku ve merak hislerini tatmin etmenin şimdilik bilebildiğimiz tek yolu eleştirel akılcı yaklaşımdan geçmektedir. En banalinden bir örnekle başlayayım. 17 Ağustos depreminden birkaç gün sonra dayım M. Melih Sipahioğlu beni telefonla aradı: ‘‘Cel, bizim Nilgün'ün bir arkadaşı 48 saat sonra deprem olacak diyorlar demiş, ne diyorsun?’’ ‘‘A be dayday’’ diye gülerek cevap verdim, ‘‘Bir düşün -sen ki ömrünü para kazanmakla, yeni iş imkanları yaratmakla geçirmiş başarılı bir iş adamısın- bu bilgiye sahip bir kişi ne paralar kırar!’’ Dayım bir kahkaha attı: ‘‘Vallahi doğru diyorsun’’ dedi ve kapattı telefonu. Dayım ABD ve Almanya'da yüksek tahsil yapmış, geniş kültürü kendi alanının çok dışına taşmış, aynı zamanda san'atkár olan bir insandır. Benim kendisine işaret ettiğim çok basit çıkarımı kendisinin düşünebilmesi tabii ki işten bile değildir. Ancak, yetiştiği aile çevresi, ömrünü geçirdiği ülkenin kültür alışkanlıkları, denilebilir ki kendi iş çevresi bile, ona her duyduğunu en acımasız bir şekilde sorgulama refleksini vermemiştir. Duyduğu zırva haberi kendi akıl süzgecinden geçirerek reddedecek yerde, bir otoriteye danışma ihtiyacını hissetmiştir...’’ (Cogito Deprem Özel Sayısı 20).
Sıkıştırmamız gereken jeologlar değil
GAZETECİLERDE Celal Şengör'ün sözünü ettiği ‘‘eleştirel akıl’’ olmasa bile ‘‘acımasızca sorgulama refleksi’’ kesinlikle olmalıdır. İşte bu yüzden medyanın tutumu beni bir gazeteci olarak çileden çıkartıyor.
Bizim bu aşamada sorguya çekmemiz, sıkıştırmamız gereken insanlar jeologlar, tektonikçiler, sismologlar değil ki!
Bizim sorularımızla bunaltmamız gereken, hastaneleri, üniversiteleri, yolları, köprüleri, okulları, doğalgaz, kanalizasyon, su, elektrik şebekesini yapanlar, bu bina ve altyapıların sorumluları.
Örneğin Ali Kırca önceki akşam televizyonda bilimadamlarını zorlayacağı yerde, İstanbul Üniversitesi Rektörü'nü şu sorularla terletmeliydi:
‘‘17 Ağustos depreminden sonra Cerrahpaşa ve Çapa tıp fakülteleri ciddi hasar gördü. O günden beri ne yaptınız? Bir afet anında bu hastanelerin çökmemesi için hangi tedbiri aldınız?’’
Ama bu soruları sormak zor, değil mi? Çünkü, önlem almak, bir tehlike riskini kabullenmek demektir. Halbuki biz henüz tehlike riskini kabullenmek istemiyoruz. Biz hálá ‘‘aman halk korkmasın’’, ‘‘aman hiçbir şey olmasın’’ refleksleriyle hareket ediyoruz.
Korkunun ecele faydası yok! Tedbirin çok faydası var.
Paylaş