Paylaş
Bu strateji ve plan, 01.07.2005 tarihinde yürürlüğe giren "Özürlüler Kanunu"nun öngördüğü hususların hayata geçirilme aşamalarını içeriyor. Çoğumuzun da bildiği gibi, bu kanun kapsamında kamu kuruluşları, yollar, kaldırımlar, okullar, hastaneler ve diğer alanlar "yedi sene" içerisinde engelli insanlarımıza uygun hale getirilecekti. Yedi yıllık süre 2012 yılında doluyor. Yani, hazırlanılmasında çok geç kalınan bu eylem planını uygulamak için çok az zamanımız var.
Cumartesi günü, apartman görevlimizin yardımı ile, bir arkadaşım eşliğinde Kızıltoprak’tan Feneryolu’na kadar tekerlekli sandalyemle gittim. Daha önce de yazdığım gibi, kaldırımlar hem yüksek, hem de eğri büğrüydü. Cadde çok kalabalık olduğu için, oradan yürümek de imkânsızdı. Apartman görevlimiz sandalyemi itmekte de, kaldırımlara indirip çıkartmakta da çok zorlandı. Sözünü ettiğim caddeyi merak ederseniz, Bağdat Caddesi. Varın gelin siz bir de ara sokakların halini düşünün.
Ben, aralıksız olarak 23 yıl evimin dışında çalıştım. Bu 23 yılın ilk 7-8 yılında aşırı zorlanmadım. Ama sonraki yıllarda, inanın, olağanüstü bir güç sarf ettim. Toplu taşıma araçlarından yararlanamadığım için, gün geldi, aldığım paranın neredeyse tümünü yol masrafları için harcadım. Ama vergilerimi sektirmeden ödedim, tüm vatandaşlık görevlerimi aksatmadan yerine getirdim.
Şimdi soruyorum: Tüm görevlerimi eksiksiz yerine getirdiğime göre, niçin ben yollardan, toplu taşıma araçlarından ya da parklardan sağlam insanların yararlandığı ölçüde yararlanamıyorum? Neden hep birilerinden yardım istemek zorunda kalıyorum? Bu ülkenin engelli vatandaşları sağlam vatandaşları ile aynı değeri taşımıyor mu?
Geçen yıl Heybelida’ya gidebilmek için Bostancı İskelesi’ne vardığımda, Bostancı’dan adalara giden tüm vapurların kaldırılıp yerlerine büyükçe motorlar konulmuş olduğunu öğrenmiştim. Bırakın bir engellinin, bir yaşlının ya da bebekli bir bayanın bile o motorlara binebilmesi nerede ise olanaksızdı. Motorla iskele arasında oldukça geniş bir boşluk kalıyor ve insanlar motora binebilmek için bu boşluğun üzerinden atlamak zorunda kalıyorlardı.
O gün, uzun bir süre motorları ve onlara binmeye çalışan insanları seyretmiştim. Herkes birbirine yardım etmeye çalışıyordu. Bana da yardım etmek istemişlerdi. Ama beni motora bindirebilmenin tek yolu iskemlemin havaya kaldırılarak söz konusu boşluğun üzerinden atlatılabilmesiydi. Buna cesaret edemezdim, çünkü bu bana yardım edecek kişilere de büyük bir sorumluluk yüklemek anlamına geliyordu. Ancak yılda bir kez yapabildiğim Ada sefasının artık mümkün olmadığını anlamış, kendimi yetersiz hissetmiştim.
Bu yıl, bazı şeylerin değişmiş olduğunu ümit ederek, o motorları işleten şirketin çağrı merkezini aradım. Kendilerine, motorlarında engellilerin biniş ve inişlerini kolaylaştıracak herhangi bir sistem olup olmadığını sordum. Onlar da bana sandalyemin akülü mü yoksa manuel mi olduğunu sordular. Bu sorunun ne amaçla sorulduğunu anlayamadığımı ifade ettim. Aldığım cevap aynen şöyleydi:
“Manuel sandalye olursa, birkaç kişi kaldırıp alıyoruz motora.”
“Peki, koltuk değneği ya da baston kullananlar ne yapıyorlar?”dedim.
“Onlara da yardım ediyoruz.” cevabını aldım.
Biliyorum, millet olarak çok yardımseveriz. Ve yine biliyorum ki, bu çok değerli bir meziyet. Ama vatandaşlara hizmet götürürken bazılarını yok saymak ve onların hakları olana ancak yardımla ulaşabilmelerine neden olmak hiç adil değil.
İşte bu yüzden, hepimiz, hazırlanan Ulaşılabilirlik Stratejisi ve Eylem Planı’na sahip çıkmalı ve uygulanması için katkı vermeliyiz. Yardımseverlik vasfımızı yitirmiyelim, ama aynı zamanda, kendi haklarımızı olduğu kadar başkalarının haklarını da koruyalım.
Engellerimizi hissettirmeyecek, engelsiz bir yaşam dileği ile...
Paylaş