Paylaş
Bu e-postanın göndericisi emekli bir öğretmen, adını da yazmış mesajının ardından. Bildiğiniz gibi ben sizlerle bir mesaj paylaşırken, göndericisinin adını da paylaşıyorum. Ama bu kez, izninize sığınarak, sevgili okurumun adını saklı tutmak istiyorum. Beni çok üzen bu e-postayı aynen şöyle yazılmış:
“Merhaba, engelli öğretmen adayları ile ilgili yazınızı okudum. Üzülerek ifade edeyimki engelli kişiler öğretmen olmamılıdır. Öğretmenlik, sürekli ayakta durmayı ve karşısındaki öğrenci grubunu kontrol etmeyi gerektiren bir meslek. Engelli kişilerin bunu yapması çok zor. Ayrıca toplum olarak insanlarla alay etmeyi, onların eksik yanlarını öne çıkarmayı çok seven bir yanımız var. Helede karşınızdakiler öğrenci olursa, gerisini düşünmek istemiyorum. Meslekte uzun yıllarını geçirmiş biri olarak, öğretmenlik mesleğinin durumuna üzülüyorum: Ziraat mühendisi, orman mühendisi, eczacı, veteriner,imam,askeri personel vb., engelli öğretmen olablir ama öğretmen hiçbirşey olamaz. Herkesin para kazanmak amacı ile öğretmen olduğu bir ülkede, ancak bu kadar bilimsel ve teknolojik gelişme olabilr. Mevcut veya emekli olmuş öğretmen kadrosunda ders kitapları dışında eğitimle ilgili bir kitap okumamışların oranının yüzde doksanın üzerinde olduğuna eminim. Bunun ekonomik durumla falan alakası yok, okuyup kendimizi geliştirmiyoruz. Öğretmenlik sadece para kazanma mesleği olmamalıdır. Öğretmenlik mesleğini seçeçek kişiler bedenen,ruhen engelsiz ve yeniliklere açık, sürekli okuyan ve okutan bir zihniyete sahip olmalıdır. Kitabi bilgi ezberletmekle ve hızlı test sorusu çözdürmekle bir yere varamayız. Ülkemize ve diğer müslüman ülkelere bakın, bilimde, tekolojide neredeyiz. Amacım kimseleri incitmek değildir. Görebildiğim doğruları yazdım.Umarım dikkate alırsınız.”
Mesajı, noktasına ve virgülüne dokunmadan, bana yazıldığı şekliyle aynen aktardım sizlere. İmlâ hataları ve cümle bozuklukları için ben özür diliyorum sizlerden. Bence bir öğretmen engelli olabilir: ama, engelli ya da engelsiz, bir öğretmenin kaleme aldığı bir metinde bu kadar çok yanlış olamaz. Sevgili okurum, “Mevcut veya emekli olmuş öğretmen kadrosunda ders kitapları dışında eğitimle ilgili bir kitap okumamışların oranının yüzde doksanın üzerinde olduğuna eminim.” derken, herhalde kendisini bu %95’lik oranın dışında tutuyor. Eğer durum gerçekten bu ise, o zaman hem düşüncelerinin hem de ifadesinin farklı olması gerekirdi.
Okuyanlarınız hatırlayacaklardır, bir önceki yazımda övündüğüm niteliklerimin çoğunu öğretmenlerimin kazandırdığından söz etmiştim sizlere. Bugün biraz açmak istiyorum bu sözlerimi. Ortaokulu ve liseyi Üsküdar Amerikan Lisesi’nde okudum ben. Orta birinci sınıftaki Türkçe öğretmenimiz Türkan Hanım, aynı zamanda, okulun orta kısmının müdür yardımcılığı görevini de yürütüyordu. İmtihan olacağımız günlerde soru kâğıtlarını dağıtır; anlamadığımız bir nokta olup olmadığını sorar; sonra da “Çocuklar, ben sizin başınızda beklemeyeyim, ofiste çok iş var; sınıf başkanınız ders sonunda kâğıtları toplayıp bana getirsin.” der ve sınıftan çıkardı. Hiçbir gün bize “kopya çekmeyin” demedi ve hiç kimse onun dersinde kopya çekmedi. Çünkü, o bize güveniyordu. Ben, insanı başkalarının değil kendi kendisinin kontrol etmesi gerektiğini O’ndan öğrendim. İşte bu yüzden emekli öğretmen okurumun “Öğretmenlik, sürekli ayakta durmayı ve karşısındaki öğrenci grubunu kontrol etmeyi gerektiren bir meslek” sözlerine katılmıyorum. Kaldı ki artık akülü sandalyeler var; okullarımız erişilebilir olursa hem engelli öğretmenlerin hem de engelli öğrencilerin sorunları büyük ölçüde çözülmüş olur.
Çoğu kişinin düşüncesinin aksine, oldukça kapsamlı bir “din kültürü ve ahlâk bilgisi dersi” gördük biz Üsküdar Amerikan Lisesi’nde. Ders seçmeli idi ama Amerikalı birkaç arkadaş dışında herkes, her yıl aldı bu dersi. Bu dersin öğretmeni bize namaz surelerinden önce doğruluğun ve dürüstlüğün önemini öğretti. Hırsızlığın yalnızca para çalma olmadığını, kopya çekmenin de bir çeşit hırsızlık olduğunu anlattı. Değerlerimizi dış görünüşümüzde değil içimizde sakladığımızı gösterdi. Biz kimsenin dış görünüşündeki bir kusur ile alay etmemeyi, onun içindeki değerleri görmeye çalışmayı daha o günlerde öğrendik. Bu yüzden, sevgili okurumun “Ayrıca toplum olarak insanlarla alay etmeyi, onların eksik yanlarını öne çıkarmayı çok seven bir yanımız var.” sözlerine de katılamıyorum. Çocukları eğitmek, onları iyiye ve doğruya yönlendirmek öğretmenlerin elinde. Ayrıca bu onların en önemli görevi. Eğer durum gerçekten emekli öğretmen okurumun söylediği gibi ise de, bunu düzeltmek yine öğretmenlerin görevi. Ancak öğretmenin öğrencilerine öğreteceği doğrulara önce kendisinin inanması gerekir. İnsanın kendi inanmadığı bir şeye başkalarını inandırabilmesi çok zordur çünkü. O yüzden, önce öğretmenlerimiz kaldırmalı engelli ayrımcılığını. Önce onlar kaldırmalı ki, ayrıcılık yapmayan öğrenciler yetişsin…
Bana, sizlerle de paylaştığım, bu e-postayı gönderen okuruma teşekkür ediyorum. Ne kadar iyi bir okulda okuduğumu, ne kadar değerli öğretmenlerden ders aldığımı ve bu yüzden ne kadar şanslı olduğumu bir kez daha anladım. Umarım, bir gün ülkemizdeki tüm çocuklar kavuşur bu şansa.
Engellerimizi hissettirmeyecek, engelsiz bir yaşam dileği ile...
Paylaş