Paylaş
On gün kadar önce üzücü bir haber yayınlandı bazı televizyon kanallarında ve gazetelerde: “Ankara’da akülü aracıyla evine dönen engelli Nevzat Özyavuzer yüksek kaldırıma çıkamadı. Çöp kamyonu şoförü karanlıkta göremediği araca çarptı. Özyavuzer yaşamını yitirdi.”
Çoğunuzu olduğu gibi, beni de çok üzdü bu haber. Hatta, belki de kendimi onunla özdeşleştirdiğim için, beni kahretti. Bu gibi durumların önlenebilmesi için çabalayan biri olarak, amaçlarıma ulaşmak için daha çok yol kat edilmesi gerektiği çok acı bir şekilde çarpıldı yüzüme bu haberle.
Bugünkü yazımı yazmak için hazırlanırken, Kas Hastalıkları Derneği’nin bir önceki Yönetim Kurulu üyelerinden olan Sayın Hakan Özgül’den aldığım bir e-posta yazı konumu değiştirmeme neden oldu. Onun içtenlikle kaleme aldığı mesajını sizlerle paylaşmak istedim.
Bugün, söz onun. Aslını isterseniz, onun kalemi kanalı ile, tüm engellilerin…
“Nevzat’ın Ardından…
Anne ve babasını 15 yaşında kaybetmişti. Yaşam dolu bir gençti, gezmeyi seviyor, tespih koleksiyonu yapıyor ve geçimini CD satarak sağlıyordu. Yanıktı, bir sevgilisi vardı. Sosyal devletin alamadığı akülü sandalyesini Semiramis Pekkan almıştı. Akşam evine dönerken engelli dostu (!) Ankara, Keçiören, Tevfik Sağlam Caddesi’nde bir çöp kamyonu O’na çarparak yaşamına son verdi. Ateş düştüğü yeri yaktı, bir yıldız daha kaydı semalarda.
Sorular sorulmaya başlandı. Neden, kim, nasıl? İşin aslı çok geçmeden öğrenildi. Nevzat, kaldırıma çıkamayınca yoldan gitmeye mecbur olmuş ve sonrası malum…
Keçiören Belediyesi açıklama yaptı peşine: “Çöp kamyonu çarpmadı, Nevzat hareket halindeki aracın altına girdi” diye. Bakan, Kaymakam ve devlet erkânı ailesine taziye ziyaretine gitti, hem de bir koruma ordusuyla. Çünkü birçok insan tepki verir diye çekinmiş olmalılar.
Herkes vicdanını rahatlatma peşinde, saçmalıklar ise tahammül edilir gibi değil. Belediye: “bizim kabahatimiz yok, biz engelli dostuyuz”; Bakan: “elimizden geleni yapıyoruz” dedi. Peki, Nevzat’ın yaşamına son veren aslında kimdi? Kamyon şoförü? Kaldırımı erişilebilir hale getirmeyen belediye? Rampaların önüne park eden araçlar? Denetim görevini yapmayan başta İçişleri olmak üzere bakanlıklar? Erişilebilirlik kültürünün yerleşmesi ve denetim mekanizmalarını kullanmayan sivil toplum kuruşları ve yöneticileri? Engelli bireyleri öteki, ucube gören bir kısım halk?
Hiç kimse vicdanını rahatlatmaya çalışmasın, zira hepimizin eline kan bulaştı. Ama bazılarının eline değil, yüzüne de gözüne de bulaştı. Size Türkiye’de erişilebilirliğin hikâyesini anlatayım da, bu kan kimin eline ve yüzüne bulaşmış siz tahmin edin.
İlk kez 1997 senesinde, İmar Kanunu’nda: “TSE Standartlarına uyun” diye bir düzenleme yapıldı. Sonra 2005 senesinde büyük bir gösteri ve coşkuyla Özürlüler Kanunu çıktı. Özürlüler Kanunu mealen dedi ki: ‘Ey engelli yurttaşlar! Özür diliyoruz devlet olarak ve size söz veriyoruz ki; 7 yıl içinde erişilebilir olmayan cadde, bina, hastane, okul, otobüs, minibüs, sinema, kaldırım vs. kalmayacak.’ Başbakan iki Genelge yayınladı ve peşini bıraktı. İçişleri ne suya ne de sabuna dokundu. Engelli bireylerden sorumlu Bakan: “Süre bitiyor, aklınızı başınıza alın, süre bitince açılacak davalardan siz mesulsünüz, süre uzatılmayacak” diyerek tehditler savurdu. Devletin her organı uyudu. Açılan davaların bir kısmı: “7 yıllık süre dolmamış, otur oturduğun yerde, dışarı çıkma” dedi. Engellilerin haklarını savunan (!) sivil toplum kuruluşları ve yöneticileri devletten beter uyudu. Horultu sesleri öte mahalleden duyuldu. Dört gözünü açan yok muydu? Vardı, gözü de gördü görmesine de bu sefer de, ellerini kollarını bağladılar. En nihayetinde süre 2012 yılının sıcak bir gününde (7 Temmuz) doldu. Tam süre dolacaktı ki hükümet verdiği sürenin dolmasına günler kala: Belediye Başkanları ile halk karşı karşıya kalıyor, davalar açılırsa halimiz perişan olur ve üstelik 7 yıl içinde arpa boyu ilerlemedik diye düşündü ve süreyi 3 yıl daha uzattı. Üstelik hem de bir Bakan tarafından ve aylarca süre uzatılmayacak diye söz verilmesine rağmen.
Nevzat hayata veda etti. Nevzat’ın sevgilisine: “O öldü” diyemediler. Meraklanan sevgilisi “Bana küstün mü? Neden cevap vermiyorsun” diye mesaj gönderiyordu Nevzat’ın cep telefonuna. Arkasından günler geçti ve kimse iki satır yazmadı. Kınama mesajı yayınlamadı, protesto etmedi. Sivil toplum kuruluşlarının web sayfaları neşe saçmaya devam etti. Ancak günler sonra kalabalık olmayan bir grup tarafından basın açıklaması yapıldı.
Unutmadan: 7 yıllık sürenin uzatılması teklifi, engellilerin haklarını savunan bir kısım sivil toplum kuruluşlarından (!?) ve temsilcilerinden (!?) gelmişti. Onlar, tıpkı Bakan gibi devleti korumak istedi, ama Nevzat’ı koruyamadılar. Üstelik yüzlerini kızartmadan Nevzat’ın hayata gözlerine kapattığı yerdeki basın açıklamasına katıldılar.
Geriye acılı bir aile, sıra bir gün bana da gelir mi diye soran engelli bireyler kaldı. Kan mı? Kan kimin eline, yüzüne, gözüne bulaşmadı ki…!”
Mekânın cennet olsun Sevgili Nevzat, nur içinde yat. Dilerim, bir daha yaşamayız böylesi bir acıyı…
Engellerimizi hissettirmeyecek, engelsiz bir yaşam dileği ile...
Paylaş