Paylaş
2023 yılını, son günlerinde geçirdiğim rahatsızlıklardan ötürü, oldukça yorgun bitirdim. Baktım ki yeni yıla da aynı yorgunlukla girmiş bulunuyorum, bu durumumu Sizler’ e yansıtmamak için 15 gün izin alıp dinlenmeye çalıştım. Ve nihayet, yeniden birlikteyiz…
Bugünkü yazıma eski bir Hint Masalı ile başlamak istiyorum:
“Bir fare, kedi korkusu sebebiyle devamlı endişe içinde yaşamaktadır.
Büyücünün biri fareye acır ve onu bir kediye dönüştürür. Ama fare, kedi olmaktan son derece mutlu olacağı yerde bu kez de köpekten korkmaya başlar.
Büyücü onu bir kaplana dönüştürür. Kaplan olan fare, sevineceği yerde, bu kez de avcıdan korkmaya başlar.
Büyücü bakar ki, ne yaparsa yapsın farenin korkusunu yenmeye imkân yoktur. Böylece onu tekrar eski haline dönüştürür ve der ki; "sana yardım edemem, çünkü senin korkun, cinsinden değil, yüreğinin küçüklüğünden kaynaklanıyor".
“İnsanların da çoğu, büyük bir yürek taşımadığı için korkuyor...”
1999 yılında Varlık Yayınları için Susan Jeffers’ ın “Feel the Fear and Do It Anyway” adlı kitabını tercüme etmiş, kitap adını Türkçe’ ye “Korksan da Vazgeçme” olarak çevirmiştim. Bu deneyim bana kendi korkularımla yüzleşme olanağı vermişti.
Hayatımız sürecinde gelişen bir olgu olan “korku” yu tek bir cümlede tanımlamak oldukça zor. Yani ne “korkak” ne de özellikle “cesur” bir insan olarak dünyaya geliyoruz. Buna karşın, korkuyu; irade ve mantıkla kontrol altına alınamayan, insanın içini daraltan bir yakın tehdit hissi olarak açıklayabilmemiz mümkün.
Korku ve kaygıların en önemli kaynağı, kuşkusuz, olumsuz deneyimler. Erken dönemde geçirilmiş bir istismar ya da bir hastalık, başarısızlıkla sonuçlanan bir iş yaşam boyu izler bırakabiliyor. Kendimizi herhangi bir korku ile baş başa bulduğumuzda, bunun nereden geldiğini anlamak pek kolay değil. Bazı korkularımız genetik de olabiliyor. Aslına bakılırsa korkuların genetik olmasının yanı sıra yaşamın bir parçası olduğunu da söyleyebiliriz. Beynimiz bizi hayatta tutmak için çok itinalı ve titiz bir çalışma sürdürüyor. Amacı da bizi yaşamsal risk oluşturabilecek etkenlere karşı korumak.
Ünlü İngiliz Şair William Shakespeare, korkularımızın nedenini aşağıdaki dizelerle ile yorumluyor:
“İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için, sevmekten korkuyor.
Sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye layık görmediği için.
Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için.
Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için.
Duygularını ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktuğu için.
Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğinin kıymetini bilmediği için.
Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için.
Ve ölmekten korkuyor aslında yaşamayı bilmediği için.”
Yaşam biçimi korkulara göre kısıtlanıyor. Örneğin; uçak fobisi olan biri farklı şehirlerdeki iş fırsatlarından yararlanamıyor. Duygusal korkular da insana çok şey kaybettiriyor ama genellikle farkına varılamıyor. Örneğin; başarısızlık korkusu, kaybetme korkusu gibi… Bazen tüm bu korkular öylesine güçlü oluyor ki, insan hayatının fırsatı ayağına gelse bile korkuları nedeniyle bu fırsatı kaçırabiliyor.
William Shakespeare korkuyu şöyle anlatıyor, “Korkuyorum” adlı şiirinde:
“Yağmuru seviyorum diyorsun,
Yağmur yağınca şemsiyeni açıyorsun…
Güneşi seviyorum diyorsun,
Güneş açınca gölgeye kaçıyorsun…
Rüzgârı seviyorum diyorsun,
Rüzgâr çıkınca pencereni kapatıyorsun…
İşte, bunun için korkuyorum…
Çünkü, beni de sevdiğini söylüyorsun…”
Çoğumuz hep kaçırdıklarımıza ağlıyor, fırsat olarak düşündüklerimizin belki de bizi şu an sahip olduğumuz durumdan kötüye götürebileceği ihtimalini ise hiç düşünmüyoruz. Ancak yapmanız gereken; ‘Öyle yapsaydım acaba bugün daha iyi bir noktada olur muyum’ gibi keşkelere takılmak yerine, geçmişle barışmak ve huzuru yaşamımıza davet etmek. Çünkü geçmişe bakışımız değiştikçe kötü deneyimlerimiz de değişiyor.
Ne zaman tanımadığımız bir çevreye girmeyi denesek ya da kendimizi yeni bir biçimde ortaya koymak istesek genellikle korkuyoruz. Ve bu korku çoğunlukla hayatımızı değiştirebilmemizi engelliyor. İşin sırrı, korku kavramını tedavi edilmesi gereken şeyler arasından çıkarıp öğrenilmesi gereken şeyler alanına yerleştirmek ve “korksak da vazgeçmemek”. Korkularımızı ancak onların üstüne giderek, onları yok sayarak yenebiliriz. Ve inanın ki bunu yapmayı başarabiliriz…
Unutmayalım ki, korku hayallerimizle aramızdaki en büyük bir duvar. Eğer hayallerimizin gerçek olmasını istiyorsak korkularımızdan, korkularımızı yenemiyorsak da hayallerimizden vazgeçmek zorundayız...
Umarım, hiçbirimiz hiçbir zaman hayallerimize veda etmek zorunda kalmayız…
Engellerimizi hissettirmeyecek engelsiz bir yaşam dileği ile…
Paylaş