20 Mart, 2012 yılında, Birleşmiş Milletler tarafından dünya üzerindeki insanların mutluluk fikrini hatırlamaları amacı ile “Dünya Mutluluk Günü” ilan edildi. Bu özel gün, Birleşmiş Milletler Merkezi’nin yer aldığı Amerika başta olmak üzere, birçok üye ülkede sivil toplum kuruluşları tarafından gerçekleştirilen çeşitli sosyal faaliyetlerle renkli bir şekilde kutlanıyor.
Mutluluk ancak olumlu düşündüğümüz, gülümsediğimiz, paylaştığımız ve elimizdekilerin değerini bildiğimiz sürece mümkün. Mutluluğun bulaşıcı olduğunu unutmamalı, başkalarını mutlu etmek için elimizden gelen her şeyi yapmalıyız. Unutmamalıyız ki basit bir gülümseme karşımızdakinin gününü daha parlak hale getirebilir.
Hayatın zorlu koşullarında moralini bozmayan, bazen komik olmayana bile gülebilen, gülmenin iyileştirici gücünden yararlanan bir toplum yaratılmasına; Türkiye’nin daha mutlu ve “daha çok gülümseyerek yaşanabilen” bir ülke haline gelmesine katkı sağlamak amacıyla çalışan bir sivil toplum kuruluşu var ülkemizde: “Gülmek İyileştirir Derneği”...
Gülmenin iyileştirici gücüne inanan bu Dernek; ciddi hastalıklar ve travmalar sebebi ile gülmeye ihtiyacı olan ama destek alamayan çocuklar ve ailelerine psikososyal destek sağlamak için var. Gülmek İyileştirir Derneği; 2014 yılında lösemi teşhisiyle tedavisine başlanan ve 2016’da sağlığına kavuşan Bahar’ın annesi Aslı Bastıyalı tarafından, kendi tedavi süreçlerinde yaşadıkları psikososyal destek ihtiyaçlarından yola çıkılarak kurulmuş.
Bağışçı haklarını tanıyan, şeffaf ve hesap verebilir dernekler platformu Açık Açık’a üye olan Gülmek İyileştirir Derneği;
* Ciddi hastalıklar ve travmalar sebebi ile psikososyal destek ihtiyacı içinde olan çocuklar ve ailelerine destek olma
* Toplumsal bilinçlendirme projeleri geliştirip uygulama
* Hedef gruplara ihtiyaç duydukları konularda ücretsiz destek sağlama
Dünyamız bir süreden beri iklim krizi ile karşı karşıya. Artan hava ve deniz sıcaklıkları, orman yangınları, seller, taşkınlar ve heyelanlar dünyanın her yerinde olduğu gibi ülkemizde de yaşanıyor. Bilim insanları yıllar boyunca küresel iklim değişikliği ile ilgili uyarılarda bulunmuş olsalar da dünya durumun ne kadar kritik olduğunu, ancak bu yıl, tüm gezegende birbiri ardına gelen felaketlerle anlamış bulunuyor.
İklim ile, bir yerde yıllar boyunca hâkim olan ortalama hava durumu kastediliyor. İklim değişikliği, bu ortalamalarda değişiklik olması anlamına geliyor. Şu anda tanık olduğumuz hızlı iklim değişikliğinin sebebi ise insanların evlerinde, fabrikalarda ve ulaşımda kullandıkları fosil yakıtlar; yani akaryakıt, doğalgaz ve kömür. Bu fosil yakıtlar yandıkları zaman havaya sera gazları adını verdiğimiz, ağırlıkla karbondioksitten oluşan gazlar salıyorlar. Bu gazlar ise Güneş ışınlarıyla gelen ısıyı emerek gezegenimizin ısısının yükselmesine yol açıyor. Dünya şu anda, 19. yüzyıl ile kıyaslandığında ortalama 1,2 santigrat derece daha sıcak ve atmosferdeki karbondioksit gazlarının miktarı da yine aynı döneme göre yüzde 50 daha fazla. Bilim insanları, eğer iklim değişikliğinin en kötü sonuçlarından kaçınmak istiyorsak; ısıdaki artışın yavaşlatılması, ortalama hava sıcaklıklarının yüzyılın sonunda -yani 2100 yılına gelindiğinde- bugüne göre 1, 5 dereceden fazla artmamış olmasının sağlanması gerektiğini söylüyorlar.
Dünya ülkelerini iklim krizi ile mücadele konusunda bir araya getiren tek anlaşma, 2020 sonrası iklim değişikliği rejiminin çerçevesini oluşturan, Paris İklim Anlaşması. Bu anlaşmanın en temel amacı, her geçen gün artan küresel ısınmayı 1,5 derece ile sınırlandırmak ve sera gazı salınımının küresel düzeyde azaltılmasını sağlamak. Ülkemiz de Ekim 2021’den beri bu anlaşmanın tarafları arasında.
Bill Gates, 2015’ten beri iklim değişikliğine kulak kabartan isimlerden. Gates’e göre, iklimle mücadelede konsensüs sağlanamayışı ve küresel iş birliklerinin zorluğu bu mücadeleyi sekteyi uğratan maddelerin başında geliyor.
Eşiyle kurduğu Bill&Melinda Gates Vakfı aracılığıyla dünyanın her köşesine ziyaretlerde bulunarak bilim insanlarıyla, sivil toplum kuruluşları ve aktivistlerle görüşmeler yapan Gates; iklim sorununa ilişkin tespitlerde bulunmuş ve çözüm önerileri geliştirmiş bulunuyor. Gates süreci, “İklim Felaketini Nasıl Önleriz? (How to Avoid a Climate Disaster)” adlı kitabında detaylı şekilde anlatıyor. Söz konusu kitap ülkemizde de Doğan Kitap tarafından, Mehmet Gürsel'in çevirisiyle, Türkçe olarak yayımlanmış durumda.
Geçtiğimiz Şubat ayında, Türkiye’nin genç iklim elçileri İklim Şûrası’na katılarak, iklim değişikliğiyle mücadeleyi güçlendirmek üzere en acil ve en temel adımları içeren bir bildiri hazırladılar. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum ile özel oturumda bir araya gelen gençler, Türkiye’nin 2030 yılına kadar kömürden çıkış sağlayacak bir yol haritası ilan etmesi için çağrıda bulundular
Türkiye’nin 81 üniversitesinden İklim Şûrası’na katılan 209 iklim elçisi genç, hazırladıkları bildiride işletmelerin ‘Yeşil Mutabakat’ a uyum konusunda desteklenmelerinden, tarımda planlı ve satış garantili üretim modeline geçilerek suyun verimli kullanılmasına kadar kritik önerilerde bulundular. Bildiride, “İklim krizine yönelik etkili ve kapsayıcı bir mücadelenin verilebilmesi için siyaset üstü bir dilin kullanılması elzemdir.” diyen gençler; gerekli yasal düzenlemelerin ve mevzuat çalışmalarının yapılması, daha kapsamlı iklim değişikliği eylem planlarının oluşturulması, fosil yakıtlara bağlı kalınmayan sürdürülebilir, eşit ve yeşil bir ekonomik kalkınma planının hazırlanması için ülkemizin tüm karar alıcılarına çağrıda bulundular.
Başkentimiz Ankara önümüzdeki günlerde dünyanın ilk ekonomi ve iklim değişikliği fuarına ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, Ankara Ticaret Odası, Ankara Sanayi Odası, Belediyeler, Ankara Ticaret Borsası, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı, Organize Sanayi Bölgeleri, KOBİ’ler, yeşil finansman projeleri ile bankalar, üniversiteler ve pek çok diğer kurumun desteğiyle 30-31 Mart tarihleri arasında yapılacak olan
Değişim Liderleri Derneği (DLD), genç kadınlara daha aktif ve kendine güvenen bireyler olma yolculuklarında liderlik becerileri kazandırabilmek amacıyla Sema Başol tarafından kuruldu. Başol; kadınların etkin liderler olarak var oldukları daha adil, eşitlikçi, barışçıl ve gelişen bir Türkiye ve dünya yaratılabileceğine inanıyordu. DLD, işte bu inançla hayata geçirildi.
Derneğin misyonu; kadınlara eğitim ve uygulama fırsatları sunarak liderlik becerilerini artırmak, onların iş yaşamında ve toplumsal hayatta aktif sorumluluk sahibi, ülkenin kalkınmasına faydalı ve üretici bireyler olmalarını desteklemek. DLD’ nin 2009 yılından bu yana yürütmekte olduğu Kıvılcımlar Programı ile şimdiye kadar İstanbul, Ankara, Bursa, İzmir, Kocaeli, Düzce ve Bolu’da çeşitli üniversitelerde okuyan 400’e yakın genç kadına; gerçekleştirilen sosyal değişim projeleri ile de binlerce kişiye ulaşılmış durumda. Kıvılcımlar Programı ile üniversiteli genç kadınlara önlerindeki zorlukları aşmaları, iş ve toplumsal hayatlarında daha aktif olabilmeleri, daha çok sorumluluk almaları ve lider olabilmeleri için gerekli beceriler konusunda destek olunuyor.
Kıvılcımlar Programı kapsamında; mülakat ile seçilen ve “Kıvılcım” olarak adlandırılan üniversiteli genç kadınlar sekiz ay boyunca 6-8 kişilik gruplar halinde birer sosyal değişim projesi üretiyor, bu projeyi planlıyor, sürdürüyor ve bir sonuca ulaştırıyorlar. Kıvılcımlara “Kolaylaştırıcı” olarak adlandırılan ve programın bel kemiği sayılan kişiler eşlik ediyor. Kıvılcımlar proje dönemleri boyunca sunum teknikleri, beden dili, CV hazırlama, mülakat teknikleri gibi konularda eğitimler alıyorlar. Kıvılcımlar Programı; Türkiye’de yaparak öğrenmeye dayalı sekiz ay gibi uzun bir zaman dilimini kapsayan, derin değişim yaratan tek liderlik programı.
Ben bugün sizlere 2020-2021 Kıvılcımlar Programı kapsamında hayata geçen “DostUMutlu Gezegen Masal Projesi’ nden söz etmek istiyorum:
Proje; Aşiyan Taflan, Ayperi Sürücü, Ceyda Cittanoğlu, Gaye Hürcan Altundağ, İrem Top, Özüm Satıoğlu, Sezen Günaydın, Songül Boztepe, Şimal Uzgur adlarındaki 9 üniversiteli genç kadının daha umutlu, mutlu bir dünya hayalleri ile başlamış. Hepsi; büyüseler de hatırlarında kalacak, hayal dünyalarının gelişmesine katkıda bulunan masalların yerinin yadsınamayacağı konusunda hem fikirmiş. Onlara göre masallar, çocuklarla mutlu bir dünyaya adımın en etkili ve renkli aracıymış.
9 genç kadın; bu düşüncelerden hareketle, hızla gelişen teknolojiyi, dönüşen dünyayı, iklim krizini, toplumsal sorunları anlatabilecekleri gerçekçi ama rengini kaybetmeyen masallar yazmışlar. Böylece klasik masallar yerlerini yenilikçi masallara bırakmışlar. Masalların pedagojik olarak onaylanmasında gönüllü uzmanlar projeye destek vermişler. Projenin yaratıcıları da Anadolu’nun efsanevi masal analarından günümüzün masal anlatıcılarına dönüşen geleneğin sürdürülmesine, yaptıkları atölyelerle katkılarını koymuşlar. Masal atölyeleri ile çocuklara birebir dokunmak, gözlerindeki ışığı yakından görmek, masallarının somut etkilerini görmelerini sağlamış. Çevrimiçi olarak sınıflara konuk olmuşlar ve çocukların deyimiyle “Masalcı Ablalar”, tam 136 atölye yaparak masallarını 2344 çocukla buluşturmuşlar.
“Masalcı Ablalar” umut tohumunu ektikleri ilk yıl, öğretmenlerin projelerini ve atölyelerini birbirlerine tavsiye etmeleri sayesinde, binlerce çocuğa dokunma şansı bulmuşlar. Ve doğru yolda yürüdüklerini, başarılı olduklarını hissetmişler. Ancak biliyorlarmış ki, ülkemizde DostUMutlu Gezegene adım atmayı bekleyen daha on binlerce çocuk var…
İstanbul Kültür Üniversitesi Kariyer Kulübü’nün her yıl farklı bir sivil toplum kuruluşuna destek olarak düzenlediği Kariyer Onursal Ödülleri’ nin dördüncüsü Türkiye Kas Hastalıkları Derneği (KASDER) için yapıldı. Üniversite yerleşkesinde yer alan Akıngüç Oditoryumu ve Sanat Merkezi’nde pek çok ünlünün katılımı ile gerçekleşen etkinliğin geliri KASDER’ e bağışlandı.
Ödül gecesinin açılış konuşmasını yapan İstanbul Kültür Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hanife Öztürk Akkartal; dünyanın zor sınavlar verdiği bugünlerde kariyer yolculuğuna dayanışma ruhunu, insani değerleri, paylaşımı, toplum ve çevre bilincini katan gençlere her zamankinden daha fazla ihtiyacımız olduğunu belirterek başladığı konuşmasını, “Kariyer Onursal Ödülü etkinliğini düzenleyen öğrencilerimiz gelecekte dünyanın daha iyi bir yer olacağına dair umutlarımızı artırıyor. Ülkemiz ve toplumuz için emek veren sivil toplum kuruluşlarına, 4 yıldan beri varlıklarıyla, heyecanlarıyla, çalışmalarıyla destek veriyorlar. Henüz üniversite yıllarında bu bilinci geliştiren, kariyer çalışmalarını toplumsal faydaya dönüştüren Kariyer Kulübü öğrencileriyle gurur duyduğumuzu belirtmek istiyorum.” diyerek sürdürdü.
Törende KASDER Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Fatma Çoban, katılımcılara desteklerinden dolayı teşekkür ettikten sonra, kas hastalarının toplum içinde yaşadıkları zorlukları dile getirdi. Çoban; “KASDER çatısı altında dokunabildiğimiz her insan, yapabildiğimiz her proje ve Türkiye'de engelli haklarıyla ilgili olarak gerçekleştirdiğimiz her çalışmayla mutluluk duyuyoruz. İnanıyorum ki, bizim gurur ve mutluluk duyduğumuz oranda kas hastaları da insan onuruna yaraşır yaşam koşullarına kavuşacaklar. Bu yüzden her birinizin desteği bizler için çok anlamlı.” diyerek tamamladı sözlerini.
Bu muhteşem gecede aralarında Müjdat Gezen (Yılın En Beğenilen Sanat Okulu), Acun Ilıcalı (Yılın İş İnsanı), İskender Pala (En İyi Yazar), İlker Kaleli (Yaşayan Dizi Efsanesi), Elif Gezen (Yılın En Beğenilen Tiyatro Sanatçısı), Reha Özcan (Yılın En Beğenilen Radyo Programcısı), Zeynep Bastık (Yılın En İyi Kadın Şarkıcısı), Kenen Doğulu (Yılın En İyi Erkek Şarkıcısı) gibi isimlerin de bulunduğu pek çok ünlü ödül aldı.
Ben de 4 Mart’ta gerçekleşen bu Ödül Töreni’ nin davetlileri arasındaydım. Kariyer Kulübü’nün resmî web sayfasında yapılan oylamayla belirlenen ünlü isimler ödüllerini alırlarken, ben KASDER’ in nasıl hayata geçirildiğini düşünüyordum.
KASDER; nadir hastalıklar arasında olsa da ülkemizdeki sayıları 100 bini aşan kas hastalarının daha kaliteli yaşam sürmelerini sağlamak, hastalara ve topluma rehber olmak, çözüm önerileri geliştirerek uygulanmasını sağlamak amacıyla, 1978 yılında Prof. Dr. Coşkun Özdemir öncülüğünde kuruldu. Dernek, üyelerine 13 yıl boyunca İstanbul Aksaray’da bir doktor muayenehanesinin mütevazi odasında hizmet verdi. 1991 yılında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen Prof. Dr. Nurettin Sözen, Yeşilköy Hatboyu Caddesi’ndeki bir arsayı kas hastalarının yararına KASDER’ e kiraladı. Aynı yıl, üyelerin ve gönüllülerin katkısıyla, Dernek binasının temeli atıldı ve birinci katı çıkıldı. 1992 yılında ise Bakırköy Belediye Başkanı Ali Talip Özdemir'in desteği ile iki kat daha inşa edildi ve KASDER’ in binası şu anki durumuna getirildi.
KASDER 1992 yılının ortalarında Bakanlar Kurulu kararı ile “Kamu yararına çalışan dernek” statüsünü aldı. 2004 yılında ise Yardım Toplama Kanunu uyarınca izinsiz yardım toplama hakkını elde etti.
Sayın Özdemir benim hastalığımı takip eden doktorlar arasındaydı. Bu sebeple KASDER’ in kuruluşundan hemen haberim oldu. Ancak evim ve işim Anadolu Yakası’ nda olduğu için Dernek ile ilişkiye geçmem zaman aldı. Engelli olduğum için erken emekli olup evden çalışmaya başladıktan sonra KASDER’ e üye oldum ve zaman içinde Prof. Özdemir’in biz kas hastaları için ne büyük bir uğraş verdiğini daha iyi anladım. Artık ben de bu derneğin ayrılmaz bir parçasıyım…
Atatürk Kültür Merkezi, 14 Mart Pazartesi akşamı, Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü ve İstanbul Devlet Tiyatroları iş birliğinde düzenlenen muhteşem bir etkinliğe sahne oldu. Müzikle tedaviyi konu alan ve doktorlarla sanatçıları aynı sahnede bir araya getiren "Tedavüyyeü'l Musikiyye" adlı müzikal izleyenlerin övgüsünü topladı.
Müzikle tedavinin yüzyıllar boyunca Türk kültüründe özellikle ruhsal rahatsızlıkların giderilmesinde yararlanılan bir yöntem olması noktasından yola çıkarak hazırlanılan oyunun librettosu Nihat Gönül tarafından yazılmış. Oyunun genel sanat yönetmenliğini üstlenen Doç. Dr. Aylin Şengün Taşçı, aynı zamanda bu eşsiz projenin fikir annesi. Kendisi, projenin 2-3 yıla kadar uzanan bir geçmişe sahip olduğunu söylüyor.
Doç. Dr. Şengün projeyi 14 Mart Tıp Bayramı’ nda her yıl bir etkinlik düzenlemeyi gelenek haline getirmiş olan Liv Hospital’ a götürüyor ve onlardan olumlu yanıt alıyor. Sonuçta da, Liv Hospital doktorlarının da oyuncu olarak yer aldığı Türk Müziği Müzikali, "Tedavüyyeü'l Musikiyye" çıkıyor ortaya.
Tiyatro Sanatçısı Vehbi Akıntürk, oyunun hem yönetmenliğini hem de anlatıcılığını üstleniyor Başrollerini Zeynep Sönmez ve Hüseyin Cem Durak'ın paylaştığı müzikaldeki roller, Liv Hospital doktorları tarafından canlandırılıyor.
Müzikal’de; İstanbul'da yaşayan orta halli bir manifaturacının üniversite öğrencisi oğlu Tuğşad ile Meclis-i Mebusan Başkatibi' nin tıbbiyeli kızı Dilfiruz'un tanışmaları ve birbirlerine âşık olmaları, Türk müziğinin sevilen şarkıları eşliğinde anlatılıyor. 1900’lerin başında İstanbul’ da geçen hikâyede, aileleri birbirini çok seven bu gençlerin evlenmelerine izin vermiyor. Üzüntüden yatağa düşen gençlerin rahatsızlığı hiçbir tedaviye yanıt vermeyince, zamanın ünlü doktoru Abdurrahman Bey onların müzikle tedavi edilmelerine karar veriyor. Ve sahne alan değerli solistlerin Kültür Bakanlığı Modern Folk Topluluğu Orkestrası’ nın müziği eşliğinde seslendirdikleri şarkılarla, tedaviye başlanıyor.
Müzikale katkı veren solistler; aynı zamanda müzik yönetmenliğini de üstlenen Doç. Dr. Aylin Şengün Taşçı, Eda Karaytuğ, Merve Ceren Tağayer, Atakan Aktaş, Bekir Ünlüataer, Gediz Çoroğu ve Uğur Çınar idi. Birbirinden muhteşem seslere sahip olan bu sanatçıları hem izlemek hem dinlemek tarif edemeyeceğim kadar güzeldi. Ayrıca TRT Müzik Kanalı’ nda kaçırmadan izlemeye çalıştığım, sesine hayran olduğum Bekir Ünlüataer’ ı görmek ve dinlemek benim için çok güzel bir sürpriz oldu. Müzikali izledikten sonra Yönetmen Vehbi Akıntürk ile kısa bir söyleşi yapma fırsatı buldum. Proje teklifinin kendisine Doç. Dr. Aylin Şengün Taşçı tarafından iletildiğini belirten Akıntürk, konunun kendisini çok heyecanlandırdığını söyledi. Genç yönetmen oyunu üç ay gibi kısa bir sürede ortaya çıkardıklarını belirterek, görevleri yaşamlarının neredeyse tamamını dolduran doktorların olağanüstü bir performans sergilediklerinin altını çizdi. Vehbi Akıntürk, doktorlarla çalışmaktan çok memnun kaldığını ve böyle özel bir projenin içinde yer almanın kendisini mutlu ettiğini ifade etti.
Müzik benim yaşamımın ‘olmazsa olmaz’ı. Klasik Batı Müziği’ ni de Türk Müziği’ ni de severek dinlerim. Klasik Batı Müziği konserlerinden olduğu kadar, Türk Müziği konserlerinden de zevk alırım. Ayrıca, müziğin iyileştirici gücüne de inanırım. Sevgili Eşim Özer Yelçe, pek çok konuda gibi müzik konusunda da oldukça büyük bir bilgi birikimine sahipti. Birlikte, Plak’ larla başlayıp CD’ lerle devam eden bir müzik kütüphanesi kurmuştuk. Müzik eşliğinde sohbet eder, müzik dinleyerek dinlenirdik birlikte. Sözün kısası, müziksiz gün yoktu bizim evimizde.
"Tedavüyyeü'l Musikiyye"
Bugün Tıp Bayramı… 2. Mahmut döneminde Hekimbaşı Mustafa Behçet’in önerisiyle,
14 Mart 1827’de, Şehzadebaşı'ndaki Tulumbacıbaşı Konağı’nda Tophane-i Amire ve Cerrahhane-i Amire adıyla ilk Cerrahhane kuruldu. Okulun kuruluş günü olan 14 Mart, Türkiye’de modern tıp eğitiminin başladığı gün olarak kabul edildi ve “Tıp Bayramı” ilan edildi.
İlk kutlama 1919 yılının 14 Mart’ında, işgal altındaki İstanbul’da gerçekleştirildi. O gün Tıbbiye 3.sınıf öğrencisi Hikmet Bora’nın önderliğinde Tıp Okulu öğrencileri işgali protesto için toplanmış ve onlara devrin ünlü doktorları da destek vermişti. 1976’dan beri de sadece 14 Mart günü değil, 14 Mart’ı içine alan hafta boyunca kutlama yapılıyor ve bu hafta “Tıp Haftası” olarak kabul ediliyor.
Türkiye’de ilk Covid-19 vakasının görüldüğü ve Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından pandeminin ilan edildiği 11 Mart 2020’den bu yana iki yıl geçti. DSÖ verilerine göre dünyada toplam vaka sayısı 458 milyonu, Covid-19’a bağlı vefat sayıları ise 6 milyonu aştı. Pandemi, hepimize sağlıklı yaşamın önemini öğretti. Ancak ne yazık ki, hekimlerin ve sağlık çalışanlarının ne kadar yaşamsal ve önemli bir görev yaptığını hâlâ anlamayan bireyler var aramızda.
Mart başında Giresun Prof. Dr. İlhan Özdemir Devlet Hastanesi’nde Hemşire Kamer Yurt Dizdar, tedavi için gelen Sema Bekdemir tarafından darp edildi. Bekdemir, Dizdar’ın saçını çekerek onu tekmeledi. Kamer Yurt Dizdar, “Artık severek geldiğim hastaneye gelmek istemiyorum. Yanımda biri olmadan dışarı çıkamıyorum. Sürekli arkama bakma gereği hissediyorum. Bunların hiçbirini hak ettiğimi düşünmüyorum” diyor.
Şubat ayı sonlarında Manisa’da Akhisar Mustafa Kirazoğlu Devlet Hastanesi’ne cezaevinden jandarma eşliğinde muayeneye gelen tutuklu, raporu olmadığı için istediği ilacı yazmayan Nöroloji Uzmanı Doktor Bahadır Erdoğan’a tekme attı. Olayın ardından Hekim Birliği Sendikası poliklinik doktorlarının can güvenliği sağlanana kadar görevden çekilme kararı aldıklarını açıkladı. Ya diğer hastanelerdeki doktorlar da meslektaşlarını desteklemek için bu karara uymak isteselerdi? Bunun sonuçlarını düşünebiliyor musunuz?
Şubat sonlarında bir başka sağlıkta şiddet olayı da Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi’ nde yaşandı. Selim Duman, keloid tedavisi sırasında yaralarını temizlerken eşinin canını yaktığını iddia ettiği doktora saldırdı. Hafif yaralanan doktorun şikâyeti üzerine gözaltına alınan Selim Duman ifade verdikten sonra tutuklandı.
Şubat ayında bir olay da Sultangazi Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde yaşandı. Sağ bacağından vurularak hastaneye getirilen Talip Gönültaş, tomografi odasına alındı. Tomografi çekilirken bağırmaya ve çevreye saldırmaya başlayan Gönültaş, tomografi odasını birbirine kattı. Ona, yanında hastaneye gelen Jiyan Özkaya da destek verdi. Odada bulunan yaklaşık 30 bin dolar değerindeki bir cihaz hasar gördü. Tomografi bölümünde yaşananlar güvenlik kamerasına yansıdı. Bu sırada korku dolu anlar yaşayan sağlık çalışanları, kendilerini odadaki camlı bölmeye kilitledi. Ancak saldırganlar camı vurarak ve iterek devirmeye çalıştı. Çerçeve bölümü kırıldığı için devrilen cam, sağlık çalışanları tarafından iterek yerine yerleştirildi. İki şüpheli hakkında “görevi yaptırmamak için direnme” ve “mala zarar verme” suçlarından işlem yapıldı. Saldırganların daha sonra savcılık talimatıyla serbest kaldığı öğrenildi
Bu yılın “Dünya Kadınlar Günü” iki gün önceydi. Aslında o gün bu konu ile ilgili bir yazı kaleme almak istedim. Ancak, içinde bulunduğumuz kadına şiddetin bu denli artmış olduğu günlerde, böyle bir günü kutlamak gelmedi içinden.
“Kadın Cinayetlerini Durduracağız” platformu verilerine göre; 3 gün önce yani 7 Mart’ta Adıyaman'da Remziye Yücel; 2 gün önce yani 8 Mart’ta da Konya’da Marziye Salehzade boşanmak istedikleri erkekler tarafından öldürüldüler. Bir tarafta Kadınlar Günü kutlanırken, diğer tarafta kadın cinayetlerinin devam ediyor oluşu ne kadar da büyük bir tezat değil mi?
Sayın Cumhurbaşkanımız’ ın Tokat’ta eşini 23 yerinden bıçaklayan kocanın serbest bırakılmasına tepki göstermesi üzerine, Adalet Bakanımız Sayın Bekir Bozdağ bu tahliyeyi isteyen savcı ile tahliye eden hâkim hakkında Hakimler ve Savcılar Kurulu’na inceleme izni verdi. Bu çok olumlu bir gelişme. Ancak, Sayın Cumhurbaşkanımız ve Adalet Bakanımız’ ı bu gibi münferit olaylarla meşgul etmek ne kadar doğru?
Adalet Bakanlığımız’ ın kadına şiddet konusunda yeni bir reform paketi hazırlığı içinde olduğu; konu ile ilgili cezaların arttırılacağı, şiddet mağduru kadınlar için -talep etmeleri halinde- Baro tarafından ücretsiz avukat görevlendirileceği ,4 Mart’ta yine Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından duyuruldu. Umarım, bu reform paketi uygulamaya geçtiğinde kadın cinayetleri gündem olmaktan çıkar.
Hafta başında, Sayın Dilek Kaya İmamoğlu öncülüğünde İstanbul Vakfı bünyesinde hayata geçirilen “Büyüt Hayallerini” Projesi’ nin ilk buluşma toplantısına katılma şansım oldu. Bu proje ile çocukların özgüvenlerinin güçlendirilmesi ve onlara cesaret aşılanması amaçlanıyor. Projenin ilk çalışması geçtiğimiz yıl hazırlanan “İlham Verem Adımlar” kitabıydı. Bu kitapta; hayalleri olan, kendi koşulları içinde büyük mücadeleler vermiş, sınırlarını aşmış, hayata ışık tutan 40 Türk kadının başarı hikayeleri yer alıyor. Bugüne kadar dört baskı yapan “İlham Veren Adımlar” kitabından elde edilen gelirin tamamı kız öğrencilerin burs fonuna aktarılıyor. Fondan bugüne kadar 300 öğrenci yararlanmış durumda.
“İlham Veren Adımlar” adlı kitapta Türkiye’de ve dünyada iz bırakmış, aralarında Afife Jale, Ayla Erduran, Duygu Asena, Füreya Koral, Leyla Gencer, Muazzez İlmiye Çığ, Sümeyye Boyacı ve Türkan Saylan’ın da yer aldığı 40 kadının hikayesi anlatılıyor. Bu hikayeler ise bilim, kültür, sanat, spor ve edebiyat dünyasından 40 önemli yazar tarafından kaleme alınmış durumda.
“İlham Veren Adımlar” buluşmasında alanında uzman 7 konuk isim kendi başarı hikayelerini paylaştılar. Bu isimler:
* Yazar, Masal Anlatıcı ve Öğretmen Judith Malika Liberman
Engelsiz Erişim Derneği; eşit, erişilebilir ve engelsiz yaşamın bir insan hakkı olduğu noktasında birleşen kişilerin oluşturduğu bir sivil toplum kuruluşu. Derneğin çizgisini ve çalışma esaslarını ortaya koyan yedi ilke benimsenmiş durumda. Bu ilkeler:
* Engelsiz yaşam ve engellenmişliklerin ortadan kaldırılması
* Erişilebilirlik
* Eşitlik ve ayrımcılığın her türü ile mücadele
* Bir arada yaşam ve tecritle mücadele
* Karar mekanizmalarının içinde yer alma mecburiyeti
* Çözüm odaklı öneriler
* Anti hiyerarşik yapılanma