Yapılan araştırmalara göre Türkiye’de en az 8,5 milyon engelli birey yaşıyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) ile Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’ nın 2017 yılı verilerine göre bunun 1,5 milyonu işitme engelli. İşitme engellilerin çoğu kendi aralarında işaret diliyle konuşabiliyor, ancak ne yazık ki çevrelerinin onlarla iletişimleri yok denecek kadar az. Ve işitmeyenler işitenler ile de doğru iletişim kurabilmek istiyorlar.
Bu ihtiyacı dikkate alan iki sivil toplum kuruluşumuz bir araya gelerek, işitme engellilerle doğru iletişim kurmayı sağlayan bir mobil uygulama geliştirdiler. Ücretsiz olarak cep telefonuna indirilebilecek bu uygulama sayesinde isteyen herkesin Türk İşaret Dilini öğrenerek işitme engellilerle iletişime geçebilmesi mümkün olacak.
Türkiye’deki engellilere ve bütün dezavantajlı gruplara yönelik “Engellilik” olgusuna alternatif çözümler öneren, yenilikçi ve sürdürülebilir projeler üreterek “Engelsiz Türkiye” ye doğru giden yolda üzerine düşen görevleri yerine getirmek üzere kurulmuş bulunan Alternatif Yaşam Derneği (AYDER). “Sesim Elim” adlı bu projenin paydaşlarından biri. Diğer paydaş ise Türk Tuborg çalışanları tarafından hayata geçirilen “%100 Gönüllüyüz” Platformu. Platformun amacı; toplumsal duyarlılıkla hayata geçirilen tüm gönüllülük faaliyetlerini, %100 fırsat eşitliğini gözeterek, hukuki kurallar çerçevesinde gerçekleştirmek ve çalışanlardan oluşan gönüllü sayısını arttırarak daha çok kişiye ulaşmak. Hem IOS hem de android işlemciye sahip akıllı telefonların kendi app store’larından ücretsiz olarak indirilebilen “Sesim Elim” uygulamasında; harflerin ve kelimelerin videolu anlatıldığı işaret dili sözlüğü, örnek diyalogların yer aldığı videolar ve verilen eğitimlerin sağlanması niteliğindeki deneme sınavları bulunuyor. Bugüne dek Türk İşaret Dili alanında yapılmış en geniş kapsamlı uygulama olan “Sesim Elim” de, yaklaşık 8000 kelime ve pratik konuşma diyaloğu yer alıyor.
AYDER tarafından gerçekleştirilen ve Türk Tuborg desteği ile hayata geçirilen “Sesim Elim” uygulaması, iki yıl süren hummalı bir çalışma sonucunda ortaya çıkmış bulunuyor. Türk Tuborg CEO'su Damla Birol, “Projemizin adını ‘Sesim Elim’ koyduk. Çünkü bu uygulama ile gerçekten de ‘ellerimiz sesimiz’ olacak.” diyor. Birol, bu uygulama ile işiten ve işitmeyen dünyalar arasındaki engeli biraz olsun azaltacaklarına ve doğru iletişim kurmaya ihtiyaç duyan 1,5 milyon kişinin hayatında önemli bir fark yaratacaklarına gönülden inanıyor. Ve Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’ nın en önemlilerinden biri olan “Eşitsizlikleri Ortadan Kaldırma” konusunda bir engeli daha aşabilmiş olmalarının, yapılan çalışmanın önemini gösterdiğini söylüyor.
Türk Tuborg tarafından desteklenen “%100 Gönüllüyüz” Platformu ile Alternatif Yaşam Derneği tarafından geliştirilen “Sesim Elim” adlı ücretsiz aplikasyon, işiten ve işitmeyenler
arasındaki iletişim köprüsü olacak. Bu aplikasyonu ben de telefonuma indirerek kullanmayı deneyeceğim. Ancak ne kadar başarılı olabilirim, bilemiyorum. Zira kollarımı yukarıya doğru kaldıramıyorum. Başarabilirsem çok sevineceğim. Çünkü benim de işitme engelli bir akrabam var. Çocukluğumuz birlikte geçti ve hiçbir zaman doğru iletişim kuramadık. Bu uygulamayı kullanmayı başarabilirsem, belki bundan sonra birbirimizi daha iyi anlayabiliriz.
Engellerimizi hissettirmeyecek engelsiz bir yaşam dileği ile…
Nilo adıyla tanınan sanatçı Nilüfer Tokay’ ın yeni kişisel sergisi “Güncem”, geçtiğimiz günlerde, Ortaköy’ de bulunan tarihi Hüsrev Kethüda Hamamı’ nın büyüleyici atmosferinde ziyarete açıldı.
Eserlerinde her zaman “insan” ı baz alan Nilo; korkular, endişeler, olumsuz anılar nedeniyle kişilerin kendilerini mutluluk, başarı, maddi ve manevi zenginlik gibi birçok şeyden mahrum etmelerinin kendisini çok etkilediğini dile getiriyor. Nilo; ailenin, yakın çevrenin, yaşanan olayların ve bunların nasıl algılandığının kişiyi inşa ettiğine inanıyor. Sanatçı; bu sayede kişinin zihnine yerleşen düşüncelerin duyguları, duyguların da davranışları oluşturduğuna ve tüm bunları değiştirmenin elimizde olduğuna dikkat çekiyor. Çocukluktan itibaren şartlanılan, “bu üzülecek şeydir” yaftası yapıştırılan olaylara yeni başlıklar atmak gerektiğini, hem fiziksel hem de ruhsal iyileşmenin ancak bu şekilde mümkün olabileceğini ifade eden sanatçı bunun için üç kural olduğunu söylüyor: Kabullenmek, değiştirmek, uzaklaşmak… “Güncem” başlıklı kişisel sergisinde de bu yaklaşımla yola çıkan Nilo; geçmişte sergilenmiş eserlerini bambaşka yerleştirmelerle, yepyeni kompozisyonların içinde sunarak, herkesi kendi hikayesini yeniden yazmaya davet ediyor. “Yaşamınızın yönetmeni sizsiniz, istemediğiniz bölümleri değiştirmek, onları yeniden kurgulamak elinizde!” diyor.
Serginin giriş salonunda, havada baştan başa salonu kat eden dev film şeritleri karşılıyor ziyaretçileri. Bu şeritlerden sanatçının daha önce yaptığı resimlerin dijital baskıları yani “Günce” sinden alınmış anlar, anılar sarkıyor. Aynı salondaki “oturarak selfie çeken figür”, günümüzün hastalığı olan ‘egoyu parlatma’ çılgınlığı ile dalga geçiyor gibi görünse de aslında “Dış görünüşümüzle uğraşmayı bırakıp kendi içimize bakmamız ve asıl özümüzü görmemiz gerekiyor.” mesajını vermek istiyor Nilo.
Sanatçı, eserlerini sergileyeceği mekânın seçiminde de çok doğru bir karar vermiş. Hüsrev Kethüda Hamamı 1550 tarihinde Sadrazam Kara Ahmet Paşa’nın kethüdası tarafından Mimar Sinan’a inşa ettirilmiş. 1980’lerin ilk yarısına kadar özgün işleviyle kullanılan yapı, 2001 yılında yapılan restorasyon sonrası lokanta ve bar olarak hizmet vermeye başlamış. 2011 yılında geçirdiği ikinci restorasyon sonrası tekrar özgün haline kavuşan yapı, 2017 yılı itibariyle Beşiktaş Belediyesi’ne devredilmiş.
ki kare bölümden oluşan yapıda iki de kubbe bulunuyor. Klasik Osmanlı Mimarisinin bir örneği olan taş hamamda, on üç ayrı odacık var. Beşiktaş’ın bir elin parmaklarını geçmeyen 16. yüzyıl yapıları arasında öne çıkan Hüsrev Kethüda Hamamı, halk arasında Ortaköy Hamamı olarak biliniyor. Yapı; Barbaros Hayrettin Paşa Türbesi, Sinan Paşa Camii ve Yahya Efendi Türbesi ile birlikte Beşiktaş’ta Mimar Sinan’ın tasarladığı dört eserden biri olma özelliğini taşıyor. Nilo, söz konusu on üç küçük odayı eserlerini sergilemekte büyük bir ustalıkla kullanmış. Taş duvarların büyüsü eserlere yansımış, eserlerde vurgulanan duygu ve düşünceler ise adeta bu duvarlar arasındaki yaşanmışlıklarla bütünleşmiş.
Bu özel sergiyi, adeta bir psikoloji kitabının sayfaları arasında geziniyormuş gibi, büyük bir keyifle gezdim. Sadece sanatla değil psikoloji ile ilgilenenlere de 28 Mayıs 2022 tarihine kadar devam edecek olan “Güncem” sergisini kaçırmamalarını öneriyorum.
Bana gelince, Nilo’ nun bir sonraki sergisini heyecanla bekliyor olacağım…
Engellerimizi hissettirmeyecek engelsiz bir yaşam dileği ile…
“Engellilik Araştırmaları” engellilik deneyiminin büyüme ve gelişmeyi, öğrenme sürecini, benlik gelişimini nasıl şekillendirdiğini; temel hak ve özgürlüklerin kullanımını nasıl etkilediğini irdeleyen yeni bir disiplinler arası bilim dalı.
Dünyada “engelli hakları hareketi” 1970’li yılların başlarında Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve İngiltere’de başladı. Engelli aktivistleri kendileri adına karar alma hakkını savunarak önemli bir toplumsal farkındalık yarattılar ve zamanla güçlendiler. “Engellilik Araştırmaları”, engelli hakları hareketinin akademik yönü olarak, 1970’li yılların sonlarında başladı ve disiplinler arası bir araştırma ve çalışma alanı olarak hızla Amerika ve Avrupa’ya yayıldı. 1980’li yıllardan itibaren İngiltere, ABD, Kanada, Avrupa ve Avustralya’daki üniversitelerde konu ile ilgili olarak çok sayıda yüksek lisans ve doktora programı oluşturuldu.
Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı’ nın 07.04.2015 tarihli kararıyla onaylanan “Engellilik Araştırmaları Tezli Yüksek Lisans Programı”, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nün Engellilik Araştırmaları Ana Bilim Dalı bünyesinde açıldı ve 2017-2018 öğretim yılından itibaren eğitime başladı. Program, insan hakları ekseninde engellilik ile ilgili temel verilerin ortaya konulmasını; engelliliğin sosyal, kültürel, politik ve ekonomik etkilerinin disiplinler arası olarak incelenmesini hedefliyor.
Günümüzde bedensel farklılıklara sahip kişilere gereksinimlerine uygun toplumsal ve çevresel destek hizmetleri sağlanmasının temel insan hakkı olması bağlamında ele alınması, yani “hak temelli tutum,” öne çıkıyor. Tüm bu yaklaşımlar ülkelerin engellilik ile ilgili sosyal politikalarının oluşumunu etkiliyor. Ülkemizde 5378 sayılı Engelliler Hakkında Kanun’ un çıkmasının ardından geçen on yedi yılda engellilik alanında önemli kazanımlar elde edilmiş, teknolojik gelişmelerle birlikte günlük yaşamı kolaylaştıran uygulamalar artmış durumda. Ancak yine de konu ile ilgili sorunlar sona ermiş değil. Engellilikle ilgili konuların geniş ve bütünsel yaklaşımla ele alınması, yapılacak araştırmaların disiplinler arası olarak planlanması çözümlere ulaşmayı kolaylaştıracak. İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nün Engellilik Araştırmaları Ana Bilim Dalı bünyesindeki “Engellilik Araştırmaları Tezli Yüksek Lisans Programı” nı tamamlayan araştırmacıları bu bağlamda önemli görevler bekliyor.
Program; tıp, hukuk, psikoloji, sosyoloji, ekonomi, enformatik, iletişim ve mimarlık alanındaki farklı bilim dallarından zorunlu ve seçmeli ders modülleri içeriyor. Engellilik konusunda faaliyetlerde bulunan kamu ve sivil toplum kuruluşlarından farklı sektör temsilcilerinin de katılımıyla oluşturulan seminer dersleriyle de destekleniyor.
“Engellilik Araştırmaları Tezli Yüksek Lisans Programı” ilk mezunlarını bu yıl verdi.
10 Mayıs 2022 tarihinde gerçekleştirilen diploma törenine ben de davetliydim ve kısa bir konuşma yaptım.
2014 yılında dönemin Türkiye’de görevli İngiltere Büyükelçisi Richard Moore’ un eşi Maggy Moore ve Av. Nurdeniz Tuncer öncülüğünde kurulan Rehber Köpekler Derneği, görme engelli bireylerin yaşam kalitelerini artırmak ve çevrelerine daha rahat adapte olmalarını sağlamak amacıyla rehber köpekler yetiştiriyor. Yetiştirilen köpekler ise, ücretsiz olarak, görme engellilerin hizmetine sunuluyor.
Rehber köpeklerin eğitimi çeşitli aşamalardan oluşuyor. İlk aşama, rehber köpek olmaya yapı olarak daha uygun olan türlerden seçilen yavruların 6-8 haftalık erişkinliğe geldiklerinde gönüllü ailelere teslim edilmesiyle başlıyor. İkinci aşamada, yavrular bir veya bir buçuk yıl gönüllü aileler ile kalıyorlar ve eğitimlerinin bir sonraki aşamasına hazır duruma getiriliyorlar. Bu süreçte, köpekleri sahiplenen aileler ile rehber köpek okulları iletişim halinde kalıyorlar ve yavruların ihtiyaçları Rehber Köpekler Derneği tarafından karşılanıyor. Yavrulara eğitimlerinin bir parçası olan temel komutlar, aile yanında kaldıkları süre içinde aile fertleri tarafından öğretiliyor. Eğitimin son aşamasında ise, ailelerden alınan köpekler özel eğitimli rehber köpek eğiticileri ile birlikte eğitiliyorlar. Eğitimi başarı ile tamamlayan köpekler, görme engelli bireylere yol arkadaşlığı yapmaya hazır oluyorlar.
Derneğin Kurucu Başkanı Av. Nurdeniz Tuncer kendini anlatmaya şöyle başlıyor: “Her şey on yaşında müzik dersi alırken notaları müzik defterinin forte aralarına yazamadığımı fark ettiğim zaman başladı. Ve kısa bir süre içinde hayatımda ciddi değişimler meydana geldi. Bakıyordum ve görüyordum ama görüntü, anteni düzgün çalışmayan eski bir televizyon ekranı gibiydi.”
Evet, böyle anlatıyor Sevgili Nurdeniz görme yetisini yitirmeye başladığı ilk günleri… Sonrasını da ben anlatacağım. Karşılaştığı bu olağanüstü durum eğitime çok meraklı bir çocuk olan Nurdeniz’ i hiçbir şekilde yıldıramıyor. Hâkim olan dedesinden etkilenerek henüz sekiz yaşındayken verdiği karardan vaz geçmiyor ve avukat olmayı başarıyor. Yaşadığı hiçbir umutsuzluk onu hayallerinden vazgeçiremiyor. Yıllar içinde görme kaybının giderek artması, çeşitli zorlukların yanında farklı ve güzel başlangıçlara da yol açıyor.
Nurdeniz Tuncer rehber köpekler konusundaki ilk farkındalığının ABD’deki eğitimi sırasında oluştuğunu söylüyor. Orada ve Avrupa’da yaşayan görme engelli bireylerin yaşam koşullarının ülkemizdekinden çok daha iyi olduğunu anladığını anlatıyor.
Maggy Moore ile tanışması Nurdeniz’ in hayatında bir dönüm noktası oluyor. Kendisi gibi görme engelli olan bu genç kadın, ona rol model oluyor. Rehber köpeği Star sayesinde protokolde oldukça rahat hareket edebilen Maggy Moore’ un günlük yaşantısında pek çok sıkıntı ile karşılaşıyor oluşu, Tuncer’ in Avrupa Birliği aday ülkesi olan Türkiye’nin bu bağlamda ne kadar çok yol alması gerektiğini anlamasını sağlıyor. Böylece, iki genç kadın el ele veriyorlar ve birlikte Rehber Köpekler Derneği’ ni kuruyorlar. Hedeflerini ise; önce “Göremeyen bireylerin günlük yaşamlarında kolayca bağımsız hareket etmelerinin sağlanması” ardından da “Arabesk yaklaşımların, acıma ve acındırma politikasının ötesinde, kendine yetebilen, hedeflerine ulaşabilen, her türlü zorluğa meydan okuyup üretebilen, düşünebilen bireylerin desteklenmesi” olarak belirliyorlar. Ve ‘Engelim var, görmüyorum, yapamam’ değil, ‘Engelim olsa da yapabilirim, hiçbir şey bana engel olamaz’ diyen görme engelli bireylerin toplumda hak ettikleri yerlere kavuşmalarını sağlamak için çalışmaya başlıyorlar.
Av. Nurdeniz Tuncer ve Rehber Köpeği KARA
Rehber Köpekler Derneği engellilere balık vermek için değil, balık tutmasını öğretmek ve bunu yaparken güvenli ve bağımsız hareket etmelerini sağlamak amacıyla çalışıyor. Türkiye’deki görme engelli bireylerin global vizyon açısına sahip olmalarını hedefliyor. Engellilerin sosyal olmalarının kendileri için çok önemli olduğunu söyleyen Dernek yetkilileri; engellilerin aciz konumdan çıkartılarak kendi kendine yetebilen, yaşam standartlarını kimseye muhtaç olmadan sürdürebilen bireyler konumuna gelmelerini sağlamak istediklerini belirtiyorlar. Ve şöyle devam ediyorlar: “Bir organımızdaki eksiklik diğer organlarımızın daha kuvvetli hale gelmesi demektir. Biz buna, krizi fırsata çevirmek diyoruz.”
10-16 Mayıs, Birleşmiş Milletler’ e üye 156 ülkede “Engelliler Haftası” olarak anılıyor. Bu özel hafta boyunca, hayatın getirdiği engellere ek olarak sosyal yaşamda da pek çok zorlayıcı durumla karşı karşıya kalan engelli bireylerin sorun ve taleplerini gündeme getirmek ve farkındalık oluşturmak amacıyla, çeşitli etkinlikler düzenleniyor.
Bu etkinliklerden birkaç örnek vermek gerekirse:
“Herkes Farklı, Herkes Eşit” sloganıyla engelsiz bir kent için çalışan İzmir Büyükşehir Belediyesi, 10-16 Mayıs “Engelliler Haftası” kapsamında engelli ve engeli olmayan bireyleri bir araya getiren “Buluşma” temalı etkinlikler düzenliyor. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’in Engelsiz İzmir hedefini “Başka bir Engelli Politikası Mümkün” anlayışı ile güçlendiren vizyonu doğrultusunda planlanan etkinlikler, 10 Mayıs’ta yaşlılar, engelliler ve çocuklar için doğanın iyileştirici gücünün öne çıkartıldığı İnciraltı Terapi Bahçesi’ nin açılışı ile başladı. Terapi Bahçesi’ nde, Engelsiz Bahar Şenliği kapsamında; aromatik bitkiler atölyesi, yalın ayak parkuru, terapötik* bahçecilik alanları, ahşap atölyesi, felsefe ve masal etkinlik alanı, doğa ile etkileşim kurulan biyofili** çocuk alanları, yürüyüş yolları ve oturma alanlarında çeşitli atölyeler ile kapsayıcı etkinlikler yapıldı.
İzmir’ de Engelliler Haftası etkinlikleri 11 Mayıs Çarşamba günü Urla Kum Denizi Plajı’ nda 14.00-18.00 saatleri arasında İzmir Büyükşehir Belediyesinin, İlçe Belediyelerinin ve sivil toplum kuruluşlarının engelli sporcularıyla masa tenisi, buccia, basketbol, voleybol, tekerlekli sandalye futbolu, Ampute futbol gibi çeşitli alanlardaki spor çalıştayı ile devam etti. 12 Mayıs Perşembe günü, yani bugün, ise Konak Saat Kulesi’nde saat 18.00’de görenlerle görmeyenlerin buluşacakları ve bir arada tandem bisiklete binecekleri farkındalık sürüşü düzenleniyor. Konak meydanından İnciraltı’ na uzanacak sürüşte; pilot sürücüler, görme engelli arkadaşlarına çevreyi betimleyecekler. 13 Mayıs Cuma günü Kültürpark Ahşap
Sahne’ de, 18.00-21.00 saatleri arasında, engelliliğe hak temelli bakış açısının ele alındığı “Anlatacaklarımız Var” Paneli’ nde engelli ve engellilik alanında çalışan kişiler tecrübelerini anlatacaklar. 16 Mayıs Pazartesi günü ise Örnekköy Sosyal Projeler Yerleşkesi’ ndeki İzmir “Dokunulabilir Engelsiz Modern Sanatlar Müzesi” nde, gören-görmeyen, işiten- işitmeyen çocuklar bir araya getirilecek ve kilden seramiklerin yapılacağı bir atölye düzenlenecek. Atölye görmeyen ve işitmeyen çocukların bir arada çalışacağı ilk etkinlik olacak. Etkinliğe görme engelli bir ses sanatçısı da şarkılarıyla eşlik edecek. İzmir’ deki etkinlikler, 17.30’da İnciraltı Terapi Bahçesindeki uçurtma şenliği ile son bulacak.
Dünya Engelliler Haftası İstanbul Şişli’de de çeşitli etkinliklere sahne oluyor. “Yaşanabilir Engelsiz Bir Şişli” mottosundan hareket eden Şişli Belediyesi, Dünya Engelliler Haftası kapsamında panel, seminer, tiyatro gösterimi, duvar boyama ve piknik gibi farklı etkinlikleri hayata geçiriyor.
İstanbul’ da bir etkinlik te 15 Mayıs Pazar günü, Bakırköy Belediyesi Engelliler Komisyonu ve KASDER iş birliği ile, İstanbul Ataköy Sanatçılar Parkı’ nda düzenlenecek. KASDER geleneksel “Yaza Merhaba Pikniği” havasında geçmesi planlanan tam gün süreli etkinlikte, baharla birlikte yazın gelişi kutlanacak.
Kıbrıs’ta ise Dünya Engelliler Haftası etkinlikleri “Engelsiz Adımlar Korteji” ile başladı. Etkinlik Güneşköy, Girne ve Mağusa 18 yaş üstü Rehabilitasyon Merkezi’ ne devam eden özel gereksinimli gençlerin ve engelli sivil toplum örgütü temsilcilerinin katılımıyla düzenlendi. Lefkoşe Sarayönü Meydanından “Engelimle Değil Yeteneğinle Varım” sloganıyla başlatılan “Engelsiz Adımlar Korteji”, Cumhurbaşkanı Ersin Tatar ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Hasan Taçoy’ un katılımları ile gerçekleştirildi.
Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de giderek artan şiddet eğilimi, sanırım, asrımızın en büyük sorunlarından biri.
Cinsiyet ayrımcılığının en fazla olduğu ülkeler arasında yer alan Türkiye 129 ülkeyi kapsayan listenin 26. sırasında bulunuyor. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD)’ne göre, 2019 yılında Türkiye’de kadınların %38’i herhangi bir yakın partneri tarafından fiziksel veya cinsel şiddete maruz kalmış durumda. Türkiye, aynı zamanda, OECD’ye üye ülkeler arasında kadına şiddetin en yaygın olduğu ülke konumunda. OECD’ye üye 36 ülke arasında Türkiye zirvede yer alıyor.
Aile bireyleri ve arkadaşlar arasında olduğu gibi birbirini hiç tanımayan insanlar arasındaki şiddet eylemleri ile ilgili haberlere hemen her gün rastlıyoruz medya kanallarında. Bu eylemlerin hepsi ayrı birer yazı konusu olacak kadar önemli. Ancak daha da önemlisi, çocuklar arasındaki şiddet eylemleri.
Geçtiğimiz Nisan ayının son günlerinde, Denizli Mehmet Akif Ersoy Anadolu Lisesi çıkışında, 16 yaşında bir lise öğrencisi 14 ve 15 yaşlarında iki öğrencinin saldırısına uğradı. Defalarca bıçaklanan yaralı öğrenci, Denizli Devlet Hastanesi’ ne kaldırıldı. Ben bu yazıyı kaleme alırken kendisinin tedavisi yoğun bakımda devam ediyordu.
İhlas Haber Ajansı (İHA)’ nın haberine göre; yine Nisan ayı sonunda, Adana’da serinlemek için girdikleri sulama kanalında çocuklar arasında ‘üzerime su sıçrattın’ kavgası çıktı. Tartışmanın kısa sürede kavgaya dönüşmesi üzerine, çocuklardan biri diğerini kasığından iki defa bıçaklayıp kaçtı. Kanlar içinde yere yığılan yaralı çocuk, ambulansla, Adana Şehir Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ ne kaldırıldı. Ancak, ne yazık ki, doktorların tüm müdahalelerine rağmen kurtarılamadı. Kaçan çocuklar ise yakalandı ve tutuklandı.
Nisan 2022 sonunda ABD’de de korkunç bir saldırı gerçekleşti. NBC New York’ta yer alan habere göre; altı yaşındaki Dominick Krankall evinin arka bahçesinde oyun oynarken, sekiz yaşındaki başka bir çocuk tarafından saldırıya uğradı. Dominick’ e daha önce de zorbalık yaptığı belirtilen sekiz yaşındaki çocuk, tenis topunu benzinle ateşe vererek Dominick’ in yüzüne fırlattı. “Anne beni ateşe verdiler” diye feryat eden küçük çocuk, ailesi tarafından hastaneye kaldırıldı. Doktorların yüzünde ve bacaklarında ikinci ve üçüncü derece yanıklar oluştuğunu bildirdiği Dominick’ in tedavisi halen devam ediyor.
Nisan ayının son üç gününde gerçekleşmiş olan bu üç eylem, artan şiddet eğiliminin çocuklara da yansımış olduğunu gösteriyor. Hepimiz biliyoruz ki, çocuklarımız bizleri örnek alıyorlar. Onlara doğruyu göstermek ve bu doğrudan ayrılmamayı öğretmek bize düşüyor. Bu yüzden, yanlış bir karar vermeden ya da olumsuz örnek teşkil edecek bir eylem gerçekleştirmeden önce bunu hatırlamalı ve onlara iyi örnek olmalıyız.
Unutmayalım ki çocuklarımız bizim hayattaki en büyük eserlerimiz…
Bugün Anneler Günü… Öncelikle, tüm annelerin bu özel gününü en içten dileklerimle kutluyorum.
Anneler Günü geleneği Antik Yunanların Yunan Mitolojisindeki pek çok tanrı ve tanrıçanın annesi olan Rhea onuruna düzenledikleri yıllık ilkbahar festivali kutlamalarıyla başlamış. “Anneler Günü” ile ilgili ilk resmi kutlama önerisi ise, Amerika’da, 1872 yılında Julia Ward Howe tarafından barışa adanan bir gün olarak yapılmış ve Boston’da kutlama amaçlı bir yürüyüş gerçekleştirilmiş. Ardından Philadelphialı Anna Jarvis, 1907 yılında, annesinin ölüm tarihi olan mayıs ayının ikinci pazarının Anneler Günü olarak kutlanması için bir kampanya başlatmış. Bir sene sonra bu özel gün Philadelphia’da ulusal olarak kutlanır duruma gelmiş. Kutlamaların 1911’den itibaren pek çok ülkeye yayılması üzerine; ABD Başkanı Wilson, 1914 yılında resmi bir açıklamayla mayıs ayının ikinci pazarını “Anneler Günü” olarak ilan etmiş. Türkiye’de ise, Anneler Günü ilk kez 9 Mayıs 1955’te kutlanmış. Yani ben üç yaşındayken...
Anneme ilk hediyemi ancak 1961 yılında alabildim. Üçüncü sınıfın son günleriydi. Eve annemin aslında bana yasak etmiş olduğu daha uzak bir yoldan gelerek, yoldaki seyyar satıcıdan mavi taşlı bir yüzük almıştım. Fiyatı iki buçuk liraydı. Babam o dönemde bana ayda yedi buçuk lira harçlık verdiği için, oldukça büyük bir paraydı bu benim için. Ama bu hediye için babamdan para istememiş, yalnızca kendi harçlığımı kullanmıştım. Bu teneke ve camdan ibaret yüzük bana göre çok güzel görünmüştü ve anneme çok yakışacağını düşünmüştüm. “Annem kim bilir ne kadar sevinecek” demiştim kendi kendime.
Anneler Günü geldiğinde annem yüzüğü almış, beni öpmüş ve teşekkür etmiş; ama bir süre sonra o yüzüğü evde çalışan yardımcıya vermişti. Bu benim o kadar içimi acıtmıştı ki o zaman, aradan yıllar geçmiş olmasına rağmen hatırladığım zaman yine aynı acıyı hissediyorum içimde. O yüzden, buradan tüm annelere sesleniyorum; lütfen sizler annemin yaptığı hatayı yapmayın.
Yaşım biraz daha büyüyünce, anneme severek kullanabileceği hediyeler almayı öğrendim. Ama ne yazık ki Sevgili Annemi çok erken kaybettiğim için, fazla uzun süremedi O’na beğenebileceği şeyleri armağan edebildiğim dönem.
Annelerimizin hakkı ödenmez. Onlar için ne yaparsak yapalım, az. Ama ben, ne yazık ki, yapabileceklerimin yalnızca çok azını yapabildim Güzel Annem için.
Annem kanser oldu ve bir göğsü alındı, ama ne yazık ki çok geç kalınmıştı. O zamanlar kemoterapi tedavisi pek uygulanmıyordu Türkiye’de. Anneme radyoterapi uyguladılar ameliyatının ardından. Annemin ameliyat yeri tamamen yandı bu tedaviden dolayı. Ama hiç şikâyet etmedi. Sorduğumuz zaman, hep, “iyiyim” diyordu. Bir buçuk yıl sonra karaciğerde metastaz yaptı kanser. Annemin karnı sürekli su topluyor ve bu su zaman zaman alınıyordu. Bir-iki ay evde yattıktan sonra hastaneye kaldırdık O’nu. Ben o zamanlar Çayırova’ da çalıştığım için ancak akşamları gidebiliyordum ziyaretine. Ama bir gün babamın işi olduğu için izin alıp sabahtan gittim yanına. İşte o gün, yani 12 Temmuz 1976 Pazartesi, son görüşüm oldu annemi…
Canım Annem
Hemen hepinizin bildiği gibi, bir kas hastasıyım ben. İlk belirtilerini 19 yaşındayken veren ve tanısı o zaman konan bu hastalık, yıllar içinde giderek ilerledi. Şu anda yaşamımı yardımsız sürdürmem mümkün değil. Ama ne mutlu bana ki ne öğrenimime ne iş hayatıma ne de sosyal yaşantıma engel oldu hastalığım. Çünkü hayatım boyunca bana destek olan bir ailem ve kardeş kadar yakın arkadaşlarım vardı yanımda.
1972 yılıydı… Ben henüz 20 yaşındaydım… O zamanlar Çayırova’ da, Şişecam’ın bir yan kuruluşu olan, Cam Elyaf Sanayii A.Ş.' nde çalışıyordum. Bir gün, sağ ayak bileğimi yukarıya doğru kıvıramadığımı fark ettim. Bir kırık ya da çatlak olduğunu düşünerek, Şirket Doktoru’ na gittim ve beni hastanenin ortopedi bölümüne göndermesini rica ettim. Doktorumuz orta yaşı biraz geçkin, oldukça insan canlısı bir kişiydi. Beni Göztepe SSK Hastanesi’ nin Ortopedi Servisi’ ne sevk ederken, “Gitmişken bir de Asabiye’ ye (bugünkü adıyla Nöroloji) görün istersen.” dedi ve sevk kağıdıma onu da ekledi.
Ertesi sabah erkenden hastaneye gittim ve Ortopedi Servisi’ ne başvurdum. Bölüm sekreteri bana bütün ortopedistlerin ameliyatta olduklarını ve öğlene kadar ameliyattan çıkamayacaklarını; ancak belki Fizik Tedavi Servisi’nde bana yardımcı olabileceklerini söyledi. Bunun üzerine oradan çıkıp Fizik Tedavi Servisi’ ne başvurdum. Bölüm sekreterine durumu anlattım ve doktorun beni görebilmesinin mümkün olup olmadığını sordum. Ben sekreterin cevabını beklerken, doktor odasından çıktı ve “Bu ne rezalet… Ortopedi ne hakla hasta havale edebilir buraya?” diye bağırmaya başladı. Ben kendisine bunun bir havale olmadığını, yalnızca bana verilmiş bir tavsiye niteliği taşıdığını anlatmaya çalıştım. Ancak doktor beni dinlemeyi reddetti. Bense, kendimi ifade edemediğim ve Ortopedi Servisi’ ni zora soktuğumu düşündüğüm için, üzüntüden düşüp bayıldım. Kendime geldiğimde başımda doktor değil, muayene sırası bekleyen hastalar vardı. Ve doktor baygın olduğum süre içinde yanıma hiç uğramamıştı…
Kendimi toplar toplamaz oradan çıktım. Uzun bir süre hastane bahçesinde ağladıktan sonra, iş yerine hastaneye geldiğimi gösterir bir belge götürebilmek için, Asabiye Servisi’ ne başvurdum. Kısa sürede doktorun yanına aldılar beni. İçeriye girip de muayene masasına oturduğumda, Asabiye Mütehassısı yanıma geldi ve bana “Sen neden ağladın çocuğum?” diye sordu. Bu sözleri duyar duymaz tekrar ağlamaya başladım. Ağlamayı kesmeyi başardığımda ise olanları anlattım ve “Koskoca bir doktor nasıl bunu yapabilir?” diyerek üzüntümü bildirdim. Doktor, “Bak, orada dur işte… Üzerindeki kıyafetin içindeki insandır önemli olan. Yani doktor önlüğü giyse de çöpçü üniformasının içinde olsa da değişen bir şey olmaz. İnsan, ne giyerse giysin insandır. Gerisi boş…” dedi. Sonra da bileğimi kas hastalığım nedeniyle kıvıramadığımı anlattı ve ne zaman istersem beni takip eden uzman doktorun önerdiği ilaçları sigorta reçetesine geçirebileceğini söyledi.
Hastaneden hayatımın en önemli derslerinden birini almış olarak ayrıldım. Ve o günü, hep, bana bu kıymetli dersi veren o doktorla hatırladım.
Doktorluk mesleğine olan saygımı sık sık ifade ediyorum yazılarımda. Konu ile ilgili duygu ve düşüncelerimi, en son, bu yıl kaleme aldığım 30 Ocak tarihli “Sağlık çalışanına şiddet, insan için hayat boyu utanılacak bir suçtur.” ve 14 Mart 2022 tarihli “Başkalarına adanmış bir yaşam biçimi” başlıklı yazılarıma konu aldım.
Aile Hekimleri; kişiye yönelik koruyucu sağlık hizmetleri ile 1. basamak teşhis, tedavi, rehabilitasyon ve danışmanlık hizmetleri veren doktorlar. Ben ve kızım, İstanbul Kadıköy 095 Nolu Aile Hekimliği Birimi’ ne bağlıyız. Geçtiğimiz Cuma Günü, Saat 14.00’de, her zaman kullandığım ancak bitmiş olan ilaçlarımı yazdırabilmek için Aile Hekimliği’ ni aradım. Sekreter Hanım bana, bağlı bulunduğum doktorun ev ziyaretlerinde olduğunu bildirdi. Ben de konuyu aynı birimde hizmet veren diğer doktora aktarmak istedim. Sekreter Hanım, önce, bunun mümkün olmadığını söyleyerek itiraz etti. Kendisine, engelli olduğumu hatırlatarak, bana yardımcı olmasını rica ettim. O da beni kırmadı ve konuyu doktora iletti. Ancak doktor, benim duyabileceğim bir sesle, bu isteği reddetti. Sekreter Hanım ise, eczaneye müracaat etmemi önerdi.
Pazartesi günü başlayacak üç günlük bayram tatilinin ardından, 5-6 Mayıs tarihlerinde grev yapacaklardı hekimler. Yani, dokuz gün boyunca ilaçlarıma erişebilmem mümkün olmayacaktı. Bu durumda ben ne yapacaktım? İlaçlarımı yazmayı reddeden o doktor, cebimde eczaneye verecek param olup olmadığını düşünmüş müydü acaba? Bağlı bulunduğum Aile Hekimi ise, madem her cuma günü öğleden sonra ev ziyaretlerine gidiyordu, neden beni hiç ziyaret etmemişti? Sahip olduğum %90 oranlı “Engelli Raporu” beni de ziyaret edebilmesi için yeterli değil miydi?