Yavuz, 21 yıl bedensel engelli bir ağabey ile yaşamış. Bizim sorunlarımızı herkesten daha iyi anlıyor ve paylaşıyor. Bense, iş hayatımın bir bölümünü onun babası Sayın Cahit Kocaömer ile çalışarak geçirebildiğim için çok şanslı buluyorum kendimi. Engelli bir kişiyi, engelli bir evlâda sahip bir babadan daha iyi anlayan olabilir mi hiç? İşte ben de bu yüzden, Koç Lisesi idarecilerinden olan bir arkadaşım, çalışanlarından birinin oğlunun bedensel engeli nedeni ile gidecek okul bulamadığını söyleyince, bu çocuğu tanımak ve sorunlarını paylaşmak istedim.
Hakan Bozca, “Becker müsküler distrofi” hastası, yani bir yerde benimle aynı kaderi paylaşıyor. Musküler distrofi (MD) hareketlerimizi kontrol eden iskelet kaslarının ilerleyici zayıflığı ve yıkımı ile karakterize bir grup genetik hastalık. MD lerde kas proteinlerini programlayan gende bir bozukluk oluyor. Bu bozukluk kas proteinlerinin hatalı ya da az miktarda yapılmasına yol açıyor. “Becker” yaklaşık otuz çeşit musküler distrofiden biri. Bu hastalığın belirtileri genellikle çocukluk döneminde çok hafif başlıyor. Zamanla kaslarda güçsüzlük; ayağa kalkma, hızlı yürüme ve merdiven çıkmada zorluk; sık sık düşme; kas ağrıları ve kramplar gözleniyor. Hastalar bir süre sonra yalnızca parmak uçlarında yürüyebilmeye başlıyor. Hakan da tüm bu süreçlerden geçmiş; çok kısa mesafeleri yalnızca parmak uçlarında yürüyebiliyor, oturduğu yerden yardımsız kalkamıyor.
Bu yıl sekizinci sınıfı bitirmiş Hakan. Okumak istiyor… Ama ne yazık ki onun devam edebileceği bir okul yok yakınlarında. İlkokula giderken Koç Lisesi’nin desteği ile bir servis aracı sağlanmış kendisine. Ama araç okul kapısına yanaşamadığı için çoğu gün servis şoförünün sırtında girebilmiş okuluna. Tüm bu süre zarfında, kendi hastalığından çok, şoför ağabeyine verdiği zorluk için acı çekmiş, üzülmüş Hakan. Öyle iyi bir çocuk ki, beni gördüğü zaman kendi hastalığını unutup beni iyileştirebilecek yollar aramaya başladı kendince.
Evet, Hakan okumak istiyor; babası onu okutmak istiyor. Ama nasıl?
T.C. Anayasası’nın 42. maddesi “Kimse eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz.” hükmünü getirerek toplumdaki tüm bireylerin eşit ve çağdaş ortamlarda eğitim görme hakkını güvence altına almıştır. Ancak kanunlar işletilmedikleri sürece, verilen güvence yalnızca kâğıt üzerinde kalmış oluyor. Ama öğrendiğime göre Türkiye Omurilik Felçlileri Derneği, ülkemizdeki sayısı iki milyona yaklaşan engelli çocuğumuzun yalnızca %4 kadarının eğitim olanağı bulduğunu dikkate alarak, “Engelsiz Eğitim Projesi” adlı bir proje başlatmış. Hakan, Pendik-Kurtköy’de oturuyor. Evlerine giderken, yol üzerindeki Harmandere semtinde, inşaatı tamamlanmış ancak henüz faaliyete geçmemiş bir Endüstri Meslek Lisesi olduğunu gördüm. Civarda, mutlaka, başka okullar da vardır. Belki Omurilik Felçlileri Derneği bu bölgedeki bir okulu “pilot” seçebilir. Hakan okuyabilir…
Engellerimizi hissettirmeyecek, engelsiz bir yaşam dileği ile...
Benim için, müzik ruhun sıradan bir gıdası değil, vazgeçemeyeceğim temel gıdası… En zor zamanlarımı müzik kolaylaştırmış, en büyük acılarımı müzik hafifletmiştir hep. Ben, müzik eşliğinde çalışır, müzik eşliğinde okur ve müzik eşliğinde yazarım. Dinlenirken ise, görüntülü müziği yeğlerim. Klasik batı müziği dinlemek istersem “Mezzo”, klasik Türk müziği dinlemek istersem “TRT Müzik” kanalını izlerim.
Geçtiğimiz günlerden birinde işlerimi bitirip de dinlenmek için oturduğumda, “Mezzo” kanalını açtım yine. Billur gibi bir ses, piyano eşliğinde, aryalar söylüyordu, Thomas Quasthoff…
Thomas Quasthoff Alman asıllı bir bas-bariton; ama ilk ününü söylediği romantik lietler ile kazanmış. Bach’ın kantatlarından, solo caz emprovizasyonlarına varan geniş bir repertuvara sahip. Quasthoff, 1959 yılında, Almanya’da, özürlü bir bebek olarak gelmiş dünyaya. Özürlü doğmasının nedeni ise, annesinin hamilelik dönemindeki mide bulantılarına karşı kullandığı “thalidomide” adlı ilaç.
Ünlü tenorun boyu, bacak kemiklerinin kısalığına bağlı olarak, 120 cm. dolaylarında; kolları ise yok denebilecek kadar kısa. Almanya’daki Hanover Konservatuvarı’na, konservatuvara girmek için gerekli olan üstün yeteneği yok sayılarak, piyano çalamadığı için kabul edilmemiş. O da, herhangi bir kuruma bağlı olmaksızın sürdürmüş müzik eğitimini. Müzik kariyeri başlamadan önce, altı yıl süre ile, NDR’de radyo sunuculuğu ve çeşitli televizyonlar için seslendirme çalışmaları yapmış.
Münih’teki ARD Enternasyonal Müzik Yarışması’nı kazanması, müzik kariyerinin kapılarını açmış Quasthoff’a. 1995 yılında katıldığı Oregon Bach Festivali ise Amerika ile tanıştırmış onu. Sonra da festivaller festivalleri, başarılar başarıları kovalamış…
Quastfoff’un dünyanın en ünlü müzik şirketleri için doldurduğu sayısız müzik kaydını ve kazandığı ödülleri tek tek saymak istemiyorum burada. Söylemek istediğim dehasını herşeye rağmen engelinin önüne geçirebilmiş olması.
Dehası engelinin önüne geçmiş bir başka ünlü ise Itzhak Perlman. Perlman, İsrail asıllı Amerikalı bir keman virtüözü ve orkestra şefi; adı genelde 20. yüzyılın önde gelen keman virtüözleri arasında anılıyor.
Perlman radyoda dinlediği bir klasik müzik konserinden sonra kemana ilgi duyuyor. ABD’ye gitmeden önce, Tel Aviv Müzik Akademisi’nde ilk müzik eğitimini alıyor. Eğitimine Juilliard School’da ünlü keman virtüözü Ivan Galamian ile devam ediyor. Tüm Amerikan halkı onu 1958’de katıldığı Ed Sullivan Show ile tanıyor. 1963 yılında Carnegie Hall’de ilk kez sahne alıyor. 1964 yılında kazandığı bir yarışmanın ardından da dünya turnelerine başlıyor ve böylece ünü tüm dünyaya yayılıyor.
Geçenlerde köprüye doğru giderken, yol üzerinde bir caminin önündeki tabelâ çekti dikkatimi. Camiye gelmek isteyen engelliler için asansör bulunduğunu bildiriyordu bu tabelâ.
İlk kez görüyordum böyle bir bilgilendirmeyi. Çok mutlu oldum ve eve gelip hemen araştırdım bu konuyu.
Bağlarbaşı'ndan Beylerbeyi’ne inen asfaltın sağında, Ömer Hilmi Kasrı'nın önünde yer alan bu caminin adının Hacı Yakup Kazdal Camii olduğunu; 1935 yılında Rize’li Hacı Yakup Kazdağlı tarafından Şile'den getirilen iyi cins taşla yaptırılmış bulunduğunu öğrendim. Cami görevlisi Süleyman Yıldız’ı arayarak, kendisinden, bana biraz daha detaylı bilgi vermesini istedim. Bedensel engelli kardeşlerimizin, merdivenlerin hemen yanındaki asansörü bir düğmeye basarak çağırabildiklerini ve ibadetlerini istedikleri gibi yapabildiklerini anlattı bana. Bu anlattıklarının bayanlar için de geçerli olup olmadığını sordum. Zira, çoğunuzun da bildiği gibi, camilerin kadınlara ayrılan bölümleri hep üst katlardadır. Sevinerek, bayanların da bu uygulamadan yararlanabildiklerini öğrendim. Sayın Yıldız, uygulamalarını engelli gözü ile görüp bu konudaki fikirlerimi kendileriyle paylaşmam için, camiyi ziyarete davet etti beni. Daha önce olmaz ise, Kadir Gecesi mutlaka gideceğim…
Çok ağır bir hastalığın pençesinde dünyaya gelen oğlunun yaşam mücadelesinden yola çıkan Emine Gül, akademik anlamda bir çalışma yaparak, “Kuran’ın Engelliye Yaklaşımı” adında bir doktora tezi hazırlamış. Sayın Gül tezinde, engellilerin topluma olduğu kadar toplumun da engellilere ihtiyacı olduğunu vurguluyor ve onlar cemiyete katılmadıkça toplumun da bu insanlarla nasıl yaşanılacağını öğrenemediğini söylüyor. “Kuranı Kerim insanları engelli ya da engelsiz diye kategorize etmez. Tüm insanları Allah’a kul olmanın muhatabı kılar. Sadece zihinsel engelliler dinî yükümlülüklerden muaf tutulur.” diyen Sayın Gül’ün tezine, bir başka yazıda daha geniş yer vermek ve siz sevgili okuyucularımın da bu konudaki görüşlerini paylaşmak istiyorum.
Bu konuyu araştırırken, Mart 2011 sonu itibarıyle, on bir ilimizin on iki camiinde işaret diliyle hutbe verildiğini öğrendim. Bu iller; Afyonkarahisar, Bursa, Hatay, İstanbul, Mardin, Yalova, Antalya, Edirne, Çankırı, Konya ve Malatya. İşaret diliyle hutbe sunulan iki camiye sahip olan ilimiz ise, Konya.
Umarım yakın bir gelecekte her ilimizde, engeli ne olursa olsun, her bireyin ibadetini engelsizce yapabileceği bir cami olacak…
Engellerimizi hissettirmeyecek, engelsiz bir yaşam dileği ile...
Şehirlerarası ulaşım konusundaki engelleri aşamamış engellilerin sandığımdan da fazla olduğunu anladım. İnsanın belli bir sorunu yaşarken yalnız olmadığını bilmesinin o sorunu kolaylaştırdığını söylerler. Ama bu kez farklı… İnsan, aynı zorlukları başkalarının da yaşadığını düşündükçe daha da çok acı çekiyor.
Bakın Ankara’lı okuyucularımdan Sevgili Ece Ungun neler yazmış bu konuda:
“Yazınızı okurken boğazım düğümlendi. Çok sevdiğim biriciğim kuzenimin de sizinle durumu aynı. Geçen sene onu İstanbul’a yolcu ederken yardım ettik. Ulusoy firmasından bilet almıştık. Aileden 2 kişi, ve otobüs şirketinin muavinlerinden birinin yardımı ile otobüse bindirdik. Sorun sadece ‘biniş’ olarak görüldüğü için, onlara göre yardımcı olup karga tulumba bindirmek sorunu çözüyor. Yardımcı oldukları insanın ve yakınlarının duygularını düşünmüyorlar. Ayrıca yol boyunca annesi ile yalnız kalan kuzenimin sadece annesinin yardımı ile molada inmesine veya ihtiyacını gidermesine imkân yoktu. Konuya değinmeniz ne kadar güzel olmuş. Dilerim birileri harekete geçer.”
Aslında ben de birilerinin harekete geçmesini diliyorum ve istiyorum. Söz konusu yazımın ardından, otobüs şirketlerinin hiç olmazsa birkaçının beni aramasını ya da bana yazmasını bekledim. Sandım ki beni arayacaklar ve bu konudaki hazırlıklarını anlatacaklar. Ama biri bile o zahmete katlanmadı. Demek ki hepsi de Türkiye’deki, sayılarının sekiz buçuk milyon olduğu söylenen, engelli vatandaşları yok sayıyorlar. Demek ki onların seyahat etme hakları olduğunu düşünmüyorlar. Ya da “parası olan uçakla gitsin” diyorlar, tabi ki o da yalnızca uçakla gidilebilen yerlere.
Bana bir e-posta göndererek otobüs ve uçak yolculuğu deneyimlerini paylaşan Sayın Arif Türk’ün görüşlerini sizlere de aktarmak istiyorum.
“Yazılarınızı elimden geldiğince takip ediyorum. Ben de bedensel engelli bir insanım. Koltuk değnekleri ile yürüyebiliyorum. Otobüslerle seyahat benim için önceleri pek sorun olmuyordu. Çünkü yaşım biraz daha genç daha hareketli ve zayıftım. Ama şimdi hem kilom arttı hem de hareket kabiliyetim azaldı. Dolayısıyla otobüsler benim için bir işkence merkezleri haline geldi. 2010 yılında çalıştığım kamu kurumunun eğitimi için Ankara’ya gitmem gerekiyordu… Zor bela otobüse binebiliyordum ama mola yerlerinde ihtiyaç gidermek benim için eziyetti. Tuvaletler alt katlarda, merdivenle iniliyor, merdiven etraflarında korkuluk yok üstüne bir de yerler fayans döşeli ve ıslak. Düşünebiliyor musunuz, 2 koltuk değneği ve 100 kilo bir insan. Ya düşüp kol bacak kırmayı göze alıp gireceksiniz, ya da dayanabildiğiniz kadar dayanacaksınız artık. Bu nedenle artık seyahatlerimi çoğunlukla özel araçlarla yapıyorum. Bu defa uçakla gitmeye karar verdim. Ama onun da merdivenleri gözümü korkutuyordu. Çok dikti. Bu korkuyu kendime saklayarak bilet aldım. İlk defa uçağa binecektim. Olayı bilmediğimden havaalanına geldim. Biletimi onaylatmak için gişeye geldiğimde hemen bir tekerlekli sandalye getirdiler. Buyurun beyefendi oturun dediler, kimliğimi alıp işlemimi yaptılar. Uçak için anons yapıldığında ben kalkacaktım, bana biz götürürüz dediler ve bekletmeden işlemim yapılıp dışarı çıktık. Ama ben halâ o merdivenleri düşünüyordum. Beni merdivene kadar götürürler orada bırakırlar diyordum. Ama baktım bir araç geldi liftli ve sandalyeyle içine binip uçağa hareket ettik. Uçağın diğer kapısından kolayca bindim. Biletim orta sıralarda olmasına rağmen ön sıralardan bir yer verdiler. Aynı durum Ankara’da oldu, uçağın içinden sandalyeyle alıp çantamla beraber taksi durağına kadar getirdiler. Kendi kendime uçak biletleri ne kadar olursa olsun bundan sonra uzun seyahatlerimi uçakla yapacağım dedim. Ülkemizde engelli olmak kadar zor bir durum daha yoktur bence.”
Engellilerin uçak yolculuklarının diğer araçlara oranla daha kolay olmasının nedeni, bence, 1107/2006/EC sayılı Tüzük uyarınca Hava Yoluyla Taşınan Engelli ve Hareket Kabiliyeti Kısıtlı Kişilerin Haklarına ilişkin bir yönetmeliğin varlığı. Ne yazık ki ülkemizde bu gibi kolaylıklar ancak sıkı bir şekilde uygulanan kanun ya da kurallarla sağlanabiliyor. Umuyorum ki çok yakın bir gelecekte karayolu taşımacılığında da benzer uygulamalar hayata geçirilir. O zaman, uçak bileti alacak parası olmayan ya da havaalanı bulunmayan illere yolculuk eden engelliler de rahatça seyahat edebilirler.
Engellerimizi hissettirmeyecek, engelsiz bir yaşam dileği ile...
Ayvalık’ta yaşayan kız kardeşim, hayatıma küçük bir değişiklik katarak yaşadığım sürece yardımcı olmak için evine davet etti beni. Önceleri reddettim teklifini; ama sonra “neden olmasın” dedim kendi kendime ve gidiş yollarını araştırmaya başladım.
İki yıl önce, bir kez, eşimle beraber gitmiştik kardeşime. O vakitler kendi arabamız vardı. Eşim beni, yollardaki tüm olumsuzlukları gözüne alarak, istediğim her yere götürüyordu. Şimdi ise durum çok farklı; ne bir arabam, ne de beni kucağında taşıyacak bir eşim var. Bu yüzden, artık Ayvalık’a ancak otobüsle gidebilirim.
Bilgisayarımın başına oturdum ve internette şehirlerarası yolcu taşıyan otobüs firmalarını araştırdım. Bu konuda Türkiye’nin önde gelen belli başlı şirketlerinin web sitelerine girdim. Pamukkale dışında hiçbirinde engelli yolcularla ilgili bir bölüme rastlayamadım. Oradaki bilgi de yalnızca bilet fiyatlarıyla ilgiliydi. (Kara Yolu Taşıma mevzuatına göre, en az % 40 oranında engelli olduğunu belgeleyen yolcular için bilet ücreti, Ulaştırma Bakanlığı tarafından düzenlenen ücret tarifesi üzerinden % 30 indirimli olarak uygulanmaktadır.) Hal böyle olunca, sözünü ettiğim belli başlı şirketlerin çağrı merkezlerinin telefonlarını kaydettim ve Varan ile başlayarak, sırayla, Ulusoy, Pamukkale, Kamil Koç, Metro ve Çanakkale Truva’yı aradım.
Önce Ayvalık’a seferlerinin olup olmadığını sordum; hepsinin cevabı “evet” oldu. Ardından bedensel engelli yolcular için herhangi bir uygulamaları bulunup bulunmadığını öğrenmek istedim. Hepsinin cevabı aynıydı: “Tekerlekli sandalyeyi bagaja alabiliyoruz.” Tamam, sandalyem Ayvalık’a gidebiliyordu; ya ben nasıl binecektim otobüse? Aldığım cevaba göre, herkes gibi merdivenleri çıkarak binmem gerekiyordu. Hiç yürüyemediğimi söylediğimde ise, “Siz gelin, yardım ederiz.” cevabını aldım. Israrla bunun ne gibi bir yardım olduğunu sordum. Net bir cevap alamayınca, “yardım” sözcüğünü açıklığa kavuşturabilmek için alacağım cevabı şıklara ayırdım. “Engelli bir yolcunun binişini kolaylaştırıcı bir sisteminiz mi var yoksa kucakta taşıma yardımından mı söz ediyorsunuz?” dedim. Üzülerek, hiçbir sistemlerinin olmadığını öğrendim. Yine de, içimde bir ümitle, bunun yalnızca Ayvalık için mi, yoksa tüm Türkiye seferleri için mi geçerli olduğunu sordum. Ne yazık ki seferlerinin hiçbirinde bedensel engellilere yönelik bir uygulama yoktu.
Karayolu Taşıma Yönetmeliği’nde, Pamukkale’nin web sitesinde de yer aldığı gibi, engelli yolcuların biletlerinde indirim öngörülüyor. Ancak otobüsle yolculuk yapması olanaksız olan bir engellinin otobüs biletine de ihtiyacı olmayacaktır. Kanımca, bu yönetmelikle, bilet fiyatlarında indiriminden önce, engelli yolcu taşıma zorunluluğu getirilmesi gerekirdi.
1 Temmuz 2005 tarihinde kabul edilen 5378 sayılı Özürlüler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un toplu taşımacılık hizmetlerinin ele alındığı 3 üncü maddesinde; “Büyükşehir belediyeleri ve belediyeler, şehir içinde kendilerince sunulan ya da denetimlerinde olan toplu taşıma hizmetlerinin özürlülerin erişilebilirliğine uygun olması için gereken tedbirleri alır. Mevcut özel ve kamu toplu taşıma araçları, bu Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yedi yıl içinde özürlüler için erişilebilir duruma getirilir.” hükmü ile 2012 yılına kadar büyükşehir belediyeleri ve belediyelerin denetim görevleri olan sistemler dahil olmak üzere, toplu taşıma taşıtlarında ve sistemlerinde özürlüler için ulaşılabilirlik önlemlerini tamamlamaları öngörülmüştür.
2011 yılının ikinci yarısındayız; halen bedensel engelliler otobüs seyahati yapamıyor. Peki, 2012’ye girerken durum farklı olacak mı? Acaba yukarıda saydığım bütün bu saygın şirketler bu uygulamayı başlatmak için yılın son gününü mü bekliyorlar?
Ben söz konusu şirketlerin bu konuyu göz ardı ettiklerini değil, gözden kaçırdıklarını düşünüyorum. Ülkemizde engelliler öylesine alıştılar ki hiçbir haklarından yararlanamamaya, istemeyi unuttular. Onlar istemeyince de, şirketler göremediler ihtiyacı. Ama artık bir adım atma zamanı. Önceleri her gün, her yere sefer olmayabilir engelliler için. Örneğin; şimdilik haftanın, önceden ilan edilen, tek bir gününe koyulacak seferlerle başlatılabilir bu uygulama. Bu bile bir kazanç olur, şimdiye kadar hiç otobüse binememiş olan engelliler için. Belki ben de o zaman gidebilirim Ayvalık’a…
Bir önceki yazımı tamamen bu konuya ayırmış olmama rağmen, üniversitede gerçekleştirilen pek çok şeyi aktaramadım. Bugün, Sabancı Üniversitesi’nin, yalnızca engelliler için değil toplumumuzun tüm kesimleri için çok önemli olduğunu düşündüğüm, “Toplumsal Duyarlılık Projeleri” ni anlatmaya çalışacağım sizlere.
Toplumsal Duyarlılık Projeleri (TDP), Katılımcı Demokrasinin bireylerce öğrenilmesini ve uygulanmasını amaçlayan bir eğitim programı.. Bireylerin yaşadıkları topluma karşı sorumluluklarını bir takım çalışması içerisinde ve aynı zamanda bireysel insiyatiflerini de ele alarak gerçekleştirmelerini hedef alıyor. Üniversite, gelişmekte olan ülkemizde gelir dağılımı dengesizliği, demokratik hakların eksikliği, eğitim olanaklarının azlığı gibi birçok sorunun sürdüğünü kabul ederek, öğrencilerinin;
- yaptıkları projeler doğrultusunda, yaşadıkları hayatın dışında başka hayatların olduğuna dair farkındalık kazanmalarını,
- toplumda fark yaratarak bu duyarlılıklarını geliştirmelerini
amaçlıyor. Bireylerin yaşadıkları topluma katkı sağlamalarının gerekliliğine inanan Sabancı Üniversitesi’nde, “Toplumsal Duyarlılık” kredisiz zorunlu bir ders olarak okutuluyor.
Her öğrenim yılı başında, o yılın Toplumsal Duyarlılık Projeleri belirleniyor. TDP katılımcı öğrencileri, çalışmayı diledikleri projeyi seçiyorlar. Ardından, birlikte çalışacakları sivil toplum örgütüyle işbirliği halinde ve diğer takım elemanlarıyla birlikte projeyi tasarlıyorlar ve yürütüyorlar. Projeler öğretim programı çerçevesinde şekillendirilmiş olsa da bireysel katkılara açık yapıları sayesinde proje üyeleri tarafından sahipleniliyorlar. Öğrenciler çalıştıkları alanda yaşam seviyesini yükseltmeye katkıda bulunarak içinde yaşadıkları toplumun farklı gerçeklerini doğrudan öğrenme şansı buluyorlar. Katkıda bulundukları topluluğun üyeleri ise, öğrencilerin bu çabalarından ve desteğinden yararlanma şansına erişmiş oluyor.
Proje üyeleri sayıları beş ile on arasında değişen takımlar halinde çalışıyorlar. Projeler öğrencilerin akademik programına engel olmadan yürütülüyor. Her öğrencinin, mezun olabilmek için, en az bir projeyi başarı ile tamamlaması gerekiyor.
Projeler; Engelli Projeleri, Okul-Çocuk Projeleri, Yaşlılara Destek Projeleri, Kendini Keşfet Projeleri, Kurum-Çocuk Projeleri, Çevre Projeleri vb. gibi gruplara ayrılmış. Örneğin, Sultanbeyli Özürlüler Merkezi Projesi “Engelli Projeleri” arasında yer alan, 2010-2011 yılına ait bir proje. Sultanbeyli çevresindeki engellilere eğitim ve rehabilitasyon hizmetleri veren Sultanbeyli Özürlüler Merkezi’ne 15-35 yaş arası zihinsel engelliler devam etmekte.
ENGELSİZ ÜNİVERSİTE / FOTOGALERİ
Sabancı Üniversitesi, Orhanlı-Tuzla mevkiinde, çok geniş bir alan üzerine yerleştirmiş kampüsünü. Yarım saatlik bir TEM yolculuğunun ardından ulaştım, engelliler için her köşesine erişilebilir olan bu güzel kampüse. Son derece sıcak ve samimi bir ortamda karşılandım ve isimlerinden yazımın içerisinde yeri geldikçe söz edeceğim üniversite görevlileri tarafından, açık ve net olarak, bilgilendirildim.
Üniversite bünyesinde, tüm paydaşların (öğrenci, öğretim elemanları ve idari çalışanlar) bireysel ve akademik becerilerini güçlendirmek amacı ile, Akademik Gelişim Merkezi (BAGEM) kurulmuş. Bu merkez, öğrencilerin farklı sorumluluklar gerektiren üniversite yaşamına daha kolay, güvenli ve etkin biçimde uyum sağlamalarına yardımcı olan, destek birimlerinden oluşuyor. Bireysel Danışmanlık ve Engelli Öğrenci Desteği de bu birimler arasında. Merkezin Direktörü Neyyir Berktay, BAGEM’in tüm birimlerinin öğrencilerin Sabancı Üniversitesi'nin katılımcı ve disiplinlerarası eğitim yaklaşımına uyum sağlamalarına yardımcı olduğunu ifade etti. Sayın Berktay, öğrencilerin küresel ve yerel kültür birikimi edinme süreçlerini ve yaşamları boyunca başarıya ulaşmalarını kolaylaştırmaya çalıştıklarını anlattı. Engelli öğrencilerin üniversitedeki yaşamlarını kolaylaştıracak desteğin de, ilgili idari ve akademik birimlerle işbirliği içinde, BAGEM tarafından sağlandığını söyledi.
Beni üniversiteye davet eden BAGEM’in Engelli Öğrenci Desteği Birimi Sorumlusu Sayın Elzi Menda, öğrencilerle yapılan bireysel görüşmeler sonucunda gereksinimlerin belirlendiğini, gerekli düzenlemeler konusunda ilgili birimlerin bilgilendirildiğini ve bu düzenlemelerin yapılmasının takip edildiğini anlattı bana. Görüşmeye katılan Mimar Erol Düzgören de; kuruluş aşamasının ilk gününden beri üniversitede görevli olduğunu, mimari planların hep engelliler düşünülerek yapıldığını, yine de bireysel engellere uyum sağlamak adına her türlü yeni düzenlemeye açık olduklarını ifade etti. Sayın Düzgören görme engellilerin kampüsteki yaşamlarını daha da kolaylaştıracak algılanabilir yüzey konusundaki çalışmaların tamamlanma aşamasında olduğunu söyleyerek, yakın zamanda uygulama aşamasına geçileceğinin müjdesini verdi.
Bir süre sonra, lisansını da burada tamamlamış olan ve halen lisansüstü eğitimini sürdüren, bedensel engelli öğrenci Süha Mutluverdi katıldı görüşmemize. Bir de onun ağzından dinlemek istedim sağlanan kolaylıkları. Kütahya’dan gelmiş Süha. Lisans öğrenimini yüzde yüz başarı bursu ile tamamlamış. Lisansüstü öğrenimini de burslu olarak sürdürüyor. Bana, üniversite öğrenimi süresince kendisine tüm kolaylıkların sağlandığını, hiçbir güçlük yaşamadığını anlattı. Yüksek öğrenim yapabilme konusunda ümitsizliğe kapılmışken, Sabancı Üniversitesi’ni yoldan geçerken tesadüfen fark ettiğini ve bunun hayatını değiştirdiğini; bu yüzden, üniversitenin özelliklerinin engelli öğrencilere duyurulmasını arzu ettiğini söyledi.
Süha, kampüs içinde kendisine uygun olarak düzenlenmiş lojman dairesinde ailesi ile birlikte, yalnızca tek kişilik yurt ücreti ödeyerek, yaşıyor. Okulun, gereken tüm zamanlarda, kendisine tahsis ettiği özel araç sayesinde Koç Üniversitesi yaz okulunda bir ders alıyor.
Türkiye’deki en eski özel okullardan biri olan Üsküdar Amerikan Lisesi (ÜAL) 1876 yılında, Bahçecik’te, Amerikan Board Heyeti tarafından kurulmuştur. Okul, sonraları, Bahçecik'ten Adapazarı’na nakil olmuş ve 1. Dünya Savaşı’na kadar orada eğitim vermiştir. 1920’lerin başında ise Bağlarbaşı’ndaki şimdiki mekânına taşınarak, genç Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte, çağdaş Türkiye’nin genç kızlarını yetiştirmeye başlamıştır.
Yönetimi, 1990’larda, kâr amacı gütmeyen bir kuruluş olan Sağlık ve Eğitim Vakfı (SEV) tarafından devralınan ÜAL’nde 1990 yılından itibaren karma eğitime geçilmiştir. Sekiz yıllık zorunlu eğitim yasasının çıkarılması sonucunda da Özel Üsküdar SEV İlköğretim Okulu kurulmuş ve eğitime başlamıştır.
23 Haziran’da Özel Üsküdar SEV İlköğretim Okulu’nun, ÜAL kampüsünde gerçekleşen, mezuniyet törenine katıldım. Her anının emek verilerek özenle planlanmış olduğu kolaylıkla fark edilebilen tören benim için, belki de herkes için olduğundan, daha da anlamlıydı. Orası, yaşamımın ilk en güzel yıllarını geçirdiğim yerdi. Çocukluktan genç kızlığa orada geçmiş, sevgili eşimi o yıllarda tanımış, beni ben yapan özelliklerimin çoğunu orada kazanmıştım. O gün ise, gözümün bebeği, çok sevgili yeğenim mezun olan yüzoniki pırıl pırıl genç arasındaydı.
Öğrencilik yıllarımda engelim olmadığı gibi, engelli olmak ve engelle yaşamak konusunda herhangi bir fikrim de yoktu. Bu nedenle ne okulumuzun bahçesine ne de binalarına, şimdiki gibi, engelli gözü ile bakmamıştım. O vakitler hepimiz gideceği yere yürüyerek değil koşarak varan, merdivenleri teker teker değil üçer beşer çıkan kişilerdik. Bir gün gelip de konferans salonuna çıkan merdivenleri aşamayacağımız aklımıza bile gelmezdi.
Bugün, bir bedensel engellinin Üsküdar Amerikan Lisesi’nde eğitim görmesinin olanaksız olduğunu anlıyor ve öğrencilik yıllarımda engelli olmadığım için ne kadar şanslı olduğumu görüyorum. İsterdim ki, engeli daha erken yaşlarda ortaya çıkanlar da benim kadar şanslı olabilselerdi. Ama, yazımın başında da belirttiğim gibi, ÜAL çok eski ve köklü bir okul; binalarının çoğu tarihi eser ve üç katlı. Harika bahçe ise ne yazık ki setli. Sizin de bildiğiniz gibi, tarihi eser niteliği taşıyan binalarda herhangi bir değişiklik yapmak mümkün değil. Olanaksızlık aslında bu durumdan kaynaklanıyor. İleride, yeni binalar yapılması durumunda, bedensel engellilere de fırsat verileceğine inanıyorum. Diğer arkadaşlarım gibi engelsiz olarak mezun olduğum bu okul, bana, daha sonraki yıllarda sahip olacağım engeli kabullenme ve onunla yaşayabilme gücü kazandırdı. Müteşekkirim...
Engellerinizi hissettirmeyecek engelsiz bir yaşam dileği ile,