Ayşegül Domaniç Yelçe

Hayata daha farklı bakanlar çoğaldıkça…

14 Kasım 2011
Merhabalar sevgili okurlar. Ben bu sütunlarda yazmaya belirli bir amaçla başladım. Sanırım, artık çoğunuz bu amacın ne olduğunu biliyorsunuz. Ama bir kez daha tekrarlamak gerekirse; toplumumuzun engellilerle ilgili farkındalığını arttırmak, engellilerin yaşamlarını kolaylaştırıcı önlemlerin alınması yönünde katkıda bulunmaya çalışmak ve daha da önemlisi insanlara doğal olarak sahip olduklarını düşündükleri bazı yetilerin önemini hatırlatmak istiyorum.

Sizlerle ilk buluşmamdan bu yana tam yedi ay geçti. Aldığım e-postalar bana, amacıma yavaş yavaş ulaşmakta olduğumu gösteriyor. Bugün sizlerle, beni çok mutlu eden bu e-postaların bazılarını paylaşmak istiyorum.

Okuyucularımdan Doruk Sazer: “Merhaba Ayşegül Hanım, Hürriyet Gazetesi’ndeki, “Küçük Şeylerin Getirdiği Büyük Sevinçler” adlı yazınızı okudum. Ne kadar doğru tespitlerde bulunmuşsunuz. Özellikle bizim gibi büyük şehirlerde plazalarda çalışan, sürekli daha da yükselme, daha çok para kazanma, daha çok gezme ve harcama hedefi ile yaşayan insanların unuttuğu ama aslında birer hediye olan Allah’ın nimetlerini çok güzel betimlemişsiniz. Bu güzel hatırlatıcı yazı için teşekkür eder, size en derin saygılarımı sunarım.” diyerek gösteriyor bana, amacıma adım adım yaklaştığımı.

Bursa’dan, “Sıcak bir Merhaba” başlığı ile seslenen Aslıhan Altop ise bakın neler söylüyor:
“Merhaba, 3 Ekim tarihli yazınızı (Yapmak İsteyip de Yapamadıklarım…) okudum. Ben Bursa Mustafakemalpaşa'dan yazıyorum. Bedensel engeli olan biri değilim, sadece duyarlı ve empati kurabilen bir vatandaşım. Yazınızı facebook profilimde de paylaştım. Yazınızın bir kısmında "yollar uygun olsaydı eğer" demişsiniz. Aynı sorun benim yaşadığım kasabada da var. Nedense ben de anlam veremiyorum, herşey bedensel engeli olmayan normal insanların yaşam şartlarına göre yapılıyor. Yollar, parklar, bankalar, ve benzeri bir sürü alan. Yetkililer bu konuya gereken önemi vermiyor. Kendilerini engelli vatandaşlarımızın yerine koymuyorlar.
Kapak toplama kampanyası düzenlendi. Çok güzel bir kampanya. Elimden geldiği kadarıyla toplamaya çalıştım. Kapaklar toplandı, arabalar vatandaşa dağıtıldı. İyi güzel de, bu vatandaş bu şartlarda özgür mü diye hiç düşünülmüyor. İnanın kendileriyle çelişiyorlar.
Kendimi engelli vatandaşlarımızın yerine koyup düşünüyorum ve size inanılmaz hak veriyorum. Ama nedense yetkililer, kendilerini onların yerine koyamıyor. Bunu anlayamıyorum.
Ben ağustos ayından beri işsizim. Dışarı çıkabilme imkânım olmasına rağmen, evde olmanın sıkıcılığı konusunda sizi anlayabiliyorum.

Yazının Devamını Oku

Seçici algılama mı dersiniz bilmem

11 Kasım 2011
Merhabalar sevgili okurlar. Seçici algılama mı dersiniz bilmem, ama bu aralar nereye göz atsam görme engellilere bir ucundan değen etkinlikler çıkıyor karşıma.

Önümüzdeki hafta karşıda ufak bir işim var. Karşıya geçmek benim için çok kolay değil; aslında Anadolu yakasında yaşayan hiç kimse için değil… Hazır karşıya geçmişken bir sergiye gitsem diye düşündüm.

Galeriler değil ama, özel müzeler engellilerin ziyaretine hayli uygun. Bu müzelerden biri de Emirgân’daki Sakıp Sabancı Müzesi… Önüne kadar arabayla gidebiliyorsunuz. Gerek duyarsanız size hemen tekerlekli sandalye getiriyorlar. Bütün sergi alanları rampalar ve asansörlerle donatılmış. Engelli tuvaletleri de var.

En rahat gidebildiğim kültürel alanlardan biri olduğundan, önce, orada ne sergi var diye bakmak istedim. Sakıp Sabancı Müzesi bu aralar bienal ile eşzamanlı açılan “Son Kez, İlk Kez” adlı sergisinde, Fransız sanatçı Sophie Calle’i ağırlıyormuş. Benim pek iyi tanımadığım ama dünyaca ünlü bu sanatçı Newsweek tarafından günümüzün en önemli 10 çağdaş sanatçısı arasında gösteriliyormuş. Gitsem mi gitmesem diye düşünürken, beni çok heyecanlandıran bir bilgiye ulaştım. Meğerse Sophie Calle, SSM ile gerçekleştirdiği özel proje için merceğini milyonlarca İstanbullu arasından seçtiği bir grup insana çevirmiş. Sanatçı, görme engelli kişilerin “gördükleri” son anın yanı sıra “İstanbul’da yaşayıp denizi görmemiş insanlar” konusunu, özgün bakış açısıyla inceliyormuş.
 
Sophie Calle kuruluş efsanesinden esinlenerek “körlük” ve “İstanbul”u bu bağlamda bir araya getirmiş. Efsaneye göre, milattan önce 7. yüzyılda şehre liderleri Byzas’ın eşliğinde gelen Yunan kolonicileri ilk olarak antik Chalcedon kentini görmüşler, yani bugünün “Kadıköy”ünü. Karşı tarafın daha verimli toprakları yerine bu yakaya yerleştikleri için buraya Chalcedon, yani “körler şehri” adı verilmiş. Sophie Calle’in çıkış noktası da buymuş.
 
Serginin benim daha çok ilgimi çeken Son İmge isimli ilk bölümünde sanatçı, görme kaybıyla doğan veya görme yetisini sonradan kaybetmiş 13 kişiye hatırladıkları son görüntüyü sormuş. Onların anlattıklarını kaleme almış; anlatan kişiyi ve anlatılan olayları fotoğraflamış. Sophie Calle’e bu çalışmasında Altı Nokta Körler Vakfı ve Altı Nokta Körler Derneği İstanbul Şubesi de destek olmuş.  Bir kısmı İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri çerçevesinde de sergilenen projenin tamamı daha sonra Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'ne bağışlanmış. Şimdi ise, üniversitenin de katkılarıyla, SSM’nde sergileniyor.

Üç bölümden oluşan “Son Kez, İlk Kez” sergisi 31 Aralık’a devam edecekmiş. Sony ve Teknosa’nın teknoloji sponsorluğuyla gerçekleştirilen bu sergiyi merak ediyorum. Bu seferki Avrupa Yakası programımda gidemesem de, bu sergi için “körler şehri”nden karşı yakaya ayrı bir tur yapabilmeyi umuyorum. Bunu yapabildiğimde, deneyimlerimi yine sizlerle paylaşacağımdan emin olabilirsiniz.

Yazının Devamını Oku

Her gününüz bayram olsun..!

7 Kasım 2011
Merhabalar sevgili okurlar. Bugün bayram… Gönlüm coşku ve umut dolu bir yazı yazmaktan yana. Ama olmuyor işte… Öncelikle, ülkemizin iki hafta önce yaşadığı deprem felâketi engel oluyor buna. Van’daki kardeşlerimizin bayramlarını hangi şartlarda geçirdiklerini düşününce, değil coşku küçücük bir sevinç kırıntısı bile hissedemiyor insan.

Hani bazı masallarda bir cin çıkıp da “dile benden ne dilersen” der ya, şimdi bana sorsalar; “sağlam olup, Van’a gitmek, oradaki engellilere destek olmak” isterdim. Sürekli tekrarlıyorum: Engelli olarak yaşamak, özellikle bizim ülkemizde, çok zor. En büyük zorluk da toplumsal duyarlılığın eksik oluşundan kaynaklanıyor.

Yazılarımda daha çok kişinin görüş ve düşüncesine yer verebilmek amacı ile, sık sık internette geziniyorum. İşte bu gezintilerimden birinde, Engelliler.Gen.Tr. Forumları Sitesi’nde rastladığım “Özel Günler (dini ve resmi bayramlar) ve Biz Engelliler!” başlıklı
bir yazıdan alıntı yapmak istiyorum bugün. 

“Dini bayramlar bir yana, milli bayramlarda da aynı çileyi çekiyoruz. Hayatın her alanında, sosyal hayatta kamu alanlarında bizlere ayrılması gereken alanlara tecavüz eden insanların her bayramda bu tecavüze devam etmesi ne kadar vicdanidir? 
Bayramlarda otoyollar ve otobüsler bedava. Hükümetin aldığı bu güzel karar herkesi sevindirdi.. Peki bu otobüslerden kaçına engelliler binebiliyor? Bu otobanların kaçından, engelliler arabaları ile geçiyor? Yani bize mi bayram? …
Engelli bireylerin kamu alanlarından diğerleri gibi tam istifade etmesi gerekir. Bu, ister bayramlarda, ister seyranlarda her zaman dile getirilmelidir. Bu nedenle yazımızda bu dini bayramda insanları vicdanlı olmaya davet etmek istiyoruz. Bayramınızı yaparken, ücretsiz otobüslere binme hakkını elde ederken, otobanlara para vermeden geçerken… Diğer bayramlarda ödediğiniz ücretlerden şikâyet ederken! Bu hakkı aldığınıza sevinirken!!! Otobanlar, otobüsler bedava olduğu halde o otobüslere binemeyen vatandaşları bir düşünün.

Siz bu hakkı aldınız diye seviniyorsunuz, bu otobüslere parayla binmeye razı olanları bir düşünün. Onlar da sizin gibi bu ülkenin vatandaşı. Biraz empati lütfen…”

Yazının Devamını Oku

Aslında ben, kör olduğumu kabullendikten sonra yaşamaya başladım...

4 Kasım 2011
Merhabalar sevgili okurlar. Bugün sizlerle varlığını yeni öğrendiğim bir organizasyonla ilgili bilgileri paylaşmak istiyorum.

Bu beynelmilel organizasyonun orijinal adı “Braille Without Borders” (BWB). Adını “Sınır Tanımayan Braille” olarak Türkçe’leştirdiğim bu organizasyonun misyonu; gelişmekte olan ülkelerde görme engellilere, öncelikle Braille sistemini öğreterek, ümit vermek ve onların pratik becerilerini geliştirmek. Söz konusu ülkenin dilinde hazırlanmış Braille alfabesinin var olmadığı durumlarda ise, BWB önce bunu oluşturuyor. “Sınır Tanımayan Braille”in kurucuları, Sabriye Tenberken ve Paul Kronenberg.
Şimdi sizlere, bu iki kurucudan biri olan Sabriye Tenberken’i biraz tanıtmaya çalışacağım.

Kimi engelli kişiler öyle yeteneklere ve başarma azmine sahip oluyorlar ki, yalnız yakın çevrelerinin değil, büyük bir kitlenin kahramanı ve lideri haline geliyorlar. Sabriye Tenberken’in öyküsü de işte bunun en güzel örneği.

Almanya’nın Bonn şehrinde 1971 yılında dünyaya gelen Sabriye 2 yaşında iken görme bozukluğu yaşamaya başladı. Doktorlar “retina dejenerasyonu” teşhisi koydular ve görme yetisinin on yıl içinde giderek kaybolacağını haber verdiler. Bunun üzerine anne ve babası  önlerindeki bu kısa süre içinde ona dünyayı tanıtmaya çalıştılar. Müzeleri gezdirerek, bol bol seyahat ettirerek tüm renkleri zihnine kazıdılar.

Sabriye önceleri görme yetisinin kaybını başkalarından ve özellikle okul arkadaşlarından gizlemeye çalıştı. Ancak bunda başarılı olamadı ve arkadaşlarının alaylarına ve kötü davranışlarına katlanmak zorunda kaldı. Bunlar onun moralini bozduğu için ailesi onu görme engellilerin pratik eğitimini sağlayan bir okula gönderdi. Sabriye burada ata binmeyi, yüzmeyi, rafting yapmayı, “Braille” alfabesini ve hepsinden önemlisi, kendine güvenmeyi öğrendi. Nihayet, herkesten biri olmuştu; arkadaşları vardı ve oldukça mutluydu. “Çirkin ve kör olabilirim, ama beynim var; çok şey başarabilirim.” diyordu.

13 yaşında görme yetisinin tamamını yitiren Tenberken, 8. sınıftayken uygulamalı ders olarak gittikleri bir müzede Tibet tarihi, dini ve gelenekleri ile tanıştı. Bu deneyim onu öylesine etkiledi ki, Tibet’e gidip orada körler için bir okul kurmayı düşlemeye başladı.

Sabriye, hayallerini gerçekleştirme yolundaki ilk adımını Bonn Üniversitesi’nde Orta Asya Bilimleri dalında lisans eğitimi alarak attı. Yüksek lisansını ise Tibetoloji alanında tamamladı. Ancak kör olduğundan, Tibet dilindeki ders notlarını okuyabilmek için bir yol bulması gerekiyordu. Almanca metinleri “Braille” alfabesine çeviren bir makinesi vardı, ama Tibet metinlerinden “Braille” yaratacak hiçbir sistem yoktu. O da, yalnızca kendi kullanımı için ve kendi yöntemleri ile Tibet dilini “Braille” alfabesine çevirdi. Sonraları bu Tibet resmi “Braille” alfabesi haline geldi.

1997 yılında, 26 yaşındayken, etrafındaki herkesi dehşete düşürerek tek başına Çin’e gitti. Orada aldığı yoğunlaştırılmış Çince eğitiminin ardından, 2.6 milyonluk nüfusunun 30 binden fazlasının kör olduğunu öğrendiği Tibet’e geçti. Tibet’te karşılaştığı durum, Sabriye’yi dehşete düşürdü. Görme engelli kişiler izole edilmekte, horlanmakta, bazen dövülmekte; ya terkedilmekte ya da sokaklarda dilenmeye zorlanmaktaydılar. Görmezliğin kötü kaderin bir nişanı kabul edildiği Tibet’te hemen hemen hepsi asosyal ve eğitimsizdi. Sabriye, ikisi Tibetli olan üç arkadaşıyla, at sırtında köyden köye dolaşmaya başladı. Köylüler onun ilk kez at sırtında köylerine geldiğini gördüklerinde,

Yazının Devamını Oku

Depremin ardından

31 Ekim 2011
Merhabalar sevgili okurlar. Bildiğiniz gibi, geçtiğimiz Pazar büyük bir felâket yaşandı ülkemizde.

Güzel ilimiz Van ve çevresi büyük bir depremle sarsıldı. Bu depremin acı haberi ise tüm Türk halkını derinden sarstı. Aslında, bu haberi duyar duymaz bir şeyler yazmak, acımı okurlarımla paylaşmak istedim. Ama sonra düşündüm ve biraz araştırma yaptıktan sonra yazmanın daha doğru olacağına karar verdim.

Yaşanan felâketin üzerinden bir hafta geçti. Artçı sarsıntılar ise hâlâ devam ediyor. Bölge halkı, tahmin edebileceğiniz gibi, oldukça perişan durumda. Peki ya engellilerin durumu? Sağlam insanların yaşamalarının bile çok güç olduğu bu koşullarda engelliler nasıl sürdürüyorlar acaba yaşamlarını?

Konu ile ilgili olarak, deprem nedeni ile bölgeye giden birkaç kişi ile görüştüm. Ne yazık ki engellilerle ilgili hiçbir önlem alınmadığını, engellilere özel bir yardım yapılmadığını öğrendim. Daha net bir bilgi alabilmek için Ankara’daki Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’nı aradım. Ama onların bu konuda bana verecekleri bir cevap yoktu; bölge kriz yönetimini aramamı önerdiler. Bana verdikleri bölge kriz yönetimi telefonlarını bir gün boyunca, ara vermeksizin, aradım. Ankara’dan bana verilen üç telefonun ikisi sürekli meşguldü, biri ise çalıyor ama cevap vermiyordu. Ben de yazımı gazeteci arkadaşlarımdan aldığım bilgilere ve kendi araştırmalarıma dayandırmaya karar verdim.

Doğu Anadolu engelli nüfusunun daha yoğun olduğu bir bölgemiz. Bunun en büyük nedeni ise akraba evlilikleri. Van’da da oldukça fazla sayıda engelli birey yaşıyor. Şimdi bir de deprem nedeniyle yaşanan, çoğunun geçici olduğunu umduğumuz sakatlıklar var.

Normal şartlarda bile temel ihtiyaçlarını karşılamada zorlanan engelliler, acaba bu zor koşullarda ne yapıyorlar?

Anayasa`nın 61. Maddesi’nde, “Devlet, sakatların korunmalarını ve toplum hayatına intibaklarını sağlayıcı tedbirleri alır.” deniliyor. 12 Eylül 2010 tarihili Referandum’da ise; “evet” oylarımızla, “Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz.” ilkesini ekledik Anayasamız’a.

 

Ancak, Van’da engelli çocuklar okula gidemiyor. Aslını isterseniz, Türkiye’nin tüm illerinde okula gidebilen engelli çocuk sayısı inanılamayacak kadar az. Okuyanlar hatırlayacaktır, 22 Ağustos’ta “Hakan Okumak İstiyor” başlıklı bir yazı yazmıştım. Hakan pırıl pırıl bir zekâya sahip, yalnızca kasları hasta olan bir çocuk.

Yazının Devamını Oku

Gözleri görmeyen ressam

28 Ekim 2011
Merhabalar sevgili okurlar. Bugün sizleri resim sanatının büyülü dünyasında gezinmeye, doğuştan görme engelli bir sanatçının neler yaratabildiğini görmeye davet ediyorum.

Eşref Armağan adını sanırım pek çoğunuz duymamışsınızdır. Geçmişte yayınlanan TV programları ve gazete makalelerine rağmen, Armağan fazla bilinen bir kişiliğe sahip değildir. Oysa ki  kendisi, eserleri hem Türkiye çapında hem de yurt dışında çeşitli sergilerde yer almış olan çok özel bir Türk ressamdır.

GÖZLERİ GÖRMEYEN RESSAM / FOTOGALERİ  

Eşref, doğuştan görme engelli bir ressam. Hiç bir zaman gün batımını, baharda yeşeren, çiçek açan doğayı ve onların renklerini görememiş. Ancak, mücadeleci kişiliği ve kararlılığı ona duygularını dile getirebilmek için bir ses, bir anlamda da, görmek için göz kazandırmış.  

Eşref Armağan'ın biyografisi oldukça enteresan:  

Armağan, bundan 52 yıl önce İstanbul'da, Fatih'in çok mütevazı mahallelerinden birinde, dünyaya gelmiş. Ne çocukken ne de yetişkin çağda hiçbir öğrenim görmemiş. Körler alfabesini bile 30'undan sonra öğrenmiş. 6 yaşında, boş bulduğu kâğıtlara, dokunduğu nesneleri çizmeye başlamış. İlk tablosunu ise 14'ünde yapmış. 18 yaşında önce parmakları ile kâğıt üzerine, sonra da kartona yağlı boya ile resim yapmaya başlamış. Yağlı boyadan da akrilik boyaya ve tuvale geçmiş. Böylece, elleri artık onun gözleri olmuş. Görmemesine rağmen çizdiklerinin bu denli gerçeği yansıtması, resim yapmanın onda bir tutkuya dönüşmesini sağlamış. 

Eşref Armağan, kendi kendine dünyada başka hiçbir kimsenin kullanmadığı bir resim tekniği geliştirmiş. Resim yaparken mutlak sessizliğe ihtiyaç duymakta ve kendini böylelikle yapacağı resmin “içinde” hissetmek istemekte. Öyle ki bir deniz resmi yaparken “acaba can yeleği giymeli miyim?” diye düşünebilmekte.

Armağan, önce, bir “Braille” (Körler alfabesi) kalemi kullanarak yapacağı resmin konturlarını çiziyor. Bu resim eğer erişilebilir bir obje ise onu parmaklarıyla hissediyor; daha soyut resimler için ise tariflerle yetiniyor. Tatmin edici bir sonuca ulaştıktan sonra, yağlı boyaları elleriyle tuvale taşıyor. “Fırça kullanırsam boyaları hissedemem” diyor. Boyaları kullanırken her seferinde sadece tek renk kullanıyor, aksi halde boyalar birbirine bulaşabilir. İkinci rengi kullanmadan evvel bir önceki renk tabakasının tamamen kurumasını bekliyor. Bu işlem, iki-üç gün sürebiliyor. Dışarıdan hiçbir yardım almadan geliştirdiği bu resim metodunu sadece Eşref Armağan kullanabiliyor. 

Armağan’ın hiç görmediği nesneleri dokunduktan sonra resmedebilme yeteneği Harvard Üniversitesi nöroloji bilim dalı profesörlerinin dikkatini çekmiş ve kendisinin beyin yapısını incelemişler.  Sonuçta, Eşref Armağan’ın beynini gören insanlar gibi kullandığını fark etmişler. Sonuçlara göre, Armağan'ın beyni, körlerin de görsel hafızaya sahip olabileceğini kanıtlayabilir. Çünkü, diğer görme engellilerin aksine, Armağan'ın beyninin görsel hafıza bölümü gören birininki gibi çalışıyor. Toronto Üniversitesi'nden John M.Kennedy, Eşref Armağan’ın körlerin eğitimi konusunda önemli bir mihenk taşı oluşturduğunu ve dünyada bu şekildeki tek örnek olduğunu söylüyor. 

Yazının Devamını Oku

Görme engellilere yönelik yenilikler

24 Ekim 2011
Merhabalar sevgili okurlar. 14 Ekim 2011 tarihinde yayınlanan “Engellilere Sağlanan Kolaylıklara Ulaşmak da Kolay Olsa Keşke” başlıklı yazımla ilgili e-postalar almaya devam ediyorum. Anlaşılan o ki, engellilerin çoğu benimle aynı duyguları paylaşıyor bu konuda.

Söz konusu yazımı okumamış olanlara kısaca bilgi vermek için tekrarlamak isterim: O yazıda, engelli raporu, engelli kimliği gibi belgelere ulaşmanın zorluğunu konu almış; bu konuda Devlet’in değişik kurumlarının birbirlerinden kopuk olarak çalıştıklarını ve bu nedenle engellilerin büyük zorluk yaşadığını anlatmıştım.

Bugün sizlerle, Nural Emel Kurtel’in bu konudaki mesajını paylaşmak istiyorum. Sayın Kurtel, bakın neler söylüyor:

“Ayşegül hanım: yazılarınızı internetten sürekli okumaya çalışıyorum.  %100 görme engelliyim. Ben engellilere engel olan bu prosedürlerin düzenlenmesi için Sayın Başbakan’a bir mektup yazmayı düşünüyordum. Acaba sekiz buçuk milyon engellinin sesini duyurabilir miyim diye. Sonra siz aklıma geldiniz. Özürlü kimlik kartı dediler aldık, engelimizin sürekli olduğunu bildiren rapor dediler aldık. Ama her gittiğimiz yerde yok yeni rapor, yok noter onaylı rapor diye diye işlerimizi uzatıyorlar. Bunun bir çaresi olmalı. Sesimizi ancak siz duyurabilirsiniz. Şimdiden teşekkürler ederim.”

Nural Emel Kurtel yalnızca görüşlerini belirtmekle kalmamış; bana da bir görev vermiş. Aslında ben, bu köşede yazmaya başladığım günden beri o görevi yerine getirmeye; engellilerin sesi olmaya çalışıyorum. Ama bugüne kadar görmezden gelinenlerin bir anda fark edilebilir duruma gelmesi mümkün değil. Yolumun çok uzun ve zor bir yol olduğunun farkındayım. Fakat, biliyorum ki, okuyucularımın desteği bu yolu hem kısaltacak, hem de kolaylaştıracak. 

Özürlüler İdaresi Başkanlığı”nın bizlerin hayatını kolaylaştırmak için özveriyle çalıştığını biliyorum. Eminim ki bizlerin engelli raporları ile ilgili sorunumuzu çözmek için de girişimde bulunacaklardır.

Bu arada, görme özürlülerle ilgili iki yenilik haberini paylaşmak istiyorum sizlerle. 

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile Ulaştırma Bakanlığı tarafından başlatılan “Gören Göz Cihazları’’ projesi kapsamında ilk aşamada 5 bin görme engelliye navigasyon sistemi ile sesli yön tarifi yapan cihaz dağıtılacak olduğunu öğrenmiş bulunuyorum. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile Ulaştırma Bakanlığı arasında Gören Göz Cihazları’nın Görme Engelli Vatandaşlara Dağıtılmasına İlişkin bir İşbirliği Protokolü imzalanmış. Söz konusu protokol kapsamında ülke genelinde dağıtımı öngörülen bu cihazların, ilk aşamada pilot uygulama olarak, İstanbul için 3.000 adet, Ankara için 2.000 adet olmak üzere toplam 5.000 adet dağıtılması planlanıyor. Pilot çalışmanın başarılı olması halinde, proje Ulaştırma Bakanlığı Haberleşme Genel Müdürlüğü’nün işbirliğinde ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Özürlü ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü eliyle Türkiye genelinde yürütülmeye devam edecek. Görme özürlü vatandaşlarımızın ulaşımlarında büyük bir kolaylık sağlayacak bir çeşit navigasyon cihazı olan “Gören Göz” cihazı,  ulaşılmak istenen noktaya giden en kısa ve en hızlı yolları belirleyecek ve cihaza entegre edilmiş olan sayısal haritalarla kişinin anlık olarak nerede bulunduğunu sesli olarak kendisine bildirecek. Ayrıca telefon özelliğine de sahip olan bu cihazdan toplu taşıma araçlarında da faydalanılabilecek. Böylelikle görme özürlü vatandaşlarımız hiç kimseye bağımlı olmadan, özgürce ve kendilerine yetecek şekilde yollarını bulabilecek, varacakları yere kolayca ulaşabilecek ve sosyal hayatın içinde yer alabilecekler.

Yazının Devamını Oku

Güvenmeyi öğrenmeliyiz

21 Ekim 2011
Merhabalar sevgili okurlar. Bugün sizlerle, 14 Ekim 2011 tarihinde yayınlanan “Engellilere Sağlanan Kolaylıklara Ulaşmak da Kolay Olsa Keşke” başlıklı yazıma ilişkin olarak aldığım, bir e-postayı paylaşmak istiyorum.

Söz konusu yazımda, okuyanların da hatırlayacağı gibi, engelli raporu, engelli kimliği gibi belgelere ulaşmanın zorluğunu konu almış; bu konuda Devlet’in değişik kurumlarının birbirlerinden kopuk olarak çalıştıklarını ve bu nedenle engellilerin büyük zorluk yaşadığını anlatmıştım.

Bakın, bana gelen e-postanın sahibi Sayın Evrim Günay nasıl anlatmış kendi yaşadıklarını:

“Merhaba Ayşegül Hanım. Yazınızı okudum ve sizin adınıza sevindim. Kendi mahrumiyetimi de anlatmak ve özürlülerin çektiği çileye bir örnek de kendimden vermek istiyorum.

Ben 2003 yılında bir trafik kazası geçirdim. (İçinde bulunduğum şehir içi yolcu taşıyan minibüs devrildi ve ben de ağır yaralandım bu kaza sonucu. 2 büyük ameliyat geçirdim, tedavim yaklaşık 2 yıl sürdü.) Çok acı şeyler yaşadım ve bir hukuk mücadelesine başladım, çünkü kaza sonucu sol gözüm 1,5 cm içeri girdi gözümde hasar var, çift görüyorum. Sadece yaklaşık 5 derece gibi bir açıda tek görüyorum. Mahkemede iş gücü kaybım olduğunu söyledik, mahkeme de beni adli tıbba gönderip iş gücü kaybımı sordu. Adli tıp da  %40,2 oranında iş gücü kaybım olduğuna dair rapor verdi. (Raporda 6 profesör - 4 doçent imzası var) Özürlü olduğum için haklarımdan yararlanmak istedim ve İş-Kur’a, SSK’ya başvurdum. Aldığım cevap: Adli tıptan alınan raporlar geçerli sayılmıyormuş, devlet hastanesinden almak gerekiyormuş, adli tıp Sağlık Bakanlığı’na bağlı değilmiş çünkü. İş-Kur’an aldığım bilgi aynen böyle. Adli tıp, hatta GATA’dan alınan raporlar dahi kabul edilmiyormuş. ‘Git yeniden al’ dediler. Bu raporları almanın ne kadar zor ve insanı yoran bir süreç olduğunu siz de biliyorsunuz. Rica etsem, bunu da köşenizde yazar mısınız? Benim gibi binlerce mağdurun sesi olur musunuz? ADLİ TIP – GATA - DEVLET HASTAHANELERİ, HEPSİ TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NE BAĞLI DEĞİL Mİ? Lütfen bu konuda da yazın ve bizim şu mağduriyetimizi çözün lütfen.”

Evet, işte böyle anlatmış Sayın Günay yaşadıklarını ve benden de bir istekte bulunmuş. Şimdi ben de buradan tüm yetkili mercilere seslenmek istiyorum.

Engelli olmak ve engelli olarak yaşamak çok güç.

Yazının Devamını Oku