Paylaş
Şu genetikbilim sayesinde insanı kavramak ne kadar kolaylaştı değil mi? Düşündüğü, ruh taşıdığı için doğanın en komplike yaratığı gibi görünen insan, genetik programına göre yaşayan bir robot olup çıktı sanki. İşte bu ortamda dünyanın en ünlü karınca uzmanı, sosyal bilimlerle insanı genlerinin esiri gibi gösteren biyolojinin uzlaşmaya varmasını öneriyor.
Karıncalar aynı insanlar gibi doğanın en savaşçı varlıkları. Hatta bizden ileriler. Dünyanın en ünlü karınca uzmanına göre, ellerinde nükleer silah olsa, dünyayı bir haftada yerle bir ederler.
Bu ünlü karınca uzmanı, iki Pulitzer ödüllü Harvard profesörü Edward O.Wilson. Aynı zamanda sosyal biyolojinin babası. Yani insan davranışlarını evrim süreci içindeki biyolojik argümanlarla açıklayan bilim dalının kurucusu.
Karıncadan söz etmemin nedeni, DreamWorks'un önümüzdeki günlerde vizyona girecek Antz adlı karınca filmi değil. Tamamen tesadüf eseri, bilim dünyasının en çok tartışma yaratan üyelerinden biri olan Wilson'un geçenlerde yayınlanan yeni kitabıyla bu film aynı döneme denk düştü. Kitabın adı ‘‘Bilginin Birliği’’. Wilson yeni yapıtında bilimin giderek branşlara ayrıştığı ortamda doğa bilimleri ve sosyal bilimlerin birleştirilmesini, bir senteze varılmasını öneriyor.
İncil'i baştan sona okuyan ender ateistlerden olan Wilson, sıkı bir Darwinci. İşe karıncaları inceleyerek başlayan Wilson karıncaların sosyal davranışlarının genetik olarak nasıl programlandığını deşifre ettikten sonra 1975'de ‘‘Sosyobiyoloji’’ adlı kitabını yayınlamış ve insan davranışlarını biyolojik nedenlere indirgediği için büyük tepki çekmişti. Liberaller faşistlik ve ırkçılıkla; feministler de cins ayrımcılığıyla suçlamıştı Wilson'ı.
KALITIM TUTSAKLARI
Genetikbilimciler, psikiyatri uzmanlarının yıllardan beri yanıt aradığı eski sorulara yeni yanıtlar getiriyor ve ruhbilimcileri deli ediyorlar. Alkolizmden eşcinselliğe, şiddet düşkünlüğünden şizofreniye kadar her türlü defoyu, buldukları bir genle açıklıyorlar.
Biyoloji korkunç bir egemenlik kuruyor ve insanı salt genlerinin esiri olarak yaşayan, genlerine yazılı kader çizgisini izleyen biçare bir nesne konumuna düşürüyor. Sosyal bilimciler ise insan davranışlarının salt biyolojik temelde çözümlenmesine karşı çıkıyor ve biyolojik köklerin kültürel etkilerle yeni biçimler aldığını savunuyorlar.
İşte Wilson bu noktada bir sentez, bilimde bütünsellik öneriyor. Darwinist pozisyonunu yine koruyor, insanı evrim sürecinin geçiş dönemlerinden biri olarak tanımlıyor; ancak genetikbilimin hegemonyasına da kesinlikle karşı çıkıyor. İnsanların gen programına göre robot gibi yaşayan yaratıklar olmadığını düşünüyor. Wilson'a göre insan ne tamamen içgüdüleriyle yaşayan bir yaratık, ne de hesap kitapla hareket eden bir makine. Yani ikisinin arasında bir yerde duruyor. Ancak sanattan toplum yaşamına kadar birçok alanda biyolojik dürtüleriyle hareket ediyor. Örneğin:
Maymundan insana bütün canlılar beyinlerinin boyutuyla doğru orantılı bir gruplaşma içinde yaşıyorlar. Beyin ne kadar büyükse topluluk da o kadar büyüyor. İnsan beyninin hacmi, 150 sayısını karşılıyor.
Sanatın doğuşu da kültürel olmaktan çok insanın biyolojik doğasıyla ilgili. Wilson'a göre sanat doğal seleksiyonun bir ürünü. İlk insanlar doğada yaşadıkları deneyimleri mağara duvarlarına aktararak doğal çevresi içinde kontrolü ele geçirdiğini, güçlü ve üstün olduğunu düşünüyordu.
İnsanların çiçek sevgisi de biyolojik kökenli. Şöyle anlatıyor Wilson: ‘‘Kime sorsanız çiçekleri güzel olduğu için sevdiğini söyler. Oysa ki, çiçek meyvenin varlığıyla ilgili bir sinyaldir. Yani geleceğe dönük bir çıkar söz konusudur. Bu nedenle çiçek sevmek iyi bir stratejidir.’’
MARKSİST KARINCALAR
Ekonomistlere de bulaşıyor Wilson. Ona göre, insan doğasını hemen hemen hiç dikkate almayan ekonomistler yaptıkları işten kesinlikle anlamıyorlar; ‘‘Soyut kavramları bırakın, karıncalar nasıl yaşıyor ona bakın’’ diyor. Çünkü onlar da aynı insanlar gibi büyük yapılar oluşturuyor ve bunu yaparken sosyal adaleti korumayı da başarıyorlar.
Antz filmi daha vizyona girmediği için görmedim ama, okuduklarıma göre işçi karıncalardan biri filmde şöyle bir laf ediyor:
‘‘İşçiler üretim araçlarının kontrolünü ele geçirdi...’’
Paylaş