Selülit özel hayata girer güzel endam ise bilgi edinme hakkına
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Monako Prensesi Caroline’in AİHM’deki davayı kazandığı günden beri Avrupalı basın hukukçuları şu sorunu çözmeye çalışıyor: Avrupa İnsan Hakları Konvansiyonu’nun sekizinci ve onuncu maddeleri arasında nasıl denge kurulur?
Prensese dava kazandıran sekizinci madde özel hayatı; onuncu madde ise bilgi edinme hakkını koruma altına alıyor. Peki sekizinci nerede bitiyor, onuncu madde nerede başlıyor? Bir İngiliz hukukçuya göre, iki temel hak arasındaki dengenin sırrı şu: Selülitli bacaklar sekizinci maddeye, objektife hazır endamlar ise onuncu maddeye giriyor.
Peter Ustinov 1961 yapımı Romanoff ve Juliet filminde şu meşhur lafı etmişti: ‘Burası özgür bir ülkedir, madam. Sizin özel hayatınızı kamuya açık alanda paylaşma hakkına sahibiz.’
Hayır, artık böyle bir hakka sahip değiliz. Dönüm noktası niteliğinde iki mahkeme kararı bu anlayışı sona erdirdi. Bundan böyle zerzevat alışverişi yapan bir ünlünün resmini gazeteye basmak suç teşkil edebilir.
Avrupa basın hukukundaki milat süper model Naomi Campbell’in zaferiyle başladı. İngiliz Daily Mirror gazetesi 2001 yılında, Campbell’i uyuşturucu terapisinden çıkarken gösteren fotoğrafı basmış, model de dava açmıştı. Geçen Mayıs ayında Lordlar Kamarası, gazetenin bu yayınla özel hayatı belirli ölçüde ihlal ettiğine karar verdi. Gazete, Naomi’nin uyuşturucu tedavisi gördüğünü yazabilir, ancak gizlilik ilkesinin geçerli olduğu Narcotics Anonymous adlı merkezdeki grup terapisini ifşa edemezdi.
Prenses Diana’yı ölüme gönderecek kadar şöhret kovalamaya meraklı olan İngiliz tabloid basını bu kararla yıkıldı, ancak yılmadı. Takip canavarı paparazziler ünlü kovalamaya devam etti.
Amerikalı sinema oyuncusu Gwyneth Paltrow da geçenlerde yeni doğmuş bebeği Apple’la birlikte böyle bir kovalamacaya maruz kaldı. USA Today gazetesine konuşan oyuncu, ‘Londra’da arabalarla insanları takip ediyorlar. Hepsini dava edeceğim. Beni hızlı araba kullanmaya zorlayarak çocuğumun hayatını tehlikeye attılar’ diyordu. Paltrow, mesleğiyle ilgili bir faaliyet içinde olmadığı sürece, kimsenin suratına kamera tutamayacağını söylüyordu.
İngiliz hukukçulara göre ise Paltrow’un mevcut yasa çerçevesinde hakimden alacağı yanıt şuydu: ‘Çocuğunuzun hayatını tehlikeye atmak istemiyorsanız, siz de yavaş sürün ki, basın mensupları fotoğrafınızı rahat çekebilsinler.’
Ancak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin özel hayatla ilgili tarihi kararından beri hakimlerin basın özgürlüğünü kollarken artık iki kere düşünmesi gerekiyor.
KAMU ÇIKARI YETMEZ
1991 yılından kalma hesap, geçen temmuz ayında AİHM tarafından karara bağlandı. Prenses Caroline’in gündelik yaşantısından fotoğrafları basan Alman dergilerine yasak getirmeyen Alman Anayasa Mahkemesi, AİHM’deki davada suçlu bulundu. Prenses bu resimlerde kamusal görevlerini yerine getirirken değil; ata binerken, çocuklarını okuldan alırken, müstakbel kocasıyla gezinirken, lokantada yemek yerken, alışveriş yaparken görünüyordu. Bu görüntüler prensesin özel alanını yansıtıyordu. Ve Avrupa İnsan Hakları Konvansiyonu’nun sekizinci maddesi bu alanı koruma altına alıyordu.
Aynı sözleşmenin onuncu maddesi, basının bilgi edindirme hakkını teslim ediyordu ama, Avrupa mahkemesi, prensesin özel hayatıyla basın özgürlüğü arasına bir sınır çekmişti. Oysa Alman mahkemesi, ‘çağdaş toplumun önemli bir figürü’ olduğu gerekçesiyle prensese orta karar bir özel hayat biçmiş ve sadece çocuklarının göründüğü resimlerin yayınını engellemişti. AİHM’ye göre ise prenses, çok tanınmış biri olmasına karşın, kamuya açık alanda bile özel hayat hakkına sahipti. Hatta daha da öte, prensesin toplum içinde nasıl hareket ettiğini merak eden kamunun çıkarı olsa bile bu hakka sahipti. Fotoğrafların basılabilmesi için, bunların demokratik bir toplumda tartışma yaratacak nitelik taşıması gerekiyordu.
ALMANYA’YA BASKI
Basının şöhretlerin özel hayatına nüfuz edebilme lüksünü sınırlandıran bu karar, Fransa’daki yasayla hemen hemen paraleldi, ancak İngiltere açısından sorun yaratıyordu. İngiliz Basın Şikayet Komisyonu ve mahkemelerin başvuruları incelerken, AİHM kararını da dikkate alması gerekiyordu.
Ancak İngiliz basın hukukçularına göre bu şartlarda, basın özgürlüğünün ihlal edilmemesine imkan yoktu ve hálá bir umut vardı. Almanya’nın AİHM kararına Büyük Mahkeme’de itiraz için üç aylık süresi bulunuyordu. Süre geçen hafta doldu ve İngiliz medyasından gelen bütün baskılara rağmen Almanya itiraz hakkını kullanmadı. Oysa itiraz kabul edildiği takdirde, dahili temyiz mekanizması çerçevesinde, aynı mahkemenin farklı bir yargıç heyeti davaya yeniden bakacaktı. Bu ihtimal ortadan kalktığına göre şimdi ne olacak? İngiltere’deki hukukçu görüşleri muhtelif. Bir kere, Avrupa’daki özel hayatı koruma yasaları arasında hayli derin farklar bulunduğu için, tek bir mahkeme kararının bunları uyumlu hale getirecek mekanizmayı tetiklemesi pek olası görülmüyor. Çünkü AİHM kararıyla kısıtlanan basın özgürlüğü anayasal bir hak.
Şimdi özel hayat ile basın özgürlüğü arasına nereden sınır çekileceği tartışılırken, İngiliz basın hukuku uzmanı Amber Melville-Brown iki hak arasındaki hassas dengeye pratik bir açıklama getiriyor: ‘Ter lekeleri, selülitler ve vücuttaki sarkmalar sekizinci maddeye girer. Şımarık primadonnaların, objektiflere hazır olduğu an çekilen fotoğraflar ise onuncu maddeye.’