Namus cinayetleri biyolojik bir sapkınlık olabilir mi

Irak’ın kuzeyinde zavallı bir Yezidi kızcağız, Sünni bir oğlanla ilişkisi yüzünden taşlanarak linç edildi. İsrail’de bir Dürzi, yine Sünni bir oğlanla geziyor diye yeğenini öldürdü.

Kızların biri Yezidi, diğeri Dürzi. Her iki grup da Sünnilere göre din dışı. Kızların canına kıyanlar ise kendi cemaatleri, aileleri. Bu dehşet verici cinayetler, dünya basını tarafından İslam ambalajı içinde paketlenip sunuluyor. Sanki İslam inancı gereği kadınların canına kıymak normmuş gibi bir hava esiyor. Ancak "sözde namus" cinayetlerinin inanç kökenli olmadığını savunanlar da var. Harvard Üniversitesi’nden evrim biyoloğu Marc Hauser’e göre aslında insanlar genetik olarak evrensel bir ahlak anlayışına sahip, ancak geçirdikleri evrim, bu anlayışı farklı sosyal normlara dönüştürüyor ve namus cinayetlerinin inanç sistemi ile hiçbir ilgisi bulunmuyor.

Şu Amerikalıların saf bir tarafı var. Farklı coğrafyalarda yaşayan insanların Amerikan usulleriyle tanışır tanışmaz kendilerine benzeyeceğini sanıyorlar. Benzemeleri halinde hayatlarının kurtulacağına da samimiyetle inanıyorlar.

17 yaşındaki Dua Halil Asvad’ın Musul’da "sözde namus" lincine kurban gitmesiyle ilgili haberleri okuyorum Amerikan medyasından. Muhafazakar bir web sitesinde "İşte görüyor musunuz, hálá bizim gibi değiller. Gencecik Kürt kızını taşlayarak öldürdüler" diye yazıyor biri. Iraklı Kürtlerin işgalci zevatla dirsek temasından ötürü şıp diye Amerikan kişilik kodlarına sahip olacağını zannedenlere cevaben.

Nijerya, Pakistan, İran, Suudi Arabistan, Somali ve Sudan’da da kadınların taşlanarak öldürüldüğünü, Kürtlerin de aynı onlar gibi kadınlara kıyan Müslümanlar olduğunu yazıyor.

Doğru. Onlar Kürt ve kadınlarının canına kıymaya devam ediyorlar. Türkiye’de de, Avrupa ülkelerinde de, Irak’ta da kıyıyorlar. Peki işledikleri cinayetlerin kökeninde yatan neden, İslam inancı mı?

Yoksa bu cinayetler kültürel birer facia mı? Ya da kitlesel bir histeri mi?

Voice of America’nın haberine göre, Musul’daki linç vahşeti görüntüsünün cep telefonlarına zincirleme sirayet etmesi üzerine Irak’taki Kürtler arasında namus cinayetleri aniden patlıyor. Erbil’deki kadın merkezinin başında bulunan Çilura Hardi, "O cep görüntüsü, fiile bir çeşit meşruiyet kazandırdı. Söz dinlemeyen, yan bakan, zorla evlendirilmek istemeyen kızlar birer birer ortadan kaldırılıyor" diyor.

Zaten her yıl yüzlerce Kürt kadını namus adına öldürülüyor, kimileri de üzerlerine benzip döküp kendini yakıyor. Onların ölümü "kaza" olarak geçiyor kayıtlara.

Musul’da kendi cemaatinden din adamlarının kışkırtmasıyla öldürülen kız, bir Yezidi Kürt. Bir güruh ev basıyor, kızı meydana sürüklüyor ve yarım saat taşlayarak linç ediyor. Kızın flört ettiği çocuk Sünni Kürt.

Geçen 7 Nisan’da meydana gelen bu vahşet, cep telefonuyla çekilen recm görüntüsünün internete düşmesiyle birlikte henüz yeni ortaya çıkıyor. Dua’nın Sünni İslam inancını kabul etmesi nedeniyle öldürüldüğü dedikoduları dolaşıyor. İki dini grup asırlardır bir arada yaşıyor. Ancak şimdi İslamcı web sitelerinde, Müslüman olmak isteyen bir kızı öldürdükleri için Yezidilere saldırı çağrıları yayılıyor ve çalışmaya giden 23 Yezidi işçi, Sünniler tarafından otobüsten indirilerek öldürülüyor.

İnanç ya da mezhep çatışması yüzünden, nedeni ne olursa olsun kadınlar can veriyor. Her yıl dünyada 5 bin kadın sözde namus cinayetlerine kurban gidiyor. Namus cinayetlerinin Kürt kültürünün ürünü olduğunu savunanlar olsa da, bu tez resmin tamamını açıklamıyor. Öyle olsa, Pakistan ya da Ürdün’de, erkeklerin sapık namus anlayışının kurbanı olan kadınları hangi kategoriye yerleştireceğiz?

Demek ki başka bakış açıları da gerekiyor.

GENETİK BAKIŞ

İnsan davranışlarına genetik ve biyoloji açısından bakmak hafiften mayın tarlasıdır. Kolaylıkla ırkçılık eşiğini aşabilir, bir grubu ötekileştirebilirsin. Amerikan Harvard Üniversitesi’nden Marc Hauser’ın bakış açısı da biyolojik ve tehlikeli. Ancak yine de, inanç sistemleri dışında bir bakış açısı getirdiği için ele almaya değer.

Hauser son kitabında (Moral Minds: How Nature Designed our Universal Sense of Right and Wrong), ahlak ve namus anlayışının din eğitimi ile öğrenilen bir şey olmadığını, ahlakın temel şifrelerinin DNA’mızda bulunduğunu söylüyor. Kalıtım yoluyla geçen yargılar, bilinç dışı bir süreç tarafından yönlendiriliyor ve bu bilinç dışı sistemin dini doktrinlere karşı bağışıklığı bulunuyor.

Peki bu sonuca nasıl varıyor? Çeşitli topluluklardan insanlara şu soruyu yöneltiyor: "Bir hastanede organ bekleyen beş hasta var ve sağlıklı bir adam hastaneye geliyor. Bu beş kişinin hayatını kurtarmak için sağlıklı adamı öldürmek ahlaklı bir davranış mıdır?" Denekler "hayır" yanıtını veriyor.

Bir başka soru daha soruyor: "Başıboş bir vagon raylarda hızla ilerliyor. Az sonra beş kişiyi öldürecek. Sadece bir kişiyi öldürecekse makas değiştirmeyi ahlaklı bulur musunuz?" Deneklerin çoğu "evet" yanıtını veriyor.

Farklı kökenlerden gelen insanlar ortak bir adalet duygusu taşıyor. Beş kişiyi kurtarmak için bir kişinin organlarına çullanmayı ahlak dışı buluyor, ancak diğer örnekte beş kişiyi kurtarmak için bir kişiyi feda edebiliyor.

Toplumları yöneten ahlak kurallarının kültürden kültüre değişmesini ise öğrenmeye değil, Darwin’in "güçlü olan hayatta kalır" tezine bağlıyor Hauser.

İnteraktif insan grupları, karşılıklı güven duygusunun oluşması halinde daha iyi işliyor. Zaman içinde işbirliği ve güven esasına dayalı topluluklar hayatta kalmayı başarıyor. İnsanlığın ortak ahlak dürtüsü, o toplumun geliştirdiği kültürel iklim içinde değişip bir sosyal norma dönüşüyor.

Kimi toplum, eşini başka biriyle yakalayınca kontrolsüz bir öfkeye kapılarak cinayet işleyen kişiyi kısmen mazur görürken, kimi kültür en masum hafifliği şiddetle cezalandırıyor. Hauser’e göre sosyal kural değişse bile, temeldeki ahlak ilkesi sabit kalıyor.

Tabii bu çok tartışmalı bir teori, çünkü insan davranışlarını biyolojiye indirgeyip iradeden soyutluyor.
Yazarın Tüm Yazıları