Son 30 yılın komünizmden sonraki en ürkünç sözcüğü artık kimseyi korkutmuyor. Erkekler feminizmden korkmuyor; Bill Clinton hiç korkmuyor. 68 kuşağı eski tüfek feministler bugünlerde görüşlerini revizyondan geçirip, kadın hareketinin son otuz yılını inceleyen kitaplar yazıyor. Ve hepsi de aynı şeyi söylüyor: Cinsiyetler arasındaki savaş, 30 yıl öncesine göre daha da şiddetlenmiş bulunuyor. İş hayatı ve toplumsal yaşamda güçleniyormuş gibi görünen kadın aslında kaybetmeye devam ediyor. İngiliz feminist hareketinin öncülerinden Ann Oakley ile Juliet Mitchell'in hazırladığı ‘Kim Korkar Feminizmden?’ geçenlerde yayınlandı. Bu kitapta yer alan denemeler, kadının baskı ve zulüm altında ezildiği ve erkekler dünyasının kurbanı olduğu temasını işliyor. İş hayatında erkeklerle eşitliği yakalayan kadınlar da kaybedenler kategorisinde yer alıyor. Çünkü işte çalıştıkları gibi, ücretsiz ev işi ve çocuk bakımını da üstlendikleri için omuzlarındaki yük ağırlaşıyor.Avustralya doğumlu İngiliz feminist Germaine Greer de ‘The Whole Woman’ (Kadının Tümü) adı altında revizyon niteliğinde bir kitap hazırlıyor. Kitabın temel felsefesini şu görüş oluşturuyor: Kadın sorunları 60'lardan bu yana tam tersine döndü. 1968'lerde kadınların herhangi bir mazeret göstermeden ‘hayır’ deme hakkı vardı. Kadın o günlerde ‘evet’ hakkı için mücadele ediyordu. Oysa bugün, erkeklerin istediği herşeye ‘evet’ demek yükümlülüğü altındalar. 1973'te kaleme aldığı ‘The Female Eunuch’ adlı kitabıyla çığır açan Greer, o tarihlerde cinsel özgürlük adına kadınlara ‘dişi harem ağaları’ olmalarını öneriyordu. Çocuklar babasız komünlerde büyütülecek, kapitalist devletin başlıca tüketicileri olan kadınlar, örneğin çamaşır makinelerini ortaklaşa kullanarak bu alanda da özgürleşeceklerdi. Ama, hepsi de teoride kaldı. Zaten hiçbir kadın her erkeğe ‘evet’ diyecek kadar aptal değil. Greer'e göre cinsel özgürlük kadınların dilediği erkeğe ‘evet’ demek hakkından geçiyordu. Greer'in 1968 yılında Oxford Üniversitesi'nde verdiği bir konferansı 0dinleyen gençler arasında, o günlerin militan öğrencisi Bill Clinton da vardı. Clinton, ‘evet’ hakkını çok tutmuş olmalı ki, bugün nerede bir kadın görse pantolon indirip duruyor. İşte bu yüzden de Amerikan feminizmi son derece paradoksal bir süreçten geçiyor. Feminist cephe Bill Clinton'ın seks skandalları yüzünden için için kaynayan bir kazanı andırıyor. Feminist destekle başkan olan Clinton, kürtaj ve diğer bazı sosyal konularda kadınların yüreğini okşayan politikaları sayesinde cephenin iplerini elinde tutuyor. Bu nedenle en ufak bir cinsel taciz olayında kıyameti koparan kadın kuruluşlarının hiçbiri Başkan'a karşı sesini yükseltemiyor. Clinton'ın ABD tarihinde ilk kez dışişleri ve adalet bakanlıklarına birer kadını getirmesi de çok büyük bir kazanım sayılıyor. Aralarında Erica Jong'un da bulunduğu 10 feminist, New York Observer Gazetesi'nin düzenlediği değerlendirme oturumunda, Clinton'ın tepeden tırnağa son derece kanlı-canlı, şirin bir yaratık olduğuna karar verip, Başkan'ı temize çıkarıyorlar. Vanity Fair Dergisi'nin mayıs sayısında yer alan Marjorie Williams imzalı yazıda ise bütün bu gelişmeler, siyasi oportünizmin çirkin ve utanç verici gerçekleri olarak niteleniyor. Feminist yazar ve akademisyen Camille Paglia da, Clinton'ın kadınlara son derece onur kırıcı davrandığını belirterek, Başkan'ı koruyan kadın kuruluşlarını davaya ihanetle suçluyor. Feminist Çoğunluk adlı lobi grubunun başkanı Eleanor Smeal ise ‘Artık cinsel tacizin ne olduğunu okullarda öğretmenin zamanı geldi’ diyerek diğer grupları eleştiriyor. Adı artık Amerikan feminizmiyle özdeşleşen ‘Bayan Feminizm’ lakaplı Gloria Steinem ise Clinton skandallarına ilişkin görüşüyle kazanı iyice fokurdatıyor: Şöyle diyor Steinem: ‘Clinton’ın yaptığı taciz sayılmaz, çünkü Paula Jones ve Kathleen Willey'in (hani Başkan'ın pantolon indirdiği ikinci kadın) hayır istemiyorum yanıtı üzerine teklifinde ısrar etmemiş...'Galiba Greer yanılıyor. Baksanıza Amerikalı kadınlar Başkan'a bile ‘hayır’ diyebiliyor.