Einstein vermiş: ‘‘Güzel bir kadınla geçirdiğiniz iki saat size iki dakika gibi gelir. Kızgın bir fırın üzerinde oturduğunuz iki dakika ise iki saat gibi. İşte relativite budur.’’Sanırım biz Türklerin çok önemli bir izafiyet sorunu var. İstanbul trafiğinde geçirilen saatleri umursamadığımıza göre biz bu izafiyet teorisini pek anlamıyoruz. İstanbul trafiğinin hoş bir tarafı yok ki, iki saatlik köprü geçişi iki dakika gibi gelsin. İstanbullular olarak trafikte ve kuyruklarda beklerken ya da bürokrasiyle uğraşırken ne kadar vakit harcadığımızı gösteren bir araştırma var mı bilmiyorum. Ama, İngiltere'de yapılan bir araştırmaya göre, insanlar haftada yedi saat 24 dakikayı trafik ve kuyruk benzeri lüzumsuz işlerle uğraşarak geçiriyormuş. Londra'da trafik tıkanıklığı yüzünden harcanan zaman bir saat 30 dakika (dikkat, bu haftalık rakam. İstanbul'da ise ancak günlük olabilir); geri kalan zaman kaybı da, bürokrasi, amaçsızca dükkan gezme, mağaza ve bankalarda kuyruk bekleme, otobüs, tren veya taksi bekleme arasında aşağı yukarı eşit şekilde dağılıyor. Bu beklemelerin insan sağlığı üzerindeki kısa vadeli etkileri, adrenalin salgılama, kalp çarpıntısı, başağrısı, öfke ve konsantrasyon yitimi şeklinde kendini gösteriyor. Uzun vadeli etkiler ise aşırı stresten kaynaklanan yüksek tansiyon, kalp hastalığı ve depresyon şeklinde sıralanıyor.Aklımı uzun zamandır kurcalayan, İnsanların İstanbul trafiğine ve banka kuyruklarına nasıl katlanabildiği sorusunun yanıtını da içeriyor bu araştırma. Meğerse bu tür fuzuli zaman kayıplarına herkes aynı tepkiyi vermezmiş. Anormal tepki verenler ise (bir kere köprü trafiğinde ağlamıştım) ‘‘Low Frustration Tolerance’’dan musdaripmiş. Uzmanlara göre ‘‘boş uğraşa karşı düşük tolerans’’ gösteren bu tip insanları çıldırtan şey, yaşanan olayın kendisi değil, zaman kaybı düşüncesinin yarattığı dayanılmaz stres. Zamanla ilgili başka bir araştırma ise çeşitli kültürler arasındaki saat anlayışı farkıyla ilgili. Tam 31 ülkede insanların yaşam temposunu inceleyen Amerikalı sosyal psikoloji uzmanı Robert Levine, gözlemlerini ‘‘Zamanın Haritası’’ adlı kitapta toplamış. Levine'in incelemesi, yayaların yürüme hızından sokaklardaki saatlerin dakikliğine, postane memurlarının çalışma hızına kadar birçok alanı kapsıyor. Levine'in değerlendirmesine göre bir kere zengin ülkelerin halkı, yoksul ülke insanlarından çok daha farklı bir ritmde yaşıyor ve dünyanın zaman bilinci en yüksek ülkesi olarak da İsviçre birinci sırada yer alıyor. Zaten en iyi saatleri de onlar yapıyor. İsviçre'yi Almanya, İrlanda ve Japonya izliyor; ABD ise 16'ıncı sırada yer alıyor. İncelemeye tabi tutulan ülkeler arasında zamanı en kötü kullananlar ise Meksika, Brezilya ve Endonezya. Brezilya'da konuk profesör olarak görev yapan Levine, bu ülkedeki saatlerin tamamının yanlış olduğunu ve bu durumun kendisi dışında kimseyi rahatsız etmediğini iddia ediyor. Tabii bir de saat kavramıyla hiç ilgisi olmayan kültürler var. Levine'e göre bugün dünyanın büyük bölümü zamanın gerçek ölçüsünden habersiz yaşıyor. Örneğin Burundililer yaşamlarının akışını ineklerin otlağa yayılma ve su içme vakitlerine göre ayarlıyor. Eğer bir inek su içiyorsa, zamanın mutlaka öğle saatlerini göstermesi gerekiyor.Levine, ABD ile Avrupa arasında da zaman kavrayışının farklı olduğunu belirtiyor. Ben pek inandırıcı bulmadım ama, Levine'in kitabına göre, hızlı bir Avrupa turuna çıkan bir Amerikalıya hangi ülkede olduğu soruluyor. Bunun üzerine cebinden minik bir takvim çıkaran Amerikalının verdiği yanıt şu oluyor:‘‘Bugün salı - öyleyse burası Belçika.