Alzheimer’li yakını olanlar bilir, o hastalık içi boş bir "bunama" kavramıyla anlatılamaz. İnsanın beyni kendi varlığını unutur, hayatının eseri hafızasından silinir, hatıraları kahpece çalınır. Onlara bakmak çok zor, çok acı vericidir.
Kendisine ya da bir başkasına zarar vermesini önlemek için bebek gibi 24 saat esirgemeniz gerekir ki, insanın gücü yetmez, tükenir. ABD gibi yüksek Alzheimer’li nüfusuna sahip gelişmiş ülkelerde, maliyetli olmasına karşın hastaları ve yakınlarını rahat ettirecek çok huzurevi var. Ve şimdi o huzurevlerinin sakinleriyle ilgili ilk kez gün ışığına çıkan yeni bir tartışma var. ABD’nin ünlü Yüksek Mahkeme yargıcı Sandra Day O’Connor’ın, Alzheimer hastası kocasının kendisini huzurevinden bir kadınla aldattığını kamuoyuna açıklamasıyla başlıyor tartışma. Acaba hatıralarını kaybeden o insanlar birbirine gerçekten aşık oluyor mu? Eğer öyleyse, bu yeni aşklar evdeki eşlere ihanet sayılır mı? Yoksa o el ele tutuşmalar, unutuş girdabındaki insanların hayata tutunma çabası mı?
Sandra Day O’Connor, ABD Yüksek Mahkemesi’nin ilk kadın yargıcı. Görevde olduğu dönemde, Condoleezza Rice, Hillary Clinton ve Laura Bush’tan sonra ABD’nin en güçlü kadını olarak gösteriliyor. Geçen yıl, aniden mahkeme üyeliğinden çekiliyor. Çünkü 77 yaşındaki kocası John O’Connor, 17 yıldır Alzheimer hastası ve onunla daha yakından ilgilenmek istiyor.
Aradan bir yılı aşkın zaman geçiyor ve geçenlerde oğlu Scott bir TV kanalına çıkıp haberi veriyor: "Babamın, Arizona’daki huzurevinde bir başka kadınla ilişkisi var. Orada mutlu bir hayatı olduğu için annem çok sevinçli, çok rahatladı. Aldatılmış olmaktan ötürü bir şikayeti yok."
John O’Connor’ın romantik ilişki içinde olduğu kadın da Alzheimer hastası. Bu ilişki öncesinde feci derecede depresif, intihardan söz ettiği de oluyor. Ancak yeni aşkıyla birlikte değişiyor.
Emekli yargıç O’Connor, hiç konuşulmayan bir konuya dikkat çekmek için kendi özel hayatını kamuoyuna açıyor. Doğrudan yorumda bulunmadan, oğlu aracılığıyla. Böylece tartışma başlıyor. New York Times’ın bloglarından birinde, Alzheimer hastası yakını olanların benzer hikayelerini okuyorum. Nasıl da içlerini açıyorlar, bellekleri eriyen anne, baba ya da eşlerin ellerinden kayıp gittiğini nasıl da yürek burkan satırlarla anlatıyorlar.
Gülümseten hikayeleri aktarayım. Kadınların çoğunlukta olduğu bir huzurevinde Walter isimli bir kadın fatihi var. Her gün bir başka kadını baştan çıkarıyor, ertesi gün unutuyor. Hanımlar da Walter gibi Alzheimer hastası, onlar da unutuyorlar. Kimse aşk acısı çekmiyor.
Alzheimer hastası için her yeni dakika, önceki dakikaları unuttuğu için yeni bir sürpriz demek. Bir kadının kaleminden, hasta babanın huzurevi hikayesi: "Babam, kendisi gibi hasta bir ressama aşık olmuştu. Kadının odasında yaptığı tablolar asılıydı. O, resimlerini her gün yeniden gösterir, babam da her gün yeniden hayran olurdu tablolara. Birbirlerinin isimlerini bile hatırlamazlardı. Ancak bütün gün el ele oturur konuşurlardı."
Bir başka kadın hikayesi: "Hemşireler bir gece annemi bulamamış, her yere bakmışlar. Sonunda karşı oda komşusu Charlie ile birlikte uyurken bulmuşlar. Tabii babama söylemedik..."
"Babamız öldüğünde annem Alzheimer hastasıydı. Yasını tutamadı ama, babamın koltuğu boşaldığı için yokluğunu anladı. Onun yerine Mel Gibson resmini koydu, sonra huzurevine yerleşince bir adam ile yakınlık kurdu. Hep el eleydiler. İkisi de kaybolmuş gibiydi. Asla ayrılmıyor, ancak birbirlerini tanır gibi de görünmüyorlardı."
Böyle onlarca hikaye var. Belli ki sevdikleri insanların huzurevinde mutluluğu bulduğuna inanmak istiyorlar. Ancak bir başka görüşe göre o insanlar artık yabancı oldukları bir dünyada kayboldukları, çok korktukları için el ele tutuşuyorlar. Çünkü bir ele tutunup, biteviye yürümek, tutunduğu insanı bitap düşürene kadar yürümek tipik bir Alzheimer’li davranışı.
HUZUREVİ ROMANTİZMİ GERÇEK
Uzmanlara göre, tüm hatıralarını yitiren ve anlık yaşayan Alzheimer hastaları arasında sıkça rastlanan bir durum huzurevi romantizmi. AFP’ye konuşan bakım uzmanı Rubin Dessel, "Böyle kaç vakaya rastladım kimbilir. Ve baby boomer kuşağının bakıma muhtaç hale gelmesiyle vakaların sayısı daha da artacak" diyor. Alzheimer Derneği’nden Peter Reed de o unutuş ve anlık yaşayış hali nedeniyle huzurevlerinde yeşeren aşkları normal karşılıyor, çünkü demans hastalarının da sosyal bağlara, anlamlı ilişkilere ihtiyacı var. İlişkiler genelde çocuk romantizmi şeklinde gelişiyor ve el ele tutuşmalarla sürüp gidiyor. Ama cinsel ilişkilere de rastlanmıyor değil. Neticede hafızaları olmasa da onlar çocuk değil.
Ancak o huzurevi romantizmi, unutulmuş eşlere çok acı verebiliyor. Onları incitiyor. Özellikle mutlu evliliklere inen Alzheimer darbesi, unutulan eşlere daha fazla ıstırap çektiriyor. Bütün geçmişini, sevgilerini unutan hasta eş, bilinçli bir ihanet içinde olmasa bile...
Alzheimer öyle hain bir hafıza hırsızı ki, unutulan eşe karşı öyle merhametsiz ki. Yargıç Sandra Day O’Connor, huzurevine ziyarete gittiğinde kocasıyla yeni aşkı karşısında el ele oturabiliyor.
Bakım uzmanı Dessel, yargıç O’Connor’un davranışını çok soylu, son derece bencillikten uzak bulduğunu söylüyor, "Onu alkışlıyorum. İşte böyle fedakár davranmak, eşlerin iyiliğini ve mutluluğunu istemek lazım" diyor.
Diyor ama, peki unutulan eşlerin yeni bir aşkı yaşama hakkı yok mu? Hafızası çalınan eşin bilinçsiz aldatışı meşru da, Alzheimer yüzünden hayatı parçalanan karşı taraf - biraz da yaşlı olduğundan - ikinci bir hayata başlayamaz mı?
Tartışmanın unutulan bu yönüyle ilgili yorumlar da var New York Times’ın blogunda. Kocası 8 yıldır Alzheimer hastası olan bir kadın yazıyor: "Alzheimer hastalarına şefkat ve anlayış gösterilmesi çok sevindirici. Ancak hasta eşlerine bakanların hali hiç konuşulmuyor. Bizler öyle yorgun ve yalnızız ki. Yeni bir ilişki için zaman ve enerjim olsa bile, acaba bu ihanet sayılır mı diyorum? Artık evli olup olmadığımı bilmiyorum."
Kocası 7.5 yıldır hasta olan 56 yıllık evli bir kadın, "Toplum bize karşı hiç cömert değil, biz eşleri halen hayatta olan dullarız" diyor ve şunu söylüyor: "Bu hastalığın korkunç sonuçlarına maruz kalmayan hiç kimse Alzheimer’in ne demek olduğunu anlayamaz."