Geçen hafta sonu Side'deydik. Denize girecek yerde, Kemalizmin dünü, bugünü ve yarınını tartıştık. Toplantıyı Alman Konrad-Adenauer Vakfı, Almanya Türk Toplumu ile birlikte düzenlemişti. Türk ve Alman gazetecilerle akademisyenleri bir araya getiren seminerde Türk tarafı ağırlıklı olarak Atatürk'ün diktatör olmadığını kanıtlamaya çalışırken, Alman tarafı bugünün Türkiyesi'ni askeri demokrasi şeklinde tanımlamakta ısrar etti. Toplantı boyunca Türk tarafının en severek tekrarladığı argüman şu oldu: ‘‘Türkiye'de serbest bir demokrasi olmasa, böyle bir toplantı düzenlenemezdi...’’Kabaca özetlemek gerekirse, Türk tarafı Kemalizmin dününü analiz ederken, Almanlar türban meselesinden Refah'ın kapatılması, Erbakan'ın siyasetten yasaklanmasına kadar uzanan bir yelpaze içinde bugünü sorguladı ve bu tablonun yarın açısından iyi bir referans oluşturmadığını vurguladı. Almanya idmanlı Türk katılımcılar da küçük bir koro halinde onlara eşlik ettiler. Bu frekans farkı uzunca süre kendini hissettirdi. Akademisyenler arasında benim asla anlayamadığım, Almanların ise kesinlikle Fransız kaldığı tuhaf tartışmalar geçti. Akademisyenler son derece sofistike, derin tarihi tartışmalara daldıkça, Almanlar dünü bırakıp bugüne gelelim diye yalvarıp yakardılar. Türkler arasında zaman zaman kişilik çatışmasına uzanan atışmalara ise kesinlikle anlam veremediler. İlk konuşmayı yapan Prof.Dr.Ahmet Taner Kışlalı, dünya üzerinde, halkına demokrasinin faziletlerini anlatmak için kitap yazan bir diktatör tanıyıp tanımadıkları sorusunu yöneltti Almanlara. Konuşma içinde yer alan bu retorik soruya yanıt verildiğini ben duymadım. Çünkü göründüğü kadarıyla Almanlar Atatürk'ün bir diktatör olduğunu düşünmüyordu zaten. Prof.Dr.Ergun Özbudun ise cumhuriyetin kuruluş dönemi şartları dikkate alındığında, ordu dışında devrimlere önderlik edecek bir aydın kesimi bulunmadığını söyledi. Türkiye'deki darbelerin Latin Amerika'dakilerle asla kıyaslanamayacağını, çünkü Latin cuntacıların bizimkilere göre daha uzun dönemli iktidar heveslisi olduklarını isabetle vurguladı. Özbudun'un, ‘‘Türkiye'de askerler gündelik siyasete karışmak istemiyor’’ şeklindeki saptamasına ise bir tek Alman bile inanmadı. Almanlar sözü aldığında yine o meşhur dostluğa sığındılar ve verip veriştirdiler. Hamburg'daki Şarkiyat Enstitüsü'nden Udo Steinbach, bilinen görüşlerini yineledi; AB'nin geçmişte stratejik önemi nedeniyle Türkiye'ye yakınlaştığını, ancak artık Almanya ile Türkiye'nin ayrı kamplarda olduğunu söyledi. Steinbach İran'daki demokratik (!) gelişmeleri çok cesaret verici bulduğunu söyleyip parmak ısırttıktan sonra, TC'nin askerler sayesinde kurulduğunu, ancak askeri demokrasi olamayacağını, ordunun iç politikada bir garanti olarak görülemeyeceğini belirtti. Sonra Theo Sommer aldı sözü. Muhafazakar eğilimli Die Zeit gazetesinin eski yayın yönetmeni, şu anda yayıncı ve yazarı olan Sommer, bu seminerin de fikir babası olan sözünü etti: ‘‘Türkiye Kemalizmle de İslamcı bir iktidarla da AB'ye giremez’’ dedi. Sommer'e göre Türkiye'nin askeri demokrasisi AB'ye uymuyordu, çünkü AB bir değerler topluluğuydu. Türkiye'nin Müslüman olması, AB önünde engel değildi, ancak Refah Partisi'nin kapatılması, Erbakan'ın siyasetten yasaklanması, Recep Tayyip Erdoğan'ın mahkumiyeti, AB'nin kaldıramacağı kadar ağır birer yük oluşturuyordu. Tabii ben Türkiye'nin önündeki engellerin bu kadarla kaldığı konusunda hiç ikna olmadım ve Sommer'e şu soruyu yönelttim: ‘‘Size göre AB bir değerler topluluğu, ancak başkalarının da değerleri var. Örneğin ABD'nin. Amerikan Dışişleri Bakanlığı raporuna göre Almanya, Church of Scientology üyelerine baskı uyguladığı için insan haklarını ihlal ediyor. Ayrıca, AB'nin aday üyeleri arasında başta yer alan Çek Cumhuriyeti'nde Çingenelere uygulanan baskılar biliniyor ama, kimse ses çıkarmıyor. Ancak Türkiye söz konusu olduğunda standartlar değişiyor. Siz Türkiye'nin Müslüman olması engel değil diyorsunuz. Peki, AB'nin bir Hıristiyan Kulübü olmadığı konusunda ne gibi argümanlar ileri sürebilirsiniz?’’Ve Bay Sommer büyük bir pişkinlikle Church of Scientology hikayesinin doğru olmadığını söyledi. Tabii zaten bu benim fikrim değildi. Ben sadece Amerikan görüşünü aktarmaya çalışmıştım. AB'nin Hıristiyan Kulübü olmadığını kanıtlayacak bir cevap verdiğini ise işitmedim.